1970’lerin sonlarında ne olduysa Anday’ın denemelerinde yer bulmuş. Seçimler, Ecevit’in iktidarı, CHP’nin merkez solda konumlanması, daha soldakilerin CHP’ye yanlaması için çağrılar, Demirel’in halkı galeyana getirecek demeçleri, konuşma kabızı politikacıların televizyonda millete fenalıklar geçirtmesi, ders kitaplarındaki yerli ve milli bilgiler, daha da neler. Felsefe ders kitabında Antik Yunan felsefesinin biraz şey olduğundan, tarih kitabındaysa II. Abdülhamid’in süper bir padişah olduğundan bahsediliyormuş mesela, 1930’lardaki ders kitaplarında padişahın ne kadar tırt olduğu anlatılırken kırk yılda değişmiş işler, dikkate şayanmış. İslam devleti kurulacakmış herhalde, Anday okurlarını uyarıyor. Zekeriya Sertel’in yurda dönme ihtimali doğunca Tan‘ın basılmasından da bahsediyor, Hüseyin Cahit Yalçın’ın yestehlediği meşhur yazının yanında Cumhuriyet‘in Sertel çiftini azılı komünistler olarak göstermesinden sonra vatanını milletini aşırı seven üniversiteli gençler mekânı basarak kırılmadık alet bırakmamışlar, akabinde Serteller can güvenlikleri sebebiyle yurt dışına çıkmak zorunda kalmışlar, malum. Anday’a göre çok partili demokrasiye geçiş reçetesini vermiş Zekeriya Sertel, yaptığı bir bu. Yeni anayasa, yeni parlamento, yeni CHP, aslında çok da bir şey söylememiş, Ahmet Emin Yalman’ın Vatan‘ı da rejimi eleştiriyormuş ama haber almış olacaklar, Sabiha Sertel’in uzattığı eli iterek malum gazeteyle hiçbir ilişkilerinin olmadığını belirtmişler, saldırı günü kalabalığın gösteri duruşuyla yırtmışlar. “Şunu da ekleyeyim; o zaman Tan gazetesini milliyetçilik duyguları ile yıkan gençlerin birçoğu sonradan bu bağnazlıktan vazgeçmişlerdir; içlerinde sosyalist olanlar da vardır. Bunlarla eski günleri konuşurken kafaları bunca bağnazlığa; sertliğe; acımasızlığa iten propaganda gücü nasıl bir güçtü diye düşünürüm!” (s. 240) Doğrudan siyasi atmosferle ilgili yazılara iyi bir örnek bu, Anday’ın sanattan yola çıkarak siyasete vardığı yazı da çoktur, estetikten şiire değinmediği konu yoktur da bir şekilde güncelin harala gürelesine bağlar değindiğini. Proust’un noktayı koyduğu zaman artık ölebileceğini söylemesi diyelim, yıllar boyunca yatakta harıl harıl yazan adamın tutkusunu anlamak kime kısmettir, öylesi bir iradenin karşılığı memleketimizde mevcut mudur? Bizim burjuvalar muadilleri gibi sanatla uğraşmazlar da para kazanıp harcamaya bakarlar, dolayısıyla Proust’a deli diyeceklerdir. Yetmez, bazıları Shakespeare’i eski bulacaktır, çağımızdan bir parça olsun yoktur o oyunlarda. Bunun yanlışlığı bir yana, Demokrat Parti iktidarından beri sürekli kazanma tutkusuyla dolan kodamanlar ne sanata ne düşünceye yüz verirler, resimlere saçtıkları paralar sırf gösteriş içindir. Salâh Birsel’den gelmiştir buraya Anday, o azimden bahsederken nerelere uğradığına kendi de şaşar hatta, bağlamayı da çeker en son: “Bütün güçlü yazarlar gibi, o da kendini geride tutmasını, bizi düşünceler dünyasına atmasını çok iyi bilir. Mayasında çalışma, içtenlik, bunca yıllık başarılı ozanlığın verdiği deneyim yatan, ama paracılık tutkusunun önem vermediği bir çaba. Toplumsal yaşamımızın nerdeyse korku verici görünümü içinde, ne kurtarıcı bir olay.” (s. 236) Birsel öyleydi, tek başına vardı. Dostları yok değildi ama küme oluşturmaya çalışmadı, çok değerli bir tutum. Bugün gördüm, yine birileri kaç gündür hunharca övülüyor, hemen uzaklaştım. Güruhtan uzak durmak lazım, topluluk oluşur oluşmaz hızla vasatlaşıyor, korkunç. Kim değiniyordu buna, Halikarnas Balıkçısı. Azra Erhat’a yazdığı mektuplarda basın dünyasından birilerinin kıçını öpmediği için dışlandığını, milletin birbirini yalaya yalaya pırıl pırıl olduğunu söylüyordu, tam isabet. Ada olunur işte, görkemli yalnızlık mı, ne bu, görkeme gerek yok, yüceliğe de gerek yok, itibarlı yalnızlık? Düz yalnızlık. İyi. Yalnızları öne çıkarıyor Anday, sokaklarda çatışmalar sürerken İstanbul Üniversitesi’nin çıkardığı Dilbilim nam dergide yazanlara teşekkür ediyor bilimsel araştırmayı ülkenin gündemi