Halüsinasyonun yanlış algılama ve yanılsamadan farkı beyinde bazı yanlış anahtarların açılması, olur olmaz cızt bıztların zuhur etmesidir. Dışsal gerçeklikten doğmaz, tamamen kafanın içindedir, algılar bir noktaya kadar halüsinasyona eşlik etse de dokunduğumuzda orada olmadığını bildiğimiz şey eğer oradaysa zaten şapa oturmuşuzdur muhtemelen, doğaüstü bir şeydir ama değildir çünkü öyle bir şey yoktur. Ama var. İnsanlar Tanrı’nın sesini duyuyorlar, melekleri görüyorlar, mesela Saint Maud‘da neler oluyor öyle, gerçeği görüyoruz, halüsinasyonları görüyoruz, özellikle finalde dehşete düşüyoruz çünkü gidilebilecek son noktada bile beynimiz hakikati göstermeyebiliyor. Karanlık tünelin sebebi beyne yeterince kan gitmemesi, tünelin ucundaki ışığın sebebi bir yerlere fazladan veri gitmesi, Tanrı’nın sesi aslında beynin bir bölgesinin fazladan uyarılması, fantom organlar başka bir nane. İnsanlar negatif fantomdan mustarip de olabiliyorlar, örneğin kolumuz aslında bizim çünkü bilişsel yapımızda kolumuzun bir karşılığı var. Yoksa insanlar Çin’e gidip uzuvlarını kestirebiliyorlar, kim kendine ait olan ama aslında olmayan bir organı bedeninde taşımak ister ki. Sam Kean miydi, bacağını “kabul etmeyen” bir adamın ampüte edilmeden önceki mutsuzluğunu ve edildikten sonraki mutluluğunu anlatıyordu uzun uzun. Sacks de kendi tecrübelerine yer veriyor, dağ tırmanışında sakatladığı dizinden ötürü bacağı alçıya alınınca, bacakla iletişimi de hissizlikten ve algı yoksunluğundan zayıflayınca aslında bacağının olmadığını hissetmiş. Edebiyattan örnekler de var tabii, Kaptan Ahab’ın fantom organlara dair ilk nüveleri verdiğini biliyor muyduk? Sacks halüsinasyon türlerini incelerken nörolojik rahatsızlıkların bu konudaki etkilerini de anlatıyor bir yandan, yine müthiş bir araştırma. Şizofrenlerin gördüklerine pek yer verilmemiş çünkü ayrı bir araştırmanın konusu olacak kadar geniş bir alanmış o, biz sadece “organik” psikozları görüyoruz. Charles Bonnet Sendromu mesela, CBS’de ani görme kayıplarının yol açtığı boşlukları dolduran beyinler ışık patlamalarından havada uçuşan harflere kadar pek çok görüyü türetebiliyor. Pek çok vakadan örnek veren Sacks’in aktardıkları arasında havada uçuşan notalar, belli bir yüzeyi kaplayan harfler ve renkler var, notaları okuyan müzisyenler ve harfleri okuyan okurlar anlamsızlıkla karşılaşmışlarsa da en azından tutkularına dair bir şeyler gördükleri için memnun olabiliyorlar, mesela kayıptan doğan yasla mücadele eden insanlar ölü insanları, kedileri görüyorlar, kedisinin son bir kez ziyarete gelmesinden mutlu olan bir kadının hikâyesi anlatılıyor. Başka, görme kaybı aşama gösterirken saçının beş santim yukarıda olduğunu gören kişinin beden algısı ne ölçüde zarar görmüştür, CBS yalancı fantoma yol açar mı, ilginç sorular bunlar. Kültürden kültüre fark gösteriyor bu görüler, mesela Bronx’ta yaşayan kör bir kadın Doğulu kıyafetler giymiş insanlar görüyor. “Henüz anlamadığımız nedenlerden ötürü CBS halüsinasyonları egzotik olmaya son derece yatkındır; bunun kültürden kültüre değişip değişmediğini görmek çok ilginç olurdu.” (s. 34) Normalde halüsinasyonların gerçek olmadığı kolaylıkla anlaşılabilse de Alzheimer ya da Lewy cisimcikli demans hastaları için dehşet verici hezeyanlar ortaya çıkabiliyor, örneğin havada süzülür gibi görünen, özneyle arasındaki mesafeyi koruyan bir adam var kitapta. Luke’a musallat olan adam bu, halüsinasyonlarından ömür boyu kurtulamayan insanları düşününce tam bir kabus. Bunun yanında onlarla geçinmeyi öğrenenler de var, kulağına sürekli başarısız olduğu söylenen insanlar bu sesle başa çıkmayı öğrenebildikleri gibi sesleri değiştirmeyi de başarabiliyorlar, en azından odalarındaki tekli koltukta kitap okuyan adamla iki kelime edip aynı koltuğa bırakabiliyorlar kendilerini. Ve nevrotik rahatsızlığın taşıdığı potansiyeli değerlendirenler sanatlarını arşa erdiriyorlar, Poe’dan Dostoyevski’ye pek çok isim sayılabilir bu konuda.
