Uzun zamandır bu kadar yaşlı bir metin okumamıştım. Okumuştum, özellikle kırsalda geçen olayların anlatımı tak tak baston sesi çıkardığına göre yakın zamandadır. Bence çoğu öykücü, romancı hatırlamıyor çocukluğunu, hatırladığı şimdinin eğip büktüğü çocukluk, dede sesi bundan. Sıkılıyorum, o kadar çizgisel mi her şey, sürgit adımlı mı, dili fişeklemek bu çizgiselliğin afakanını hoştlayacak mı, bu kadar düz mü yahu. Mesela bu metnin ayarında Afşar Timuçin’in yazdığı bir roman vardı, zamanında ne övülmüş, şimdi esamisi okunmuyor çünkü o zaman için bile yaşlıydı, âlem neler yaparken o neydi öyle, o ne bunaltılardı. Şeye benziyor bu, geçtiğimiz yıllarda Pentagram davulların çalındığı, bu düzenin yıkıldığı bir şarkı çıkarmıştı, ânında yok oldu. Olur, o tür nerelere gitmiş, ne acayip işler çıkmış ortaya, hâlâ kırk yıl öncesinin müziğini birebir yaparsan silinir gidersin. Falan. Göle’nin kısa anlatılarını pek beğenmiştim, elden çıkarılmayacakların durduğu rafta bana bakıyor, orada kalsaymışım keşke. Roman şöyle, sayısız yapımda yer alan iki oyuncunun yollarının kesişmesi ve ayrışması. Nereye gidilir buradan, karakterlerin iç dünyalarını eşelemekten başka çıkar yol yok, o da dehşete düşürücü ölçüde kısır. “Biliyorum, hepiniz yüzümü tanıyorsunuz. Defalarca karşınıza çıktım. Beni görünce; içinizdeki teslimiyet, boyun eğme, kabullenme, karşı çıkmama, baş kaldırmama duyguları harekete geçiyor. Hem yüz hatlarım sizi ürkütüyor hem sesimin tonu hem heybetli cüssem.” (s. 7) Bir otorite figürü bu adam, bakanları korkutuyor, hani bir kötülüğe aşina olanın yine de çekinmesi. “İmgenin kolektif bilinçaltına oturduktan sonra kaynak belleği yok etmesi” iyi bir başlangıç açıkçası, vadettiğini sağlasa daha iyi olacaktı ama burada çakılı kaldı, yaşlı oyuncunun daraltılarına dalabiliriz artık. Hayatının sonuna yaklaşmış, alkol yüzünden karaciğeri hacamat olmuş adamımız kadınların hayalini kurdukları bir adam değil, yine de istediğini genellikle elde etmiş, başta alkol geliyor tabii. Elli küsur yıllık kılıfın içinde sayısız şişe ve kadın dolanıyor, bir de ölen çocuklarının hayaleti. Hiç derinleşmeyecek bu karakter, anlatıcı rolünde hiçbir değişiklik yapmayacak, aynı tekdüze tonla muhasebeci gibi hesap kitap. “Kendimle barışık olmayabilirim, hiç değilse bunun farkındayım. Ya çok bilen sizler? Çoğu kez ücra hayatlarınızın içinden bana ahkâm keseceğinize inanabiliyor musunuz?” (s. 14) Okurunu, seyircisini muhatap alıyor anlatıcı, kendini aklamayı pek umursamıyor gibi görünse de umursuyor, son aylarını dikizleterek geçirecek. Geçmişine döndüğü zaman ya oyunculuğa dair anılara ya da çocuklarının ölümüne ne kadar üzüldüğüne değinecek, dönmese diye dua edeceğiz. Bir kadın varmış, diğerlerinin aksine gitmemiş, adamla üç yıl kalmış da iki çocuk vermiş, sonra mahkeme kararıyla çocuklarını almış. Bilgi düzeyinde kalan detaylar, anlatıcıyı daha yakından görmemizi sağlayacak tek öge oyuncu kadınla sürdüreceği ilişki. Komşunun evine giren hırsızlarla ilgili vaka, adamın oynadığı yapımlardan kazıdığı birliktelikler, unutuşa ve hatırlayışa dair vecizeler, meh. Delikanlının teki bir gün yanaşmış, konteynerde yaşadığını söylemiş, bizimki de tanıdık vasıtasıyla küçük bir rol ayarlamış da meşhur etmiş delikanlıyı, iyi de bunu olay düzeyinde tutunca leke gibi kalıyor ortada, bir şeyi genişletmiyor, anlamlandırmıyor, adamımızı iyilik meleği kılmıyor, iyiyken kötü veya ortalama insan olduğuna varmıyor, öylesine bir hadise. Arada sosyal medyayla ilgili bir iki sallama var, evlere şenlik. “Belki çoğunuzun evinde ben varım da siz farkında değilsiniz. Şu fotoğraf çeken telefonlar ve o boktan sosyal medya ortaya çıktıktan sonra insanlar kadrajı da, içine girenleri de umursamadan şakır şukur fotoğraf çekiyorlar, en iğrenç olanları beğenip sergiliyorlar, mutlu gözükenleri