Mahfuz’un “20. Yüzyıl Mısır Tarihi” dersine tekrar hoş geldiniz. Olabildiğince hızlandırıldığı için kimin ne yaptığı, kimin kiminle evlendiği, ayrıldığı şöyle bir belirip kaybolacak, geride Mısır’ın çok çok hızlı değişimi kalacak. Mahfuz’un yazdığı son kurmacalardan biri olan Zamanın Hükmü‘yle benzerliklerini düşününce, bir kere ikisi de gazı köklemiş, yavaşlamıyor. Yüzyılı baştan başa kat ederken liderler hapse girip çıkıyor, partiler devriliyor, darbe üzerine darbe yapılıyor ve bütün bu olayların etkileri karakterlerin birkaç diyaloğuna sıkıştırılıyor, arada sırada şehrin yandığını, göstericilerin sopa yiyip hapse atıldığını görüyoruz, karakterlerden bazıları bu kaostan paylarını alıyorlar ve yaralarının derinliğini göstermeden yaşamlarını sürdürüyorlar. Aslında bu romanlar karakterlerin hayatta kalma biçimlerini, toplumsal çalkantılardan olabildiğince az hasar alarak kurtulmalarını anlatıyor diyebiliriz, yaşam her şeye rağmen devam ediyor ve katliamlar, savaşlar gündelik muhabbetlerin konusu olmaktan öteye geçemiyor. Karnak Kafe‘de böyle değil mesela, Mahfuz fotoğraf ve toplanılacak mekan ögelerini sıklıkla kullandığı için üçüncü bir metni de bu kıyaslamaya dahil ediyorum, Karnak Kafe‘deki karakterler olaylarla doğrudan ilgililer, değişimleri ve eylemleri daha detaylı bir biçimde anlatılmış. İnsanlık halleri daha belirgin kısacası, bu yüzden malum iki romandan çok daha iyi bir roman olduğunu düşünüyorum bunun. Kıyasa dönüyorum, Zamanın Hükmü‘nde geniş bir ailedeki bireylerin yaşamlarına odaklanırken bu romanda 1910 doğumlu beş arkadaşın ölümlerine kadarki süreci görüyoruz. Zaman ve şehir aynı, Abbasiye’nin yavaş yavaş betonla kaplanması ve konakların apartmanlara dönüşmesi iki romanın da ortak noktası. Yeni binalar yeni insanları da beraberinde getiriyor, öyleyse esas karakterlerimiz bu yeni insanlardan birine âşık olup hemen evlenebilir veya kumalığı uygun görebilir. Parası olan evlenir veya dost hayatı yaşayabilir, olmayansa ailesinin mahkumu olarak mutsuz yaşamını sürdürebilir. Birileri mutlaka paranın uşağı haline gelip hergeleliğe başlayacaktır, birileri atadan kalma evi yıktırıp yerine apartman yaptırarak zengin olacaktır, bazıları iktidara yanlayarak devlet kademelerinde yükselecektir, Müslüman Kardeşler’i desteklediği için aşağılanıp hapse atılacaktır, Vafd’ı desteklediği için gerici olarak görülecektir, İngilizleri destekleyecek veya desteklemeyecektir. Mahfuz aynı yapı üzerine inşa ettiği romanlarına farklı teknikleri de kapıyor ve aynı şeyi aynı biçimle anlatıyor, ele almadığı bir bakış açısı olmadığı için sadece karakterler değişiyor, öyle ki bu romanda yıkılan evlerden biri mutlaka Zamanın Hükmü‘nde evini satması için torunlarının zorladığı ninenin evidir, karakterler aynı beton yığınlarına bakmışlardır, kapı komşusudurlar belki, aynılık iki metni tek bir metin haline getirebilir. Mahfuz’un öykülerinin romanlarından çok daha iyi olduğunu söylüyorum hâlâ, üslubun renkliliğine ve hikâyeye dair arayışlara romanlarda pek rastlayamıyoruz.