Duyusal yoksunluğun yol açtıklarını hiçlik odalarından biliyoruz biraz, algılanacak bir şey yoksa beyin kendi türetiyor. “Din adamlarının mağaralara çekilerek aradığı ya da tutsakların ışık görmeyen zindanlarda maruz bırakıldığı karanlık ve yalnızlık nedeniyle normal görsel veriden mahrum kalmak, iç gözü harekete geçirerek düşler, canlı hayaller ya da halüsinasyonlar üretmesine neden olabilir.” (s. 41) Hep aynı uyarana maruz kalmak da üreteç, durmadan aynı işi yapmak, mesela radar monitörlerini takip etmek veya ormanda uzun yürüyüşlere çıkmak çok ilginç şeyler deneyimlememize yol açabilir. Misal Tom Gordon’a Âşık Olan Kız tam da bu mevzuyu işlerken King kendine has bir şalalayla kızın korkularının boşa olmadığını gösterir, keyfimizden paranoyak değiliz. Şurada da kan kaybının etkisi var ama çölde uzun süre yürüyen insanın her şeyi görüp duyabileceği kuvvetli ihtimal. Zamanında kuvvetli uyuşturucular kadar hırsla aranırmış duygusal yoksunluk tankları, toplumdan tecrit edilmenin etkisi de önemli. Felç edici hastalıklar, kırık kemikler, sebebi ne olursa olsun hareketsizlik varsa gerçek dışı da var, Dokuzuncu Hariciye Koğuşu‘ndaki çocuğumuzun acı dolu günlerini hatırlayabiliriz. İşte, gaipten sesler duyarız, bu seslerin zamanında doğaüstü varlıklardan çıktığı düşünülürken Aydınlanma’yla birlikte fizyolojik bir arıza olduğu fikri öne çıkmış, ilham kaynağı olduğu da söylenmiş ki Rilke yıllarca Ses’i duymak için beklemiş bir dönem, yitirilen eski bir pratiği. Antik çağlarda hemen herkesin gaipten sesler duyduğuna dair Julian Jaynes’in bir savı var, modern bilincin ortaya çıkışıyla sesler içselleştirilmiş ve kendi sesimiz haline gelmiş. Faydalıysa iyi ama tinnitus gibi korkunç tezahürleri de var, isteyen aklına plaklar takıp dilediği şarkıyı dinlerken şanssız olanlar tıslamalar, çınlamalar içinde yaşamak zorunda kalıyor, Sacks’in dediği gibi imgelem neredeyse hiçbir zaman algıyla bu şekilde mücadele edemez. Duyuyorsunuz işte, kişinin biri Nazi marşlarına maruz kalıyormuş sürekli. Girne’deki askerî hastanede yatarken sığırın birinin sabahtan akşama çaldığı müthiş boktan bir şarkıyı, Serdar Ortaç’la Bülent Serttaş’ın dandikliğin sınırlarını zorlayan müstesna eserlerini dinlemek zorunda kalmıştım, gerçekten de şarkının kafamın içinde çalan versiyonundan çok daha katlanılırdı. “Halüsinatif müzik ağır ağır coşup sonra yavaşça cılızlaşarak kaybolabildiği gibi, bir anda bangır bangır çalmaya başlayıp yine aynı şekilde aniden durabilir de (hastalar genellikle sanki açma kapama düğmesine basılıyormuş gibi hissettiklerini söylerler).” (s. 70)
Migren genişçe bir yer kaplıyor, Sacks ilk kez parlaklığı ve geçici körlüğü deneyimledikten sonra annesinin de migrenden mustarip olduğunu öğrenmiş ve edinebildiği bilgilerle rahatsızlığı nasıl yumuşatabileceğini çözmüş. Çocukken yaptığı kimya deneylerini Tungsten Dayı‘da anlatıyor, başka bir iki metninde kimyadan nörolojiye dönüşüne kısaca değinirken burada daha engin bir dünyaya rastladığını söylüyor, beyinde olup bitenleri düşünmek bir süre sonra deney tüplerinden daha enteresan hale gelince tıp yolları gözükmüş Sacks’e. Bir sürü madde deneyip kafasını kimyasal çorbaya dönüştürdüğü de olmuş, hatta ölçüyü kaçırıp arkadaşlarından yardım almış da atlatmış kötü günleri, migreniyse iyi bir dost gibi çıkmamış kafasından. Bu meret genellikle ışıldayan skotomların ötesine geçmezmiş de bir dünya şekil, girift yapılar ortaya çıkardığı olurmuş, mesela auralar. Yine King’e başvurayım, Uykusuzluk‘ta insanların kafalarının üzerinde beliren auralar bir nevi yapay migrenin sonucu olabilir. Aslında düşününce King nörolojiye ne kadar teşekkür etse az. Neyse, arkaik sanatın ürünlerinden modern motiflere kadar pek çok eserde migren krizlerinde görülen geometrik şekiller kullanılmış, bu şekiller görmeyle ilgili nörolojik yapımızın fiziksel izlerini taşıdığı için Osmanlı yapılarındaki oymalara baktığımız zaman aslında sinir sistemimizin negatifine bakıyoruz muhtemelen.
Derya deniz kitap, okuyan hayrını görsün.
Cevap yaz