yüzünden bırakmadıkları için. Yazının başında Pavlov karşılıyor okuru, devrim sokakları kasıp kavururken laboratuvara geç gelen asistanına kızmış Pavlov, bilim her şeyin önündeymiş onun için. Kimdi o, dışarıda ülkesi işgal edilirken odasına kapanıp yazan Thomas Mann’ı eleştiriyordu biri, sonra Mann’ın metinler yoluyla tepkisini ortaya koyduğunu ama geç kaldığını anlatıyordu. Anlık değişimlere anlık tepkiler, bir güzel tartışılır. Neyse, bu dergide nesnel, metodik eleştiri örneklerinin yer aldığını söylüyor Anday, Ataç gibi gönülden eleştirenlerden sonra nesnel eleştirinin piyasaya çıkmasından memnun. Ülkedeki bilimsel, sanatsal ilerlemeleri yakından takip ediyor, heykelciliğimizden halk şiirimize geniş bir yelpaze üzerinde akıl yürütüyor, dünyadaki gelişmeleri de kaçırmıyor bu arada. Paragraf lazım buna da iki örnekle geçeyim, bizde sanat akımlarının başarıyla ithal edildiğini ama akımların ötesini berisini araştırmaya kimsenin tenezzül etmediğini söylüyor, kopukluğa neden oluyor bu. “Faydalı insan” mesela, bir ara eleştirmenler bu faydalı insanın yer almadığı metinleri deli gibi eleştirmişler, Jdanov’dan el almış gibi abanmışlar yazarlara da kimse ne faydayı ne insanı incelemiş, temellendirmiş. Platon’un şairleri ülkeden atmasına varacak bu, daha dün Savater’de okudum, Anday’a göre de olumsuz örnekler üzerinden ilerleyebilecek anlatıların göstereceği çok şey var. Oblomov önde mesela, metindeki pek faydalı kişi değil. Bizde Râkım Efendi var, kıyaslandılar mı acaba, var mıdır bir makale falan? Siyasi, ekonomik, toplumsal durumları -arada dağlar olmasına rağmen- bu iki karakter üzerinden incelemek ilginç olurdu. “Tiyatro ve Şamanlık” adlı yazı şahane, Metin And’la Amerikalı bir akademisyenin tiyatro tarihi üzerinden ilişkilerini özetliyor. Antik Yunan’a tiyatro maskelerle gelmiş, muhtemelen Sümer maskesini de sanatın bir parçası olarak götürmüş Yunanlar, And bu olgu üzerinden Anadolu’daki toplulukların dramatik oyunlara çok daha önceden sahip olduğunu iddia ediyor. Orta Asya’dan gelen toplulukların kendi “oyunları”, bir de şamanları var, Amerikalı bu çıkarımlardan hareketle şamanlıkla dram arasındaki büyük benzerlikleri kullanarak Dionysos törenlerine yüz çevrilebileceğini söylemiş de katılmamış buna And, iki tür de yan yana var olabilirmiş. Katharsis konusu da dikkate değer: “Bunu biz şimdiye dek seyircinin arınması biçiminde anlıyorduk. Oysa seyircinin bir oyuna bakması ile ritüele karışmasının birbirinden çok ayrı şeyler olması gerekir. Kral Oidipus gözlerini çıkardı diye seyirciye bundan bir arınma payı düşeceğine hiçbir zaman aklım yatmamıştır. Ama Şaman’ın hekimliği, hastaları sağalttığı göz önüne getirilirse katharsis‘in ‘iyileştirme’ anlamı daha sağlamca yere basar.” (s. 208)
Orataya karışık: İkaros’un sanattaki seyrini hayranlıkla anlatıyor Anday, “uçak buluşunun ilk deneyimi” İkaros’u Ovidius yazdı, sonra Roma’da heykeller, resimler yapıldı ama en ünlü eser herhalde Bruegel’inki, detaylara baktığımızda tarlasını süren çiftçinin altında dağı taşı gözlemleyen çobanı, çoban mı o, adamı görürüz. Herkes kendi havasındadır, İkaros artistik bir hareket sergiler gibidir, kanatlarını yakması ve hareketleri kimsenin umurunda değildir. Serüven sürüyor, W.H. Auden şiirini yazıyor mevzunun, onca önemli olay olurken işine gücüne bakan insanlardan duyduğu şaşkınlığı anlatıyor. Anday nereye bağlıyor olayı, süper: “İşte insanlar da çoğu zaman o atla köpek gibidirler. Burunlarının dibindeki işkenceyi, zulmü, baskıyı görmezler, görmek istemezler, başlarını çevirirler, kendi işlerine dalarlar. Alanı daha da genişletirsek daha büyük karşıtlar bulup şaşırırız. Bir yanda savaş, kıyım, kırım; öte yanda düğün dernek. Yaşam, kuşbakışı bakılınca Bruegel’in resimlerinde gösterdiği gibidir.” (s. 202) Sanatçılar gerçeği göstermekle yetinip ötesini alımlayana bıraktıkları için büyüktürler, esere dahil olmamışlardır, mesafe ortadadır.
Anday’ın nereden nereye zıpladığını izlemek hoş, iyi denemeler bunlar.
Cevap yaz