1915’te el-Baramuni İlkokulu’nun bahçesinde tanışıyorlar, aslında pek çok çocuk tanışıyor o gün, etraflarında genellikle yirmiden fazla arkadaş var ama geriye kalan beş kişi sadece. Biri anlatıcı, roman boyunca dört dostunun hikâyesini anlatacak ve kendi yaşamına hiç değinmeyecek, sonlara doğru bir dostunun kendisiyle konuşması dışında bir şey söylediğini, hikâyeye aktif olarak katıldığını görmeyeceğiz bile. Kuştimur’daki toplaşmalara katılıyor, hemen her gece toplanan dostlarını yalnız bırakmıyor ve yetmiş yıllık dostluğu kayıt altına alıyor. Kitabın kapağında anlatıcının kadın olduğunu görüyoruz, ilginç çünkü müthiş cinsiyetçi bir toplumda bir kadının kahvehanede zaman geçirebileceğini düşünemiyorum, rahat vermez sığırlar. Neyse, Kuştimur’u keşfetmeden önce uzun bir hurma ağacının dibinde toplanıyorlar, çocuklar daha. Üçü şehrin batısında, ikisi doğusunda oturuyorlar, aralarındaki sınıfsal ayrım arkadaşlıklarını zedelemiyor. Farklı fraksiyonları, siyasi yönelimleri destekliyorlar bazı, sorun yok. Birinin nüfuzlu babası kendisine muhalif olan genci işe sokabiliyor, toplum yeterince kutuplaşıp mevzuyu iç savaşa kadar getirse de bizim tayfada büyük kavgalar çıkmıyor, herkes bir şekilde yırtmaya çalıştığı ve birbirlerine kazık atmadıkları için ömürlük dost oluyorlar. Sadık varlıklı bir aileden geliyor, dindar, namazını güzel güzel kılıyor ve büyüdüğü zaman savaşlarda stokçuluk yaparak dünyanın parasını kazanıyor, gruptan eleştiren kimse yok. Diğerleri de sütten çıkmış ak kaşık değil aslında, türlü dalaverelerle kazanç sağlayanların yerildiğini görmüyoruz. Kadınlar konusunda birbirlerine akıl veriyorlar, o kadar. İşin içine aşk bahsi girdiği zaman akan sular duruyor, çocuklarla kadınlar hemen feda ediliyor ve yeni ilişkiye yer açılıyor, hatta yeni tanışılan kadınların gruba uyup uymayacaklarını düşünüyorlar. Hamada kardeş de grubun maddi durumu iyi olan üyelerinden, devrim sırasında kamulaştırma yüzünden fabrikaları elden çıkıyor ama yeterince paraları var, dara düşmüyorlar. Hamada’nın dindar olduğu söylenemez, rüzgâra inanıyor o, nereden eserse o yana dönüveriyor. Tahir biraz kilolu bir genç, okumayı çok seviyor, arkadaşları gibi ticarete atılmayıp şiirle uğraşıyor ve ülkenin en önemli edebiyat dergilerinden birinde işe giriyor. Yıllar sonra yardımcısı olarak işe başlayan kadına âşık olacak ama yürütemeyecekler ilişkiyi, kadın İngiltere’ye gidip yazı çizi çalışmalarını orada sürdürecek. Hikâyeye girip çıkanları takip etmek zor açıkçası, beş arkadaşın kardeşleri, babaları, anneleri, kuzenleri derken kadro şiştikçe şişiyor, Mısır’ın ahvali dışında her şey önemsizleşiyor. İsmail Kadri’ye geldik, zeki çocuk. Çalışıp doktor olabilir, olmayabilir, tayfadakilerin pek azı ailenin sözüne kulak astığı için aksiyon daha küçük yaşlarda başlıyor. Said Zaglül’ün desteklendiği, Mısır’ın bağımsızlığa kavuşması için yapılan eylemlere katılıyorlar gençken, grev patlak verince okula gitmeyip kalabalığa karışıyorlar, görüşlerinin ortaya çıktığı ilk olay bu. Zaman geçtikçe kimi liderleri destekleyecek, kimi devrimci olacak veya İngiltere’ye sempati duyacak ama fanatik haline gelmeyecek hiçbiri, diğer romanlarda fanatizmin sonuçlarıyla yüzleşen karakterlerin aksine bizimkilerin oturdukları yerden vatanı kurtardıklarını görüyoruz. Bazı konularda hemfikirler ama, hepsi bağımsızlık istiyor ve bir dönem milliyetçilikle haşır neşir oluyorlar, Vafd’ın yılmaz destekçileri haline gelince partinin bir dine dönüştüğünü söyleyip gülüyorlar yıllar sonra. “Aslında, kültürel olarak Vafdcı ya da Liberal Anayasacı olarak ayrılmıyorduk. Siyasi tutkularımız da muhaliflerimize olan takdir duygularımızı törpülemiyordu. Gerçekten de, İngiltere düşmanımız olmasına karşın bazı İngiliz yazarlarından etkilenmediğimizi söyleyebilir miydik?” (s. 53) Bazı hadiseler tartışmaya açık tabii, karakterlerin siyasi bilince sahip olmadıklarını bilince anlaşılır. Devletin açtığı genelevleri yadırgıyorlar biraz, yine de kadınlarla birlikte olmak için gidiyorlar ve erkekliğe adım atıyorlar.
Çocuklar, torunlar, afacan beşli bir süre sonra bastonlu, kır saçlı adamlara dönüşüyor. Çocuklar kendi yollarını özgürce çizebiliyorlar, paşa babalardan izin alamayan, bazen evden kaçan beşlinin aksine onların ergenlikleri daha sancısız geçiyor. Bizimkiler çocukluğu hiçbir zaman bırakmıyor gerçi, elli yaş küçük bir kadınla bozguna uğrayacağını bile bile evleneni var, İsrail’le savaşıldığı için fırsatları gözleri parlayarak değerlendiren var, yaşam hep yeni bir şeylere gebe olduğu için o kadar hızlı geçiyor belki de zaman. Nazileri destekleyen arkadaşın hatası bir daha hatırlatılmıyor, aynı şekilde eşinin ihanetine uğrayan adamın durumu da bir kezden sonra konuşulmuyor, her şey unutuluyor. Beşinin de mezarı doğdukları şehirde, bu bilgi anlatının başında verildiğinden ölümlerini de göreceğimi düşündüm ama aksırıp tıksırarak bıraktım onları, bir masanın etrafında dostluklarının yetmişinci yılını kutluyorlar, geçirdikleri kalp krizini veya karaciğer rahatsızlığını düşünmüyorlar. Mahfuz’un en gamsız tasasız karakterleri bunlar.
Mahfuz’un rölantideki romanlarından biri, denk gelirseniz okuyun diyeceğim ama yeni bir şey yok.
Cevap yaz