Hikâye buruk, güzel, iyi, tamam. 10 15 yıl yıl sonrasından sesleniyor anlatıcımız, göreliliğe göre zamanın uzayıp kısaldığını hatırlatıp mevzunun günümüzde de geçebileceğini hatırlatıyor ki geleceğe dair tek yenilik sadakanın kredi kartıyla ödenmesi olsa gerek. Kıyak Müslümansınız, geliriniz iyi, sadaka ödemiyorsunuz. Hizmet kapınıza geliyor, mübarek bayram gününde bütün dümeni anlatıyor Muzaffer kardeşimiz, bu yüzden hemen her bölümün sonunda sakada şirketinin reklamını yapıyor, internet sitesini paylaşıyor, vecizeleri bir bir sıralıyor, matrak. Patronu Baba Derman namussuzunun babası Hüseyin Derman kıdemli bir dilenciymiş Sultanahmet’te, uzaktan akrabası Mümin Kavikol reisicumhur olarak göreve başlayınca Derman familyasına, “Yürü ya kulum,” demiş göklerden biri, yürümüşler. Aile hakkında malumat veriyor Muzaffer, aralara 15 yıl sonrasının haberlerini sıkıştırıyor. 5 Mayıs Ekonomik Kararları, Suriyelilerin göçü, İzmir’deki belalı mahallelerden birinde hızla artan Suriyeli nüfusu, bir dünya şey. Şirketin işleri sağlam, Muzaffer yanına kardeşi Peri’yi de aldığı günlerde sadakaya doymuyor, şirkete bıraktığı paydan arta kalanıyla geçinip gidiyorlar bir güzel. “Birinci Sınıf Dilencilik İşletmeleri Ücret Tarifesi” diye bir liste sunulmuş bize, şu cinci hocaların tarifelerini andırıyor. Sınav başarısı, evlendirme, öğretmen ataması gibi pek çok kolda hizmet sunuluyor, dualar işe yaramazsa geri ödeme yok. Peri’den ötürü geri istemezler gerçi ödemeyi, kız 12 yaşında ama 70’inde gösteriyor, şu erken yaşlanma hastalığı, genetik. Teyze kızıymış Peri, bir gün kapıya bırakıvermişler. Baba evi terk edip gidince bütün iş anneye kalmış, anne de bileklerini kestikten sonra yapacak bir şey yok, 16 yaşındaki Muzo ve Peri dünyada yapayalnız. Baba ihanet etmiş Muzo’nun anladığı kadarıyla, evdeki kavga gürültüden bıkan baba çekip gittikten sonra telefon görüşmeleri sürmüş, anne telefondayken öyle iğrenç bir şeyi çocuklarına nasıl anlatacağını bilemediğini söyleyip ağlarmış. Afet’miş kadının adı herhalde, aslında anne hâlâ çok güzelmiş, Muzo neler döndüğünü anlayamıyor o yaşın masumiyetiyle. Bu noktada Anıl’ın uçları zorlamasından bahsetmeli, cinsel normlarda açtığı gedikler hoş. Anne bir gün sandalyenin üzerinde tavana uzanarak iş görürken Muzo annesinin kalçalarına ve bacaklarına bakıyor, içini bir sıcaklık dolduruyor. Sonradan gireceği jigololuk işinde hizmet sunacağı garip insanlarla münasebeti için iyi bir temel. Bir iki detay daha: Bir süre idare etmelerini isteyen eşini evden kovan anne kusacakmış gibi hissettiğini söylüyor, aslında okur için kuvvetli bir ipucu. Gizden bahsedilebilir mi bilmiyorum, belki Anıl mevzunun çok daha geç çözüleceğini düşünmüştür veya okurun dalgayı çakmayacağına güvenmiştir, sonuçta işkillenmemiz için yeterince detay vermiş. Baba bir gün çocukları öpüp gitmiş işte, rahatça geçinmeleri için yeterince para bırakmış, ünlü bir doktormuş zaten. İzmir’deki belalı mahallelerden birinde yaptırdığı evinde Afet’le birlikte yaşıyormuş, başlarına bir iş gelmesin diye civardaki insanlara ücret almadan bakıyormuş, yardımsever birine benziyor. Çok sonra Sınır Tanımayan Doktorlar’a katılıp Uzak Doğu’ya gittiğini de öğreneceğiz, taşlar iyice yerine oturacak. Şimdilik hikâyeye bağlı kalalım, gerçi Afet dışında hemen her şey, yaşanan pek çok olay yaşanmadan veriliyor zaten, örneğin Peri’nin öldüğünü öğreniyoruz ki ölecek zaten, o bozuklukla yaşayanların ömürleri çok kısalıyor. Muzo’nun hapse girdiğini öğreniyoruz, 18 yaşından küçük olduğu için birkaç yılla yırtacak neyse ki, jigololukta istikbali parlak olduğu için kimleri düdükleyeceğini belirlemiş. Afet’i öldürdüğü için hapse girdiğini başlarda söylüyor, elinden başkası gelmemiş. Otuzuncu sayfada falan çözmüş olabilirim ben, yani şimdi hepimiz Şabaniye‘yi defalarca izlemiş çocuklarız. Tamam, Kemal Sunal’ın en kötü filmlerinden biri olabilir ama Erdal Özyağcılar’ın canlandırdığı o acılı âşığın hallerini unutmak mümkün değil. Şaban yoksa Şabaniye var, Şabaniye yoksa Şaban var, ikisi hiçbir zaman yan yana gelmiyor. Eh, Muzo da babasının evini bulup kapıda dikilirken Afet’le karşılaştığı, Afet’in davetiyle hemen her hafta onca saatlik yolculuğu çekip ziyarete gittiği zaman babasının erkenden çıktığını işitiyor hep, hemen ışık yanıyor kafada. Adam oğluna göz kulak olmak istiyor, eşinin öldüğünü biliyor tabii. Peri’nin gelmemesinden rahatsızlık duyduğunu göstermiyor hiç, Peri de ziyarete gitmiyor zaten, gizliden görüştüklerini düşünebiliriz veya düşünmeyebiliriz, okurun keyfi.
