Karnak Kafe’nin müşterileri Devrim’le sınananlar, her yaştan birkaç insan. Anlatıcı kafeyi şans eseri buluyor, saatini tamir ettirmek için harcayacağı birkaç saat yılları kapsayan uzun bir zaman dilimine dönüşürken kendi yaşamı hakkında hiçbir şey söylemiyor, gözlemlediği karakterlere odaklanıyoruz. Ara sokakların birinde küçük bir kafe, yazarkasanın başında güzel bir kadın oturuyor. Yaşı ilerlemişse de hâlâ alımlı, çalan müzikle birlikte salınıyor. Anlatıcı orta yaşın biraz üzerinde, kadını gençlik günlerinden tanıyor hemen, 1940’lı yılların ünlü dansözü Kurunfula. Tam bir sürpriz, pembe rüya. Kafenin müdavimleri üç yaşlı adamla birkaç genç hemen her gün oradalar, muhabbetleri güzel, anlatıcı büyük şehrin kargaşasından kurtulmak için sık sık kafeye uğramaya başlıyor ve 1952’nin öncesiyle sonrası arasındaki kırılmanın müdavimler üzerindeki yıkıcı etkilerini yavaş yavaş anlıyor, her birini dinleyerek. Kurunfula’nın çekimine kapıldığı için ilk onunla sohbet etmeye çalışıyor. Göbek dansını modernleştiren ilk sanatçı, gerçek anlamda aşk içermeyen ilişkilere girmeyerek prensiplerini koruduğunu gösteren kadın unutulmuşsa da ara sıra kendisini hatırlayan birileri çıkıyor işte. Gazetelerde, dergilerde adı yok, skandallara karışmadığı için huzurlu bir yaşam sürdürmeyi başarmış. Gece hayatının trajedilerine şahit olmuş yine de, sahibi olduğu kafede çalışan garsonun hikâyesi acıklı. Zamanında Maliye Bakanlığı’nda çalışırken Kurunfula’ya tutulmuş, kasadan yüklü miktar para çekip âlemlerde yemiş, yerine de koyamayınca işinden olmuş. Arif Süleyman adı, hapisten çıktıktan sonra gece kulüplerine gelmeye devam etmiş, öylesi tutulmuş Kurunfula’ya. Eski bir meslektaşı ortada bir sebep yokken müsteşarlığa getirildiği için öfkeliymiş, bütün dünyadan intikam almak isterken 1952 Devrimi gerçekleşince müsteşarı emekli etmişler, adam Devrim’in en büyük savunucusu haline gelmiş. Kurunfula da devrimi getirene şükürler ediyor, böylece siyasi eleştirinin kıyılarına geliyoruz. Önce sayısız övgü, sonrası acı. Kafenin halkla ilişkiler sorumlusu Zeyn el-Abidin de Devrim’e ateşli bir hayranlık besliyor, yaşlılar biraz daha temkinli. Coşkulular ama Devrim’den öncesinin de pek fena olmadığını söylüyorlar laf arasında, seslerini azıcık yükseltmekten korkuyorlar. Bu korkunun sebebini göreceğiz, gençlerin hikâyeleri başlar başlamaz meselenin öteki yüzü karşımıza çıkacak.
Gençler devrimin çocukları, sokaklarda başıboş dolanmalarını engelleyen siyasi gelişmelere minnet borçlular. Hilmi Hamada aralarında en parlağı, Kurunfula’nın âşık olduğu genç adam. Tıp öğrencisi, diğer iki arkadaşının önderi gibi davranıyor. Ortadan kayboldukları zaman herkes telaşlanıyor, Kurunfula endişeden ölecek gibi oluyor, kimse ne olduğunu bilmiyor. Gençler arasında Devrim’e karşı olanlar da var, kafedekilerin hemen hepsi destekçi olsa da hepsi birden ihbar edilmişse sorgulandıktan sonra serbest bırakılmaları lazım. Herkes Devrim uğruna özgürlüklerini askıya almaya razı, soruşturmaların gerekli olduğunu düşünenlerin sayısı çok fazla. “Bütün bu örnekleri göz önünde bulundurursak, Ortadoğu’nun en güçlü devleti olan ülkemizin bilimsel, sosyalist ve endüstriyel bir ülke modeline dönüşmesi esnasında biraz acı ve rahatsızlık çekmeye hazır olmamız gerekmez mi?” (s. 19) Yıl 1965, istikrarın çoktan sağlanmış olması lazımsa da korkunun alttan alta hızla yayıldığını görüyoruz, bazıları Kurunfula’ya gençleri kafeye sokmaması gerektiğini bile söylüyor, tehlikeliler. Bir gün kapıda belirdiklerinde bütün o endişe ve korku kayboluyor, Zeynep Diyab, İsmail el-Şeyh ve Hilmi Hamada, birkaç arkadaş daha coşkuyla karşılanıyorlar, Kurunfula intikam alacağını söyleyerek Hamada’yı tehdit etse de sevdiğini sağ salim gördüğü için rahat. Hiçbir şey öğrenemiyor tabii, her şeyin geçtiğini söylüyorlar. Halit Safvan adı dönüp duruyor sürekli, fısıltı halinde duyulan bu isim yüzleri düşürüyor, hayal kırıklığı yaratıyor, bunun sebebini de sonlara doğru öğreneceğiz, üçüncü kayboluştan sonra. Hamada ve Kurunfula mutlular, Zeyn el-Abidin gencin ortaya çıkmasından rahatsız, bir şekilde Kurunfula’yla birlikte olma derdinde ama hedefine ulaşamıyor, kadının gözleri aşktan