İş için okudum, paşa keyfimin kriterlerine göre okumaya niyetim yoktu. Paşa keyfim bu işi biliyor he.
Nihan Kaya iyi aile diye bir şey olmadığını anlattıktan sonra sıra topluma gelmiş, bu metninde toplumsal prangaları ele alıyor. Ghislaine Paris, Clarissa Pinkola Estés ve Alice Miller gibi pek çok yazardan alıntılarla metnini zenginleştiriyor, sünnet faslında Halide Edip Adıvar’ın Türkleşen karakterinin oldudabittisinden de bahsediyor, geniş çaplı gönderme hareketi var ama bu hareketin her zaman olumlu sonuçlara yol açmadığını göreceğiz. Meselelere bakalım, sünnet dinî bir uygulama değil, en azından Müslümanlıkta böyle bir şey yok, Muhammed’in ölümünden 250 yıl sonra başlamış bu gelenek. Tabii çok daha öncesinde var, Afrika halklarının geleneklerinde mevcut. Musa’nın Mısır’dan çıkardığı köleler de sünnetli, Tevrat’a geçiyor bu sünnet işi. Hristiyanlıkta da yok. Sünnetin hijyene katkı sağladığı, penis kanserinden koruduğu da hurafeymiş. Kaya’nın bu bilgiyi aldığı Kaan Göktaş’ın sitesinde Hititolog olduğu yazıyor, zannediyorum “ekmeği yiyeceksiniz, suyu içeceksiniz, pipiyi kesmeyeceksiniz” emirlerinden bir esinlenme var. Neyse, sünnetin geri dönüşü yok, bebekken işi halletmek geçe kalmaktan daha iyiyse de çocuğun bedeninde böylesi büyük bir değişime yol açmak ileride psikolojik sorunlara neden olabilir. Kaya sünnetin erginlik ayini niteliğine değinerek bu işi bebeklikten sonraya bırakmanın çocukta “erkek olma” bilinci yarattığını, toplumun bunu istediğini söylüyor. Malum, sünnet törenleri düzenlenir, evladının erkekliğe adım attığını düşünen kodamanlar para yağdırır, ziyafet verir, gerçekten de aşama atlamak gibi bir şeydir bizim toplumda bu sünnet. Ben kendi sünnetimden hatırlıyorum, beş yaşındaydım, acıdan gebermek üzereyken bütün o süsleri müsleri söküp atmıştım, “Ne yaptınız lan bana?!” diye bağırasım gelmişti. Hiç de öyle erkekliğe adım atar gibi hissetmemiştim, şimdi düşününce gerçekten de ne saçma âdetlerimiz var ya bizim. Penis kutsal görülüyor işte, organımız varsa erk bizde, kafa bu. Böyle şeylerin merasimle yapılması lazım bir de, mesela sünnet töreni düzenlenmeyince küsen akrabalar oluyor, düğün falan yapılmamışsa ayıplıyorlar, tam deli işi. Aslında koca metin tek bir cümleye indirgenebilir, Jiddu Krishnamurti demiş: “Bu denli hastalıklı bir topluma iyi eklemlenmiş olmak, sağlıklı olmanın bir ölçütü olamaz.” Evet. Kaya evlilik sürecinden bahsediyor sonra, ritüellerin antik çağlardaki kurban törenlerindekilerle benzerliklerini ortaya koyuyor. Kına gecesi örneğin, gelinin gideceği eve kurbanmış gibi gönderilmesi anlamına geliyor ki baba evine dönen kadınların sıklıkla öldürüldükleri bir ülkede yaşıyoruz. Gelin arabası kapıya yanaşıyor, gelini alıyor ve yeni evine götürüyor mesela, bir metanın el değiştirmesi. Kadının edilgenliği de can sıkıcı, toplumun kodladığı biçimde davranıyorlar, erkekler de öyle, sağlıksız ilişkiler çocukluğumuzdan gelen yönlendirmeler ve yanlış bilgilendirmeler yüzünden. “Kız istemek”, “kız almak” gibi tabirler, “yüzgörümlüğü” denen saçmalık, neler. Bildiğimiz şeyler aslında, çok da uzatmak istemiyorum ama Kaya’nın değindiği meseleler bunlar, âdetlerin kaynaklarına ya şöyle bir dokunuyor ya da hiç ele almadan geçiyor, dolayısıyla örnekleri dışında ilgi çekici bir şey bulmak zor. Toplumda bir şeylerin yanlış olduğunu yeni yeni fark edenler için uyandırıcı olabilir, onun dışında pek de yeni bir şey söylemiyor aslında. Sennet’ın Kamusal İnsanın Çöküşü nam metnini okuyun, kafanız yana yana bu toplumsal çıkmazlara dair pek çok şeyi öğrenirsiniz. Kaya’nın artısı, bahsettiği çarpıklıkların yerel örneklerini sunması. Buna da geleceğim, aksayan yerler var. Gelinlik ve kırmızı kuşak muhabbetini geçiyorum, kadının “el değiştirmesi” sırasında “ederine değdiğinin kanıtı” olarak görebiliriz bu uygulamaları, takı makı olayları ve masrafları erkek tarafının üstlenmesi de aynı taifeye girer. İngiliz kraliyet ailesinin varlığını bu şov dünyasıyla bir tutuyor Kaya, İngiliz halkı bu aileyi magazin izler gibi izliyor, kraliçenin her hareketini gözlemliyor. Eh, düğünlerde de damatla gelin masaları dolaşır, herkese hoşgeldiniz beşgittiniz diye görünür, sonra dansa geçilir, malum. Son yıllarda bu işin de iyice cılkı çıktı, dans şovlarından çalıp söylemeli etkinliklere uzanan yelpazede damatla gelinden performans bekleniyor herhalde, milletin karnını doyurdukları yetmiyormuş gibi bir de şaklabanlık yapmaları gerekiyor. Can sıkıcı bir şey, geline veya damada layık olduğunuzu göstermek zorundasınız, hiçbir şey yapmazsanız beceriksiz damgası yiyorsunuz sanırım. Beni şu an fenalıklar basmış durumda, bu bahsi kapayıp metnin eksikliklerine değineceğim.
