Mark Haber – Reinhardt’ın Bahçesi

1907, Río de la Plata, Ulrich’in dev yılanlarla ilgili söylediğini anlatıcı duymuyor, duyuyor, ateşli hastalığının karmakarışık ettiği aklının parçalanmasını önlemeye çalışıyor, öleceğini bilmesine rağmen son bilinç kırıntılarını bir arada tutmak için kendine dışarıdan ve içeriden bakıyor, dışarılık ve içerilik, ağaçların arasında uzanan adam kendisi, tanıyor, Ulrich sonu gördüğü için arkadaşlık etmeye çalışıyor, adamın üzerine eğilmiş, anlatacağı hikâyeleri onca zaman içinde nasıl tutmuş da döküyor şimdi, Jacov az ötede defterine notlar alıyor, kayıtsız, ölümün yakın olduğunu biliyor ama melankoliyle, hayatının en önemli araştırmasının nesnesiyle ölümü bir araya getirmenin yollarını ararken ölüm az ötesinde gerçekleşen bir olay değil, bir konu sadece, yerliler Jacov’dan nefret etmelerine rağmen oklarındaki zehirleri suyla seyreltmekten veya eşyaları saklamaktan öteye gitmiyorlar, Jacov umursasa da hedefinden şaşmıyor, yardımcıları ölse de şaşmayacak, anlatıcı on bir yıl boyunca ustasını Hırvatistan’da, Macaristan’da, Almanya’da, Rusya’da ve Uruguay’da takip etmişse patolojik bağ, insanlık ve insanlığa dair kuru hayallerin peşinde koştuysalar da Jacov’un Yasnaya Polyana’yla yaşadığı beraberlikten sonra uyanması, Tolstoy’un yeğeni mi, Tolstoy’u ziyarete gittikleri zaman karşılaştıkları akrabası mı, biriyle çarpıştıktan sonra o tanrısallıkta, yalıtılmışlıkta da aradığını bulamayacağını anlayan Jacov’un istikamet değiştirmesi yüzünden balta girmemiş, belki girmiş de pek kesmemiş ormanlarda dolanıyorlar ki melankolinin en büyük teorisyenini çekildiği inzivada bulabilsinler, melankolinin yemyeşil asmalar gibi manzaraya saçıldığı mekânı keşfederlerken usta Emiliano Gomez Carrasquilla’yı bulabilsinler, melankolinin temelini yani, bulabilsinler, anlatıcının düşündüğü gibi Avrupa’da doğmamış melankoliyi ıssızlıkta arayıp bulmanın zahmetini on bir yıl çektikten sonra, Sonja onlarla birlikte gelmemiş çünkü bir bacağı yok artık, bir bacağını sarmalın göklere yükselen kısımlarından birinde bulacağız ama önce bir araya gelsinler, kaplıcada birbirlerini tanısınlar, yolun bir yerinde kişisel tarihçeleri çıkarılsın, Jacov’un demir iradesine nasıl kapıldıkları gösterilsin, anlatıcının ateşle yanan bedeni sancıyı doğurduğu kadar bulanık zihni de parçaları teker teker sahneye koyuyor, Seneca’yı andırır bir mutlaklığa sahip Jacov’un sınırsız zenginliği o bulanık zihinde parlıyor, tütünden gelen zenginlik, ailenin toptan reddedilmeyişiyle gelen zenginlik, aile evini parça parça genişleterek grotesk bir mimariye kapı aralayan Jacov’un zenginliği, açıların tuhaf davranmaya başladığı mekânda dağılan zenginlik, öyle ki hangi kapının nereye çıktığı belli değildir artık, duvarlar giderek daralır, birleşir, ayrışır, çözülür, yükselir, alçalır, ev melankoliyi tuhaflığıyla kurmaya çalışır ve Sonja’nın, kaplıcalar fahişesinin, kayıp ruhlardan sekse en müsait olanının, sekse müsaitliği düşündüreninin bacağını kapıverir, Jacov seksle açığa çıkarmaya çalıştığı enerjiyi melankoliyle eşlemeye çalışır, kadını cinsellikle yüceltir, kendini yüceltir, melankoliyi yüceltir ama bulamayacaktır, o da değildir aradığı, ne bulduysa yazdığı defterlerini doldurdukça yenilerini alır, doldurur, bitmeyen bir yaşamı olabildiğince bitirmeye çalışmanın ürünlerini gittiği her yere götürür, bedenine yakın bir noktaya gizler zira melankoliyi bütün bedeniyle hisseder, ıstırabı duyumsamaktan başka bir amacı yoktur, kendisi Bernhard’ın karakterlerinin yankısıdır ki metin başlı başına bir Bernhard yankısıdır: tamamlanamayacak bir magnum opus, bitmeyecek bir yolculuk, ıstıraba dayanamayan ve dayanan karakterlerin etkileşimleri, kaybolup gidilen mekânların sonsuzluğu, kuleyse kulenin yıkıklığı, evse evin yalnızlığı, durmadan devinip duran bir bilinç ki bu hikâyede anlatıcının bilinci, hani düşüncesinin zıplamaları ateşli hastalığa bağlanmıştır da havadan gelmediği belli olmuştur bu üslubun, anlatıyla da doğrudan bağlantılıdır, biçem kusursuzdur, öfke fırtınasından oluşmaz, kaynağını öfkeden almaz, elbette şehirlerden nefret edilir ve insanlardan nefret edilir ve arayıştan nefret edilmesine rağmen vazgeçilmez ama ustanın sesi gür yankır burada, Ulrich’in