kör. İkinci kayboluş yine ağır bir darbe indiriyor, Kurunfula kötü, fısıltılar ayyuka çıkıyor bu kez. Herkes herkesten şüphelenmeye başlıyor, aralarında ihbarcıların olabileceğinden bahsediyorlar, ülkenin giderek güçlenmesinin ardında hukuksuzlukların olduğunu bilenlerden bazıları itirazlarını sessizce dile getirirlerken bazıları ödün verilmesi gerektiğini söylüyorlar, bozguncular cezalarını çekmeli. Ülke şahlanıyor ama insanların sinek kadar değeri yok, tanıdık geliyor bu. Tam o sırada İsrail’le Filistin arasındaki ilişkiler iyice geriliyor, gençler ikinci kez ortaya çıktıklarında ortalık daha sıkıntılı artık, Mısır ordusu Sina’ya doğru yola çıkıyor. “Gerçekten de, hiçbirimizin silahlı kuvvetlerimizle ilgili bir şüphesi yoktu. Bazı vatandaşlık değerleri gözlerimizin önünde çökmüş ve halkımızın elleri kirlenmiş olabilirdi, ama silahlı kuvvetlerimizden hiçbir zaman şüphe duymadık. Tabii ki, bu görüşün saf yönleri yok değildi, ama hepimiz büyülenmiş gibiydik ve işlerin yoluna gireceğinden emindik. Birbirinin ardı sıra gelen kölelik ve aşağılanma dönemlerini sona erdiren ulusal idareye ilişkin ilk gerçek tecrübeyi sorgulama yeteneğine sahip değildik belli ki.” (s. 33) Gençler üçüncü kez kaybolduklarında Haziran 1967 Savaşı tam bir facia olarak çöküyor ülkeye, “bir Arap ulusu için yenilgi, diğer Araplar için zafer” ağır bir fatura çıkarıyor, Araplar kendi aralarında çekişmeye başlıyorlar bu kez. Toplumsal travma bayağı. Zeynep ve İsmail kafeye dönüyorlar, en baştan beri birbirlerine duydukları sevgi kaybolmuş, Hamada da ortada yok üstelik. Sorgu sırasında öldürüldüğü söyleniyor, Kurunfula yıkılıyor. Zeyn el-Abidin kötü durumdan kurtulmak için ABD’nin yardım elini uzatması gerektiğini söylüyor, SSCB’den medet umanlar var, ülke tam bir kaosa kapılmış durumda.
İsmail’in anlatıcıya hayatını anlattığı bölümde gençlerin hikâyelerini içeriden bir bakışla öğreniyoruz. İsmail ve Zeynep aynı sosyal konutlardan geliyorlar, yaşadıkları korkunç şartlardan zekâlarıyla kurtulabileceklerini anlayınca çok çalışıyorlar, İsmail hukuktan mezun oluyor. Çocukluklarından beri birbirlerine âşıklar, evlenmeyi düşünüyorlar. Cinsellik konusuna trajedinin etkisini artırmak için değiniyor Mahfuz, hiç sevişmemişler, Zeynep evlenmeden yapamayacağını söyleyince beklemeye karar veriyorlar. Hapisteyken de birbirlerine duydukları sevgiyi yaşatmayı başarıyorlar ama hapse her girişlerinde gördükleri muamele biraz daha sertleşiyor, özellikle Halit Safvan ortaya çıktıktan sonra. İşkencenin şiddeti artıyor, asılsız ihbarlar yüzünden sorgulanan gençler herhangi bir örgüt üyesi olmadıkları bir şekilde ispatlanınca serbest bırakılıyorlarsa da Devrim’in parlak yüzü Safvan’ın yarattığı korkuyu unutamıyorlar bir türlü, üstelik adamın yöntemleri giderek insanlık dışı bir hal almaya başlıyor. İsmail bu bölümde kendi bildiklerini anlatıyor, kimin ihbarcı olduğunu bilmiyor örneğin, çektiği acılara ve Zeynep’le ayrılmalarının mutsuzluğuna odaklanmış. Anlatıcının Zeynep’i konuşturduğu bölümde bütün gizem açığa çıkıyor, belki de o dönemde yaşanan şiddet olayları Zeynep’in yaşadıklarında somutlaşıyor. İsmail’le zorunluluktan muhbir oluyorlar, Hamada’nın kayboluşunun gerekçesi mantıklı. Zeynep tecavüze uğruyor, kirli bedenini unutabilmek için İsmail’le ve pek çok adamla yatıyor, kafede çalışan adamlar dâhil. Safvan görevden alınana kadar süren bu terör ortamından sonra gençlerin Devrim’e inancı kalmıyor tabii, çok büyük bir hayal kırıklığı yaşıyorlar, kafedeki hemen herkes bu yıkımı yaşıyor aslında. Yeni gençler geliyor, Kurunfula yine âşık oluyor, hayat sürüp gidiyor ama kimse gelecekten umutlu değil artık.
Yıllar sonra Safvan’ın kafeye gelip oturması, etrafındakilerin öfkeli bakışlarıyla karşılaşması sonucu her şeyi Devrim için yaptığını söylemesi belki zorlama biraz, yine de bir zamanların devrim muhafızının savunusu dikkat çekici. Devrim birkaç münferit hata yüzünden hakir görülemez, birkaç yaşamdan çok daha büyüktür. Sav bu.
Sert bir anlatı, umutları yok olan karakterler, bir devrin sosyal tahlili. Dümdüz anlatılmıyor, karakterler anlatının karanlıktaki kısımlarını yavaş yavaş ortaya çıkarıyorlar, hoş. Okunsun isterim.
Cevap yaz