Michel Leiris – Boğa Güreşinin Aynası

Yasımı Tutacaksın ritüelin betimiyle başlar, aşkın bir anla. Seyirciler sunağın etrafında, ayin gerçekleşirken haykırıyorlar. Mantra: “Olé!” Matador sahne almadan önce toro yoruluyor, kanıyor, öfkesini buhar püsküren burnuyla gösteriyor. Yağmur yağarsa iyi ama aşırı yağış her şeyi mahvedebilir, seyirciler sıkı bir gösteri istiyorlar. Zemin çamursa matadorun işi biraz daha zor demektir, erotik dansı daha tehlikeli, ölümle yüzleşmesi daha riskli hale geldiğinde ablasına verdiği söz de biner omuzlarına. Günün sonunda ablasına bir ev hediye edebilir, yas tutturabilir, dengenin korunmasına bağlı. Kurallar bellidir, güreşin ilk iki bölümünde sorun çıkmaz ama üçüncü bölümde şiraze kayar. Leiris’in anlatımını ödünç alıp iki metni tokuşturayım, Demokles’in kılıcı bu kez Demokles’in tepesinde sallanmaktadır, pelerin hızla savrulur ve boğayı şaşırtır, az önce orada olanın yokluğu hayvanı sinirlendir. İkili bir yükseliş. Atların böğrünü deşen boğa dünyanın bütün ölümlerini boynuzlarının ucunda toplar, diğer yanda Bakkha kıyafetleriyle çılgınlığı imleyen matador kendini yaşamaya hazırlar, üzerine sinmiş ölümü kılıcını doğru açıyla saplayabildiği zaman boğaya geri verir. “Mızrakların, mimiklerin, imalı gülümsemelerin ve savrulan düşüncelerin arasından görünen şey her zaman ‘ölüm.’” (s. 15) Kırmızı kumaş, kılıçlar, takım taklavat törenin seyrini sağlayabilmek için sanat eserine dönüşüyor, diğer yanda öngörülebilirliği kısıtlı bir varlık var, Apollon ve Dionysos. “Kendimizi dünyaya ve kendimize teğet hissettiğimiz yerler” diyor Leiris, şeylerin sıkılaşan düzeninde giderek kayboluyor, ulaşılması zor hale geliyor, boğa güreşinin işlevi bu yitişi engellemek. Richard Dworkin’in Tanrısız Din‘inde değindiği: “Einstein bir tür aşkın ve nesnel değer denebilecek bir şeyin, tüm evrenin içine işlemiş olduğuna inanıyordu: Ne doğal bir olgu ne de doğal olgulara öznel bir tepki sayılacak bir değer.” (s. 14) Matador sırf bir sporcu değildir, kendini aşkınlığın tüm çizgilerini ve sapmalarını kucaklamaya adamıştır, geleneğin düzenlediği olayların içinde düğümü çözüp tragedyayı canlandıracaktır. Sanata bir parçası tıkıştırılır belki, uçuculuğu eserlerde sezilebilir ama tam anlamıyla deneyimlenebilmesi için aşkınlığın bir performansla ortaya çıkarılması gerekir, şölenlerde şamanların kötü ruhlarla savaşmaları veya tanrıların hışmından korunmak için rahiplerin sunaklarda kan akıtmaları geçmişte kaldıysa da ölüme meydan okumanın yolları tükenmemiştir. Trajiğin itmeli çekmeli hali eylemin sadece sadizmden ibaret olmadığını belirtir, matadorun maddi kazancı ve seyircilerin giderdiği eğlence ihtiyacı güreşin ulviyetini gölgelemez. Katı kurallar, seyre açılan yazgı ve belirsizlik bilinen dünyayı ortadan kaldırır, arena sahneye dönüşür, maskeli tragedya oyuncusunun yerinde şıkır şıkır giyinmiş, ışıklı elbiseler içindeki matador vardır. “Bir Sanattan Da Ötedir Boğa Güreşi” bölümünde Baudelaire’e yanlayan Leiris, matadorun şiddetli tutkusunu gösteren hareketlerini “ateşli ve hüzünlü” güzelliğe bağlar. Baudelaire güncesinde anlattığı çift ögeli güzellik kurgusunu sonsuza kadar yaşayacak değişmez bir ögenin yanına koşullara bağlı başka bir öge koyarak tamamlar, rastlantısallıkla sabitliğin çakışmasından doğacaktır güzellik. Zıt ögeler, iki kutup. Felaketle, günahla aynı safta duran karanlık sol ögeye karşılık ölümsüz güzellik, sağ öge. İnsanla hayvan arasındaki savaş, at ölülerinin yanında koşturan altın çocuk, kalabalığın karşısında birey, yani diyalektik bir yapı. Daha yakından bakınca ölümün kendini sık sık hatırlatması, hayvanla insanın temasına ramak kalması adeta Platoncu idea‘nın bir parçası haline getiriyor matadoru, canavarla temas kurduğunda ideaları devirip boğa felaketiyle yüzleşen matador pelerininin salınımını, kumaşının dalgalarını belirgin kılarak bir nevi büyücülüğe girişiyor ve boğa için nesnenin devamlılığını bozuyor, güzelliğin baş koşulu olarak sapmayı, şaşmayı ve uyumsuzluğu ortaya çıkarıyor. “Ve bu sürekli terazi hareketi, açık seçik görebildiğimiz büyüler bizi, başımızı döndürür. Çünkü besbelli tutkusal yaşamımızın derinliklerine tıpatıp uyan bir simgedir bu görüntü.” (s. 35) Buradan aşka ve erotizme bağlıyor mevzuyu Leiris, mücadelede matadordan doğan günah düşüncesinin erotizm alanına etkisini çözümlüyor ve sapma kavramının kökünü buluyor. İşin içine mutlaka girecek Freud, fallik figür olarak boğayı düşünelim, matadora yakınlaşır, sonra ondan uzaklaşır, adeta kur gösterisi. Son bir kılıç darbesiyle hayvan öldürülecek, parmaklar kana bulanacaktır. “Sokma hareketi”. Kalabalık gerçek bir orjideki figürler olarak varlıklarını hatırlatır, matador saldırganlığın cinsellikten kopamayacağını kanıtlar. Üç bölüm arasındaki geçişler tansiyonun yükselmesi için durak vazifesi görür, iki partner defalarca birleşip ayrılır. Son noktayı koyacak kılıç darbesi sevişmeden sonraki iğrenme aşamasıdır, kötülük veya nefret göstergesidir, kaynaşmanın olanaksızlığıdır. Bir ozan ya da âşık bu kadar sarih biçimde yaklaşamaz bu noktaya, yalnızca cambaz “bu kutsal baş dönmesini” temsil edebilir.