Yazım hataları başta gelir herhalde. “AİDS” olsun, “IETT” -İistınbul Elekçrikli Tremvey Trıleybas- olsun, diyalog veya monolog cümlesinin sonuna konan noktalar olsun, bağlaçlardan sonra gelen virgüller olsun can sıkıcı çok şey var. Hatalı cümleler bir diğer mesele. Cümlelerden ikisini değiştirerek yazıyorum, yapıları aynı:
“Ağaçtan düşen genç hipopotam, Hüsnü’ye uzaya mı çıktığını sorar.”
“(…) zangoçtan çok daha azılar, ve azıydılar.”
Nihan Kaya kurmaca ve kurgu dışı metinlerinden çokça alıntı yapıyor, bahsettiği şeyleri bu metinlerle örnekliyor ama örnekler problemi derinleştirmiyor, okurun daha iyi anlamasını sağlamıyor, Fıkralarla Türkiye benzeri bir format çıkıyor ortaya. Düştüğü bir dipnotta söylediklerinin daha iyi anlaşılması için diğer kitaplarının da okunması gerektiğini, tek bir meseleyi farklı kitaplarda tekrar tekrar anlattığını söylüyor. O halde Kaya’nın tek bir kitabını okusak da derdi anlamış oluruz çünkü çok da kuramsal değil anlattıkları, kendi deneyimlerinden yola çıkarak verdiği örneklerden toplumun nasıl cortladığına dair çıkarımlarına kadar her şey oldukça basit, anlaşılır ve çoğu klişe artık. Ayrıca kurmaca metinlerinden yaptığı alıntılarda karakterlerin son derece babayani, kitabî konuşmalar yaptıklarını, anlatıcının tepeden tepeden bakarak yaşananları açıkladığını görüyoruz, açıkçası okurda merak uyandıracak bir şey yok sanki. Bilemiyorum, okumadan karar vermemek gerek ama Kaya’nın başka bir metnini okuyacağımı sanmam. Neyse, kendi deneyimleri dedim, öğretmenlerin despotizmini anlattığı bir bölüm pek de gerçekçi değil açıkçası. Çocukların kazana düşüp öldüğü, anneyle babanın üzüldüğü bir masal okumuş Kaya, sarsılmış, kısa bir süre sonra masalı öğretmenlerinden birine anlatmış. Öğretmen çocukların yapması gereken şeyi yaptıklarını söylemiş, çocuklar büyüklerinin sözünden çıkmamalıymış ucunda ölüm de olsa. Kaya 6. sınıf öğrencisi o sırada, öğretmenine karşı çıkarak işin doğrusunu çıtlatmaya çalışmış ama öğretmen yine bildiğini okumuş. Eh, buna benzer bir şey yaşanmış olsa da olayın bu kadar keskin köşeli olduğunu da zannetmiyorum. Estés esinli masal incelemeleri hoş, bunun yanında Shirley Jackson’ın “Piyango”suna yer verilmesi bağlamdan biraz uzak. Sağdan soldan alınan örneklerin değerlendirilmesi de ne kadar etiktir bilemiyorum, Kaya Twitter’da gördüğü konuşmaları açıklamaya girişiyor ama birkaç tweet üzerinden büyük büyük genellemelere varmak, çeşitli ön kabullerle onca veriyi işlemek pek doğru gelmedi bana. Sıklıkla tekrara düşmesi bir diğer sorun. Pek emin değilim ama Beckett bahsi de sorunlu bence, Kaya’ya göre inkâr etse de Beckett ailesiyle iletişim kurmakta zorlanıyor, bunu da yazdığı şeylerden anlıyoruz. Bilemiyorum, Kaya bu yorumu yapabilecek yetkinlikte bir Beckett uzmanı mı? Öyleyse kabul.
İlgilisi okusun, ne diyeyim. “Dertler şelale” aşamasını geçenlere pek bir şey katmayacaktır, onun dışında ailesinden çok çekenleri bir parça rahatlatır.
Cevap yaz