de önüne gelenle paylaşma teşhirciliğiyle o karanlık ağa katılıyorlar.” (s. 42) Teşekkürler, yirmi yıl öncesinden havadis geldi. Büyük büyük siteler yokken forumlarda -Paticik mesela- paylaşımlar yapılırdı da biri çıkıp teşhircilikten bahsedince düşündürürdü, şimdi bu kafadan emeklinin endişesiyle ne yapmalı? Evinde kitapları var, okumayı seviyor, süper ama klasik romanlardan başka bir şey yoktur kitaplığında, insanlara durduk yere çıkışmayı kimden almıştır? Muhatabına aşkı bilmediğini, bir eşten ötekine geçtiğini söylüyor, sonra aşkı kendisinin de bilmediğini ekliyor. Oyuncu kadınla yaşadığı ilişkiyle yaşama biraz sarılır gibi oluyor, kadına kısa süre sonra öleceğini söylemeyerek baltalıyor güzel olan ne varsa. “Tuhaftır, insan bazen bir sırrını koruyabilmek, görünümleri kurtarmak uğruna, değerli olduğunu bildiği bir şeyden bile feragat etmeye hazır oluyor.” (s. 84) Şey bu ya, “Metallica diye bir grup keşfettim, süper!” diyen insan. Ben bu kadar tuhaflığı kaldıramadığım için kadının kısmına geçiyorum, onun da anlatacakları var ve ne yazık ki adamdan hallice bir kadın. Yani iki kalas birbirini bulmuş derdim deseydim, onun yerine şekerparenin ne kadar magnifik bir tatlı olduğunu söyleyeyim.
Anlatıcı bu kez kadın, adamın anlatıyı açan cümlelerini aynen alıp kendini de aynı düzleme oturtuyor: herkesin tanıdığı ama hiç kimsenin adını bilmediği oyuncu. Yan rol, figüranlık, zirve noktasında yardımcı oyuncu, sonrası iniş. İkisi de iniyorlar, denk geliyorlar, kadın hemen âşık oluyor adama. Yaş farkı pek yok, kadın çok sayıda erkekle birlikte olduktan sonra uzun soluklu bir ilişki yaşamak istediği için geçmişini anlatmıyor, adam hiçbir zaman öğrenmemeli. Çocuğunu bilsin ama, kadının ayda yılda bir konuştuğu çocuğuyla ilişkisi diğer çoğu şey gibi anlatıya leke gibi yapışıyor. Geçmişinin de pek önemi yok sanıyorum, adamın geçmişi ne kadar önemliyse o kadar önemli, hiç. Bu hiçi düşündüm, katatonik ses yüzünden var. O kavram neydi, hani yapay zekânın yüzü insan yüzüne aşırı benzetildiği zaman korku doğuruyormuş, bu ses aynı duyguyu doğuruyor: robotumuz son derece gelişkindir, cinsiyeti değişsin değişmesin aslında aynı zamazingodur, bedensiz bir ağız olarak durmadan anlatır, anlatır. Kadının ölümle ilgili meselesinin olmaması pek bir şey eksiltmezdi metinden ama “kahkahâlârını” yitirdikçe, bedeni yaşlandıkça erkeklerin üşüşmediğini söylemesi gerçekten ilginç, bir kere bu metnin bir düzeltmeninin olmadığını gösteriyor, ikincisi yaşlanan bir kadının “pek iş yapmadığı”na dair malumat o kadar gerekli ki adama âşık olmasını başka bir şeye bağlamamamızı sağlıyor, yoksa kadın neden âşık olsun?
İki alıntıyla bitirmek istiyorum, ortalama zekâya ve entelektüel birikime sahip kişilerden ibretlik düşünceler resmen. Yazarken canım sıkıldı, yağmuru izleyeyim azıcık.
“Bir laftır gidiyor, çeşitli dinlerden, felsefelerden besleniyor, kendi olmak, birey olmak. Psikanaliz, Antik Çağ’dan beslendikleriyle bunu bize sundu, ondan önce de birçok izi vardı bu soylu amacın. Kendini tanı. Ben kimim? Saygıdeğer bir arayış kuşkusuz, kalıplara uyup hiç düşünmemek yerine, biraz çalışıp çabalayıp biri olmak, gerçek duygularına varmak, zayıflıklarını kabullenmek güzel bir amaç. Gel gör ki bunun da dejenere edildiği bir toplumda yaşıyoruz.” (s. 124) Gerisinde bir şey yok, kişisel gelişim kitaplarına, gurulara edilen laflar sadece. Öff.
“İnternet kendi başına başka bir dünyaydı, yeni bir gezegendi ve beni yalnızlığımdan çekip çıkartıyordu, yeni bir yaşam alanı veriyordu. Büyük olasılık gerçek adını bilmediğim, benim de adımı bilmeyen biriyle aklıma gelen her şeyi paylaşıyordum; birinde kendi gerçek dünyamın tercih ettiğim anlarını daha güzel ya da daha mutlu görünmek için beni izlediğini düşündüğüm kapalı bir alanda teşhir…” (s. 128) Yorum yok.
Cevap yaz