Trajik sanat örneği, erotizm, kutsallık, nihayet acı. Kurban etmede olduğu gibi kan dökmek doruk noktasıdır, tragedyada kahramanın ölümüyle gelen rahatlama bu kez kötünün cezalandırılmasıyla ortaya çıkar. İlk bölümde matadorun tayfası tam bir meydan savaşına yol açar, atların böğürlerini deşen boğa kızıl çiziklerle dolar. İkinci bölümde yardımcılar uyum içinde çalışarak şişleri üçgen oluşturacak biçimde saplarlar ki esas kılıcın gireceği bölge ortaya çıksın. Kurallar gereği yardımcıların da en az matador kadar cesur olmaları gerekir, en sonda kılıcı saplayacak olan matadora işaret bırakırlar, Leiris’e göre kurbana kutsal mücevherlerin takılması. Tam bir boyun eğdirme yoktur, karşıtların birbirini tartmasıdır mevzu. Üçüncü bölüm kutsalın devreye girdiği, duygusal çatlağın kendini açık seçik belli ettiği an boğanın ölümüyle sonuçlanır, tabii matador rollerin değiştiğinin farkına varmamışsa. Boğanın ölümü tragedyanın sona yaklaşmasıyla kutsalın yavaş yavaş ortaya çıkma sürecini tamamlar. Nedir, matador önce boğaya yaklaşmalı, mümkünse boynuzlara dokunmalı ve kendi sonuna ne kadar yakın olduğunu göstermelidir, bu yüzden her karşılaşma aradaki mesafeyi kapatır. Romanda bu yakınlaşma adım adım anlatılıyor, matadorun seyircilerden aldığı el olmasa boynuzlarla hemhal olacağını görüyoruz. Trans hali: Boğanın en belirsiz hareketlerini bile fark edebilecek kadar dikkatli olmak. Oyundur, daha da önemlisi erotizmin kaynağıdır. “Belki de her şey sonunda bir ustura ağzı kadar dar bir eşiğin tehlikeli dolayında, ince bir girişim bölgesinde ya da tam olarak kutsallık alanını oluşturan psikolojik bir no mans’s land‘de olup bitmektedir: (olası bir küfrü ya da saygısızlığı önlemeye yönelik bir engelden başka bir anlamı olmayan) tabunun yükseldiği doruk, şeylerin -kutsal olmayana özgü yönsüzlükten, biçimsizlikten vazgeçerek- solda ve sağda toplanmasını sağlayan sınır.” (s. 51) Ayna yapıcılar, anlaşılır biçimiyle “aydınlanmalarımızın bilinçli zanaatçıları” coşkunluğu yaymak için kötülüklerle uğraştıklarında dinlerin cevap bulamadığı soruları eylemle cevaplarlar: Ölümü kovmaktansa yaşamla karıştırırlar, biricik âna izleyicileri de katarlar. Geri dönüşü yoktur eylemlerinin, felaketle sonuçlanırsa çift ögeli güzellik ortadan kalkar, ritüelin bir parçası olan ölü atların aksine ölü matador sihri bozacaktır. Bunu Stephen King de anlatıyordu bir romanında, Leiris gibi anlatmıyor tabii de ip üzerinde yürüyen cambazın aşkınlık duygusu uyandırmasını ve düşerken geride dehşetten başka bir şey bırakmamasını anlıyorum. Bu metinde tanrısız dinin bir parçasını görüyoruz, insanların neden boğa güreşlerini sevdiğini anlıyoruz ve ister istemez kendimize teğet anları arıyoruz. Bir manzaraya bakmakla halledilemeyecek mevzu ama boğanın karşısında tek başına dikilen bir adamı görme ihtimali az, o yüzden Burgazada’ya bakıp kendime coşku devşireceğim. İyi, birileri de bu kitabı okursa boğa güreşinin felsefi temellerini anlayabilir.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!