Kitap 2015’te yayımlanmış, geleceğin teknolojisi denen pek çok şey çoktan geldi, bu açıdan metnin güncel olduğu pek söylenemez ama ele aldığı potansiyel sosyoekonomik sorunlar geleceğin de güncelinde yer alacak muhtemelen. Otomasyonun problemlerinden bahsedilirken Amazon’un kafaya düşebilecek drone’ları tehlike olarak görülüyorsa da anlık bilgi akışıyla insansız bölgelerden gidebilecek araçlar yapabilmek mümkün. Evet, kafama düşecek beş kiloluk bir kargo sıkıntılara yol açabilir ama tepemden de uçmaz sanıyorum. Bütün bunları bir yana bırakınca geriye insanlığın otomasyonla ne yapacağı kalıyor geriye, kaymak tabakanın otomasyona sahip olup robotlarla kendini koruduğu, geri kalanın sefalete sürükleneceği gelecek yakın, diğer tarafta robotların ve yapay zekânın sağlayacağı değerin olabildiğince eşit dağıtılması var, bu durumda cümleten yırtıyoruz. Aslında 250 yıllık mevzu, üretim aygıtları nasıl kullanılacak ve mülkiyet problemleri nasıl çözülecek, Ford daha çok bu noktalarda akıl yürüterek olası senaryoları inceliyor. Son kırk yılda tipik bir üretim işçisinin aylık geliri %13 azalmış, üretim %107 artmış olmasına rağmen bu durum böyleyse tepedeki %5’lik dilim konusunda düşünmemiz gerekiyor. Teknoloji sürekli ilerliyor, zamanı gelince oturduğumuz yerden her ihtiyacımızı karşılayacak hale geleceğiz muhtemelen, akıllı sistemlerle sağlık problemlerimiz anında çözümlenebilecek. Nanoteknoloji sayesinde odamızın ameliyat salonuna dönüştüğünü, atomların iteklenerek robot uzuvlara dönüşüp tümörümüzü cırt cırt keserek aldığını düşünelim. Çok kısa bir sürede iyileşip hayatımıza devam edebileceğiz, besinler robot uzuvlar gibi önümüzde beliriverecek, hızlı bir dünya. Daha yavaş gidelim, marketler otomatik makinelerden oluşursa koca alanlara doldurulmuş elektronik kutuların önüne giderek istediklerimizi hızla temin edebileceğiz, azalan ürünün yerine hemen yenisi gelecek, sonrasında şoförsüz araçlarımıza atlayıp programlanmış istikametlerden birini seçerek gönlümüzün götürdüğü yere gidebileceğiz. Bütün bu zamazingoların sahipleri servetlerini paylaşma konusunda pek istekli olmayacaklardır, özellikle onca iş kolu ortadan kalkmışken. Marketlerde tek bir çalışan yok, restoranlar otomatik, şoförlük tarihe karışmış, bu durumda hızla artan dünya nüfusunu felaket bekliyor demektir. Her yeni teknolojinin yeni iş kolları getirdiğine dair görüşler de zayıflıyor, 2010’da yapılan bir araştırmaya göre 2000-2010 arasında ortaya çıkan yeni iş kolu yok. Sıfır. Zaten otomasyon yeterince ilerlediği zaman insansı olan veya olmayan yapay zekâ olası yeni iş kollarının istihdam kapasitelerini anlamsız hale getirecek, eğer insandan daha verimli ve ucuz çalışan makineler bugün çoğu işimizi halledebiliyorsa gelecekte çok daha iyileri ortaya çıkacağı için koltuğumuza oturacak muhtemelen. “Üretimi ülkeye geri taşıma” meselesinde artan işçi maliyetleri, nakliye ücretlerinin yükselmesi gibi etkenlerin yanında gelişen teknolojiyi de saymalıyız artık, kâr oranı artacaksa herhangi bir şirket Çin’deki fabrikasını kapayıp ABD’ye geri taşıyabilir. Müşteri pazarına yakın bir yerde üretim yapmak da ek bir kazanç sağlayacak tabii, binlerce dolarlık ürünleri Çin’de üretmek maliyetleri düşürmüşse de Çinlilerin bu ürünleri alabilecek ekonomik durumları yok, dolayısıyla bu ürünler Avrupa ülkelerine ve ABD’ye gönderilecekse giderler artacak demektir. ABD’li şirketin ABD’li işçiyi çalıştırması da bir başka mesele, otomasyon geliştirme faaliyetleri için milyonlarca dolar ayıran şirketler çalışanları daha verimli bir hale getirmektense onları tamamen ortadan kaldırmayı düşünüyorlar, üretim memlekete dönse de işçilerin durumları pek iç açıcı gözükmüyor. Milyar dolarlık şirketlerin çok az işçi çalıştırdığına dair bilgi veriyor Ford, elli kişilik bir ekip dünyanın en zengin şirketinin devamlılığını sağlayabiliyor. Binlerce insanın çalıştığı fabrikalar ortadan kalkıyor, son yıllarda ABD’deki borsalarda çalışan insanların sayısı %50 azalmış örneğin, yapay zekâ borsadaki gelişmeleri takip ederek al-sat emirlerini programlandığı üzere yerine getirebiliyorsa insan faktörü önemsiz. Öyle ki bilgi akışını milisaniyelik ölçüde hızlandıracak altyapı çalışmaları için milyon dolarlar ayrılıyor, dağlar deliniyor, fiber kablolar dağa taşa döşeniyor sırf bu yüzden. İşin başka bir vahim boyutu da McDonald’s’ta işe girmenin istatistiksel olarak Harvard’a kabul edilmekten daha zor olması, Ford bu konuya dikkat çekiyor. Eskiden üniversite öğrencileri okul ücretlerini ödeyebilmek için fast food restoranlarında yarı zamanlı çalışırlarken şimdilerde yaşlı kesim tam zamanlı çalışıyor, yaş ortalaması otuz beşmiş mesela, oldukça ürkütücü. İş bulmak giderek zorlaşıyor, vasıfsız işçilerin durumları daha da kötüleşecek.
