Luan Starova – Keçiler Dönemi

Balkan ülkelerinden birinde rejim değişmiş, perdenin demiri dank diye inmiştir aşağı, bu danklık anlatının temelini oluşturur. Anlatıcı tanıdık, Babamın Kitapları‘nda olup biteni sesleyen çocuk yine iş başında, bu kez keçilerin rejimi nasıl sarstığını yıllar içinde edindiği olgunlukla aktaracak. Babasının geçmişini kısaltarak veriyor, aynı: İstanbul’da yüksek tahsilini tamamlayan baba Atatürk’ün bizzat verdiği görevi kabul etmeyerek memlekete dönüyor, eski metinler üzerinde çalışmayı sürdürerek doğduğu toprakların tarihini çıkarmaya çalışıyor. Bilge, monarşi yanlısı, Türkiye’nin yeni rejimini benimsemiyor da Osmanlı’yı anıyor durmadan, II. Abdülhamid’in Balkan politikasıyla söndürmeye çalıştığı ateşi hatırlıyor. Keçilerle ilgilenecek bu kez, sosyalizmin ölçüp biçilmemesi yüzünden yol açacağı sorunlara yakından bakacak. Tutucu biri değil baba, sadece insanını, ülkesini, topraklarını biliyor, tanıyor, kaygıları var. “Yeniçerilik ideolojisi” dediği yapıyı açmalı, dediğine göre tarih boyunca o bölgede var olmuş güçlü, güdülebilir topluluk en son yeniçeriler olarak ortaya çıkmış, Osmanlı’nın yıkılışından sonra sosyalizm, komünizm gibi totaliter yönetimlerin emrine girmiştir, Balkan insanına aykırı rejimlerin kuvvetlenmesini sağlamakta üzerine yoktur. Komünizm insan gerçeğini göz ardı eder, hayatın en canlı kısmını parçalar, çökertir. Starova bu görüşlerden doğan tedirginliğin kaynağına dört dörtlük bir hikâyeyle iniyor da önce şehrin, insanın hali: Şato kent halkının gözbebeği, tarih boyunca nice işgalin atlatılmasını sağlayan kadim yapı bir muhafız gibi bekliyor tepede, zamanı gelince insanları kurtarmaya hazır. Batı Avrupa’dan aktarılmış gibi duran yapı tiyatro binası, hemen yanında orduevi var, merkez demiryolu garı Devlet’in gücünü göstermeyi amaçlıyor. Mimariyle yerleştirilmeye çalışılan kültürel kodlar masif ikame araçlarıyla ortada: “Gerçekten, yabancı sermaye, Versailles Anlaşması’nın ardından ülkeye girdikten yirmi yıl kadar sonra, yeni çağın gücünün simgelerini belirlemiş oluyordu. Bu yeni yapılar, Taşköprü ve bunların tümüne hâkim bir konumda olan ve de en eski zamanlardan beri Balkanlar’da kurulmuş bütün imparatorlukların başlıca dayanak noktası olarak bilinen muazzam kale kentin görünümünde hiç değişmeyecek özellikleri oluşturuyordu.” (s. 8) Depremler, savaşlar toprağı iyice sarsar ama o yapılar sabit kalır, hafıza yıkılmaz. Komünist Partisi Merkez Komitesi ve diğer kurumlar, örgütler kendi binalarını yaptırırken Batı’nın formlarını değerlendirmezler tabii, binalarının yerle bir olup olmadığına dair bilgi yok. Şato’nun altındaki meydan geçit törenlerinin yapıldığı, zaferlerin, bayramların kutlandığı yerdir, keçilerin de toplandığı. Bir ilkbahar sabahı çocuklar yine Şato’da dolanırlarken içlerinden biri meydanı binlerce keçiyle insanın doldurduğunu görür, haykırarak arkadaşlarının dikkatini çeker. Her yönden, kentin dört bir tarafından dalga dalga gelen keçiler meydanda gezinir, dağ köylerinin gözde çobanları Yugoslavya Sosyalist Federasyonu’na bağlı yeni Makedonya Cumhuriyeti’nin yüce yöneticilerinin yer aldığı geniş kürsüye tırmanırlar. “‘Gönüllü’ işçi kooperatiflerine katılmamış köylüler çevredeki dağlık bölgelerden sadık keçileriyle birlikte kente inmişlerdi. Yöneticiler ise, bu çobanların, sosyalist devrimi gerçekleştirecek işçi sınıfıyla en kısa zamanda kaynaşacaklarını umuyorlardı. İşte anlamını zamanla kavrayacağımız şey buydu. Ama o sırada kim anlayabilirdi bunu!..” (s. 10) Çobanların kaynaşmalarından kasıt fabrikaları doldurmaları, dünyanın bütün işçilerinden umulduğu gibi birleşmeleri ve sanayi hamlelerinin neferleri olarak yeni kimliklerine alışmalarıdır, oysa asırlardır keçileriyle birlikte yaşayan insanlardır bunlar, faşizmin en karanlık döneminde bile direnirken keçilerinden güç alırlar, keçi sütü içip keçi eti yiyerek ayakta kalırlar. Kaderleri keçilerininkiyle iç içe geçmiştir, bu yüzden hayvanlarından ayrılmaya niyetleri yoktur. İyi niyet gösterip köylerini bırakmış, kente gelmişlerdir, en azından keçileriyle birlikte yaşamayı isterler ama Parti sekreteri programa sadık kalmak ister, binlerce keçiye uygun bir program yoktur elinde. Tito’nun serpuşunu andıran başlığıyla dimdik duran Çanga, çobanların başı hemen karşı çıkar, basit ve derin düşünme biçimiyle cevabı laks diye yapıştırır: “‘Kardeş, biz keçilerimizle birlikte komünizmden geliyoruz, oysa sizler, şu anda, onu gerçekleştirme yolunda henüz adım atmış bulunuyorsunuz. Evet, bizler, keçilerimizle, hep birlikte, doğal biçimde komünizm öncesi bir tarzda yaşadık. Başımıza gelenlere birlikte göğüs gerdik. Sizin deyişinizle, ‘Sınıfsız bir toplumda’ keçilerimizle birlikte yaşadık.’” (s. 13) Kriz büyür, dedikodu çarkı hemen çalışmaya başlar, söylenenlere göre karşı devrimcidir dağdan inenler, keçileri sistemi kilitlemek için getirmişlerdir, zorla kooperatif kurmaya direnen köylüler de olabilirler, kısacası halkların kardeşliği önünde dikilecek engel olarak kabus gibi çökmüş olabilirler pırıl pırıl komünizme. Çanga’yla sekreter arasındaki atışma geçici çözümle noktalanır, keçiler bir müddet kentte barınacaktır. Ev krizi de aşılır, keçilerin yine geçici olarak evlerde yaşamalarına müsaade edilir. Çobanların hayvanlarından en kısa sürede vazgeçeceklerini uman Parti yetkilileri merkezin olayı duyup sert tedbirler almasından çekinir, içeride halletmeye çalışırlar arızaları. Başarılı olamayacaklar zira kolaylıkla çözülebilecek bir sorun yok ortada.