Afet’in yaşama dair söylediği büyük laflardan rahatsızlık duyabiliriz biraz, hikâyeden kopuyor o bölümler. Yeni kişiliğini çok sevdiğini de görüyoruz, “kah kah kah” diye attığı kahkahalar camları titretiyor muhtemelen, uşağına böcek gibi davranmasınınsa iler tutar yanı yok. Muzo’yu hemen uyandırmıyor tabii, çocuğa babasının yakında geleceğini ve kendisini görmekten memnun olacağını söylüyor, çocuk da ne döndüğünü anlayabilmek için bazen çok erken geliyor veya alakasız zamanlarda baskın yapıyor ama babasını göremiyor haliyle, uşak ve Afet rahatsız olsalar da hemen toparlayıp gündelik rutinlerine dönüyorlar. Afet sevgilisini çocukluktan beri tanıdığını, hiç ayrılmadıklarını ve nihayet bir araya gelebildiklerini sevinçle anlatıyor, finalde patlayacak gerçeğin ayak sesleri bunlar. Aslında şimdi düşününce, Anıl gerçekten de bunu bir sürpriz olarak düşünmüş çünkü anlatı Afet’in gerçeği söylemesiyle bitiyor, çakmayanlar için tokat etkisi yapacak bir final. Belki o kadar açık etmemeliydi Anıl, bazı şeyleri daha az görünür kılabilirdi, bu açıdan metin kıymetini yitiriyor biraz. Bunun dışında anlatım dört dörtlük, zaman çizgisinin orasından burasına atlamalar, şurasından neresine geçişler, teknik başarılı. Muzo’nun cinsel hikâyeleri de başarılı, dükkâna gelen ipsiz sapsız bir elemanın gazlamasıyla jigololuğa başlayınca ne kadar tuhaf insanların yaşadığını görüyor. Birinin bacağı yok, bu sayede toplam dört bacakla yapılamayacak atraksiyonlara girebiliyorlar. Aşiret benzeri bir ailenin zihinsel engelli kızlarıyla sevişiyor mesela, onun detayları da pek tuhaf, Anıl’a bu bölümlerde hayranlık duydum. Hapisten sonra bu ailenin yardımıyla parayı kıracak Muzo, kızın babası evlenmelerini teklif ediyor. Muzo kıza bakacak, boş zamanlarında istediğiyle sevişebilir, istediği yere gidebilir, hiç önemli değil. Bakıcılık. Aileler gözyaşları içinde sokuyorlar odaya Muzo’yu, kızlarına zarar vermemesini rica ediyorlar falan, ilginç şeyler. En ilginci aslında Muzo’nun Afet’e yeşillenmesi olurdu, o kadarı olmamış. Afet’in gariplikleri bitmek bilmediği için şaşırtmazdı açıkçası, kadın her gün elli yere telefon ediyor, dünyanın her yerine. Huy, arkadaşlarıyla konuşmak zorunda. Danimarka’dan Yeni Zelanda’ya aramadığı yer yok. Hediyeler gelmiş, evin bir bölümü müzeyi andırıyor. Afet kendi gibilerle konuşuyor olsa gerek, birbirlerinden güç alan bir grup insan, dışlanmışlar. Muhtemelen aynı yerde ameliyat olmuşlar, Uzak Doğu’da. Bunun hikâyesi yok ama dikkat çeken başka hikâyeler var, Afet bir gün Muzo’nun babasının vicdanlı hikâyesini anlatıyor mesela. Baba ameliyat ettiği hastalardan birinde vicdanı bulmuş, karnın az üzerinde bir organ. Çok şaşırmış adam, marşmelova benzeyen bir şey. Buluşunu dergilerde yayımlatıp meşhur olma hayalleri kurmuş baba o an, sonra asistanının kolunu dürtmesiyle kendisine gelmiş. Hikâyeyi olduğu gibi aktarıyor Afet, Muzo’nun yalancılık suçlamasını babasının yalan söylemediği iddiasıyla savuşturuyor. Burada hoş bir numara var yine, babası gerçekten de yalan söylemiyor o an Muzo’nun. İnce.
İyi kurulmuş bir roman, anlatıcı hep Muzo ama her bölümde farklı bir karaktere yoğunlaşıyor, kendi dahil. Peri’nin ölümüne üzülüyoruz, Afet’in çıkıntılıklarına sinir oluyoruz, Muzo’nun şapşallığına sinirleniyoruz. Ne bileyim, tekrar dönüp bakmayacağım bir roman ama okuduğuma pişman da olmadım. Denk gelen okusun diyeyim.
Ek: Muzaffer’in jigolo adı sanırım, “Victory”. Matrak.
Cevap yaz