Tolstoy’a av köpeği eğitmekten vazgeçmesinde, Sonja’nın fahişelikten belirsizliğe savrulmasında, anlatıcının ailesinden ve eğitiminden kopup Jacov’un tilmizi olmasında, “tilmiz” sözcüğünden nefret etmekte bin Bernhard, Almanların melankoliyi yutmak istemesinde bir eksiklik, Hırvatların melankoliyi kusursuz kavramaları, kendilerinden sonra Macarların geldiğini düşünmeleri, Orta Avrupa’da kusursuza yaklaşan melankoli için başlı başına bir anıt Jacov, soğuk bir çukuru andıran soğuk çocukluğunda bırakmıştır ikizini, kendi dillerini yarattıkları ikizini, yaşamının yarısını ifade eden, ölümünden sonra boşluğunu melankoliyle doldurmaya çalıştığı ikizini, ardından evden kaçmış ve üniversiteye girmiş, hocası Otto Klein’dan nefret etmiştir çünkü hem nefret edebilmektedir hem de Klein’ın melankoliyi aşağılamasına katlanamamaktadır, yüce duygular arasına sokmak istediği melankolinin aşağılanmasına hiç razı gelmez Jacov, mahvetmeye kararlıdır, mahvedilecekler arasında Klein’la birlikte dünyanın geriye kalanı vardır, komşusu Möller’in arazilerini bu yüzden ele geçirir, adamın neşesini bu yüzden fıştıklamak ister, ailenin evine barkına bu yüzden çöker ve Hollanda’nın en ünlü mimarını, ardından yakınlardaki ünlü mimarları tutarak kalesini inşa ettirmeye, çalışmalarını hızlandırmaya başlar, delilikle karşılaştığını anlayan mimarlardan biri giderken diğeri gelir, her biri evi kendi düşünceleriyle doldurur, yorulmak bilmez Jacov insanları acılar içinde öldüren tütünden kazandığı parayla acılar içinde yaşayacağı bir konak inşa ettirmeye başladığında ne Ulrich ne anlatıcı karşı çıkabilir adamın etrafındaki haleyi gördükten sonra, bir gün tüm dünyaya yayılacak melankoli o an adamdan yayılmakta, ruhları biraz olsun kararmış kim varsa etkisi altına almaktadır, Wagner’in müziği vardır o halede, Maupassant vardır, bir de adı geçen ünlü filozof, melankolinin filozofu, Güney Amerika’nın ormanlarına göçtükten sonra ortadan kaybolan Carrasquilla vardır, Jacov tam bir fundamentalist olarak arayışını sürdürmekte, okyanusu aşarak ormanlara dalmaktadır nihayet, Tolstoy’un malikanesinde geçirdiği günler istediğini vermemiştir, Stuttgart’ta inşa ettirdiği tuhaf yuva istediğini vermemiştir, görüldüğü üzere ormanlar da istediğini vermemiştir, ustasının yaşadığını duyduğu köye ulaştığında adamın kısa süre önce oradan ayrıldığını öğrenince düştüğü umutsuzluktan hemen kurtulur ve kendini ormanda bulur, rehber yerliler ve Ulrich’le anlatıcı da yanındadır ama uzun süreliğine değil, yerlilerin saldırısı sırasında Ulrich’in yanında yetiştirdiği köpekler yoktur, hepsi ya Tolstoy’un arazisinde ya da Almanya’da kalmıştır, haliyle bedenine saplanan oklara bakarken yıllarını birlikte geçirdiği hayvanlarını özler, Jacov’un defterleri melankoliden başka hiçbir şeyi korumamıştır, rehberler de kaçışınca ortada bir anlatıcı kalmıştır, ateşler içinde yanan anlatıcı önce ormanın seslerini dinler, sonra yaklaşan ayak seslerini, karşısında Carrasquilla dikilir, odur sanır, adama sorular sorduysa da cevap alamaz zira söyleyecek sözü yoktur filozofun, görüldüğü üzere filozofluktan da çıkmıştır ama melankolinin kendisine dönüştüyse, melankoli kadar dilsizse bütün anlamlarını yitirmiş, melankoli-oluştan ibaret bir varlık biçimine erişmiştir, ölümün kıyısındaki anlatıcı için yaşam tamamen o birkaç kısa âna yığılır, anlaşabilirler böylece, Jacov’un Wordsworth’ü dışladığı sırada şiirden koparıp attığı parçaları atmamıştır, Sonja gibi malikanenin duvarları arasında sıkışıp kalmamıştır, Kont Tolstoy’un kendini kapattığı gibi kapatmamıştır kendini, aksine, belki de hiçbir Avrupalının o güne dek yüreğine inmediği karanlığı adımlamaya cüret etmiştir, ustasının iradesini de aşan bir sabırla not almaya devam etmiş, defterleri doldurmuştur, gözlemiştir, neyi yitirdiğini ondan daha iyi gözlemleyen olmamıştır, neyi bulabileceğini ondan daha iyi anlayan olmamıştır, melankoliye ancak ölümle burun buruna geldiğinde denklenebileceğini keşfeden bir başkası olmamıştır, ölüm herkes içindir ama anlatıcıya ne bir dehşetle ne de bilinmezlikle gelir, meğerki melankoliyi görünce tanımamış, ömrü boyunca kederle dolan yalnızlığında onu hissetmemiş olsun, kayıptır.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!