Köylüler işçi sınıfına dönüşmekte güçlük çekerler çünkü ihtiyaç duydukları her şeyi keçilerinden sağladıkları için yaşam biçimlerini değiştirmeye isteksizdirler. Yeni ekonomik anlayış halkın besinden mahrum kalmasına yol açar, yiyecek maddelerinin azalmasıyla dara düşenleri yine keçiler kurtarır, hatta Parti’nin üst kademeden adamları bile keçi ürünlerini bir güzel tüketirler. Keçilerin yok edilmesine dair talimat alan sekreterse kara kara düşünmektedir o sıra, yapılanlara akıl da erdiremez, örneğin zanaatkârların hapse atılmalarının hiçbir anlamı yoktur, üstelik okuduğu metinlerde keçi çobanlarının işçi sınıfına dönüşmelerine dair pratiğe dönük bilgilere rastlamaz. İşi zordur, iki tarafı da idare etmeye çalışır, başarılı olduğunca artık. Diğer yanda açlık korkunç boyutlara ulaşır, öyle ki anlatıcının ailesi bile atadan kalan son altını satarak bir keçi alır, etinden sütünden faydalanıp yokluğu en az hasarla atlatmaya çalışır. O sıra operalar, temsiller, tiyatrolar ışıl ışıldır, her türlü etkinliğe kaynak ayrılmıştır ama keçiler rahat durmaz, salonlara girer, dolanır, kodamanların tepkisini çekince tepeden inecek yıldırımdan ürker Parti çalışanları. Mesele daha da büyür zira perdenin kuşattığı ülkelerde de bütünlük yoktur, karşı-Stalinizm dalgası estiği zaman iktidar sertleşir veya yumuşar, tepedekilerin eğilimine göre yüce figürler bir gün içinde tepetaklak düşebilirler. Tito eleştirdi mi SSCB’yi, hemen tepki dalgası büyür, olay keçilerin varlıklarına kadar gelir. Çok dalgalanma var, bilge babayla garibim Çanga’nın tatlılıkla çözmeye çalıştıkları sorunlar aşılamaz hale gelecek belli ki. Bu ikisinin arasında çok okumuşluktan ve doğanın kalbini bilmekten gelen eşsiz bir yakınlık vardır, sabahlara kadar konuşarak neler yapabileceklerini düşünürler, çareler uydururlar. Baba eski kaynakları tarayarak keçilerin faydalarını anlatan bölümleri bulur, dağıtır, Çanga da her zaman yaptığı işi yapıp halkı kıtlıktan kurtarmaya çalışır ama ikisi de tehlikeli olarak görülmeye başlamıştır çoktan. Anlatıcının evine gelen kolluk kuvvetleri üzülerek almaya çalışırlar keçiyi, oysa kendileri de keçiler sayesinde hayatta kalmışlardır. Çanga başına gelecekleri anlayınca ne kadar keçi varsa toplar, Şato’nun derinliklerine çekilerek ortadan kaybolur. Bir gecede o kadar hayvanın kaçırılamayacağını bilir Partililer, izleri takip ederek Şato’ya kadar ulaşırlar. Gerisi biraz sihir, biraz kül, biraz duman. Çanga yer altı tünellerini kullanarak arazi olmadan önce şehri beslemeye devam eder, kaçak haliyle tepeden aşağı süt ırmağı akıtır. Keçiler çağı bitmeden önceki son gösteridir bu, kentin gördüğü son mucize. Keçi sütü çağlayarak akıyor yukarıdan bir yerden, şehir bembeyaz.

On numara anlatı. Starova malumat sıkmaya çok dalıyor bazen, hikâyeyi kesip tarih dersi verebiliyor veya keçilerle ilgili ıbık cıbık bilgileri sıralayabiliyor, olsun.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!