Otomasyonun değil, sermayenin yarattığı olumsuzluklar bunlar. Otomasyon henüz iki sektörde yeterince yayılamamışsa da kısa süre sonra eğitim ve sağlık alanında da sermayenin el değiştirmesi gerçekleşecek, eski usul yatırımcılar topu atacak. Uzaktan eğitim, sertifika programları ve hayal edemediğimiz çok daha farklı eğitim biçimleri binlerce dolar harcayıp birkaç binaya tıkılan öğrenciler için yeni alternatifler ortaya çıkarıyor, çıkaracak. “Diplomalı işsizler” dünyanın her yerinde büyük bir problem haline geliyor, üniversite diploması lise diplomasından hallice olduğu için en azından yüksek lisans da yapmalı, ardından doktora derken iş hayatından uzaklaşılıyor bu kez. TikTok gibi uygulamalarda mezuniyetteki mutlu hallerinden sonra fast food restoranlarındaki bezginliklerini sergileyen işçileri görebiliyoruz, yüksek eğitimin yüksekliği tartışmaya açık. Uzaktan eğitimin yüz yüze eğitimden daha çok talep gördüğü istatistiklerle ispatlanmış, kopya gibi problemlerin çözülmesini sağlayacak gelişmelerle bu iş ilerleyecek gibi duruyor. Sosyalleşmenin getirdiği tatmin ve verim de bir şekilde sağlanırsa üniversiteler kablolara indirgenecek demektir. Gerçi işin başındayız daha, sınav kâğıtlarını okuyan yapay zekâya karşı protestolar düzenlenen günümüzde geleceğin eğitim sistemi pek uzak. Sağlık sektörü değişime daha da kapalı, ABD özelinde sağlık sigortalarından hastane masraflarına kadar pek çok etken insanları yolmak için düzenlenmiş, pastanın pay sahipleri değişime zorlanana kadar her şey bu şekilde ilerleyecek gibi dursa da teknoloji geliştikçe doktorlara ihtiyaç kalmayacak. Binlerce makalenin aynı kaynakta toplandığını düşünün, sağlığına bir türlü kavuşamayan hastanın tedavi yöntemine bu kaynaktaki makaleler vasıtasıyla ulaşılabilir, hastanın verileri programa yüklenir ve tedaviyi içeren makale -dünyanın öbür ucunda, birkaç bin insanın konuştuğu bir dille yazılmış olsun- şak diye çıkar, müthiş bir gelişme. Almanya’da rastlanan nadir bir vaka House izleyen doktorlardan birinin sayesinde sağlığına kavuşmuş, bunun çok daha gelişmiş bir versiyonu sağlıkta devrim demektir. Zamanı gelince.
İnsansı yapay zekâ için ayrı bir bölüm var, Ford bu alanda çalışan bilim insanlarının düşüncelerini değerlendiriyor. Kurzweil’ın görüşlerini biraz uçuk buluyor mesela, tekillik bir gün ortaya çıkacak olsa da yakın bir zamanda değil. Yapılan bir araştırmaya göre bilim insanlarının bir bölümü yapay zekânın, tekilliğin hiçbir zaman icat edilemeyeceğine inanıyorlar, bir kısmı bu yüzyılın sonuna kadar zaman veriyorlar, bir kısmı da önümüzdeki otuz yıl içinde çok acayip noktalara ulaşabileceğimizi iddia ediyorlar. İki uç da pek makul değil, param olsa yüzyılın sonuna basardım sanırım. Japonya’da nüfusun hızla yaşlanması ve göçmenlere karşı uygulanan katı politika yüzünden yaşlı bakım hizmetleri problem teşkil etmeye başlayınca yardımcı robotlar üretilmişse de bu robotlar pek bir iş yapamıyor henüz, yıllar boyunca geliştirilmeleri lazım. İnsansı robotlar üretiliyor ama ince işlere vakıf değiller henüz, Boston Dynamics gibi şirketler aklımızı zorlayacak prototipler üreterek biraz düşündürüyor gerçi. Yine de uzağız, en erken orta vadede bir şeyler olabilir. Bu konuda Max Tegmark’ın Yaşam 3.0‘ı oldukça bilgilendirici, ilgilisi okumalı.
Otomasyon gelişiyor, çok geç olmadan insan vaziyet almalı. Metnin olayı bu.
Cevap yaz