Eimear McBride – Kız Natamam Bir Şeydir

Ölüm, bilinci öteye geçirmeden önce uğradığı yaşamı kuşatır, baştan sona seyirlik. Anlatıcının çocukluktan ergenliğine, erken yetişkinliğine dek üslubunun aynı kalması makul. Anksiyete krizi çocuklukta yoksa, son anda yaşansa bile travma bütün bir geçmişi baştan kurabilir, kesik cümleler de oturdu. “Çünkü sen. Sen yakında. Anneye adını vereceksin. Teninin dikişlerinde senin sözünü taşıyacak. Benim mi anneciğim? Evet senin. Yatakta zıpladın, bence. Öyle yaptın bence. Sonra uzandın. Seni kestiler. Bekleyiş, saatler ve günlerce.” (s. 13) Misal. Bu yine iyi, tansiyonun yükseldiği anlarda sentaks iyice kopup gidiyor, noktalama işaretlerinden bağımsız, büyüklü küçüklü harflerle kurulan bir yapıya bürünüyor, gerçekçi. Muhteşem bir teknik. Bir minicik kız çocuğu orada duruyorsa hâlâ, vazgeçene kadar gösterdiği dirence, düşünme biçimine borçlu her şeyi. “Natamam” tam karşılamıyor aslında gerçeği, “half-formed” geçiyor orijinal isimde, eksikliğe vurgu yerine yarı biçimlenmeyi düşünürsek metnin biçemini daha iyi anlamlandırabiliriz. Abinin rahatsızlığı biçimsiz yarıyı oluşturuyor muhtemelen, anlatıcının çocukluğundan itibaren acısını çektiği bir durum. Hitabı abiye, “sen” kalıbıyla anlatıyor. Burun kanamaları, baş ağrıları, salıncaklardan düşmeler normal karşılanıyor başta, babaya göre bir problem yok, çocuğu rahat bırakmasını istiyor anneden. Gözkapağının başına buyruk hareketinden anlıyorlar, beyinde tümör. Ameliyat başarılı geçtiyse de asla iyi olmayacak, yaşayacak yine de. İsa’ya şükrediyor anne, babaysa mutsuz. Anne bedenini kapatıp sadece çocuğu için yaşayacak, evi derleyip toparlarken baba da çalışarak ipoteği, senetleri halledecek. Niyeti yok, anlatıcı daha anne karnındayken evden çıkıp gidecek adam, kızını görmeyecek. Zaman geçince kız iki, abi beş. İyi anlaşıyorlar, abinin sakarlıklarını o akılla örtmeye çalışmak erken, çok erken olgunlaşmanın göstergesi. Doktorlar ve hemşireler giriyor kadraja, biraz topallayan ve iyi göremeyen abi bu insanlara muhtaç. Taşrada yaşam, kız beş ve abi sekiz. Diyaloglar akışa uygun, metinden işaretlerle ayrılmıyor. Oyunlar oynanıyor, filmler izleniyor, hayat o anlık güzel. Büyükbabanın gelişi işleri karıştırıyor biraz, abinin zekâ testi sonucu averaj, hoşa gitmeyen seviye. Büyükbaba çok sert, dindar bir adam, kızının o adamla evlenmesini hiçbir zaman istememiş ama masrafları adam karşılayınca, kızı da diretince yapacak bir şeyi kalmamış. Yıllar sonra eline koz geçti, her şeyin kötüye gideceğini biliyormuş, lafını dinlemeyenin sonu öyle olurmuş. Ara sıra uğruyor adam, herkes evde olacak, büyükbaba kapıda karşılanacak, baba hakkındaki serzenişleri dinlenecek. Kiliseye gitmeyen bir adamdan pek bir şey beklenmemeli. Üstelik ablasını da aramıyormuş anne, aralarındaki soğukluk anlamsızmış, büyükbaba için bir koz daha. Anne hep bencil, büyükbaba hep karın doyuruyor, suçlamalar hiç bitmiyor, anne için korkunç bir yaşam. Kızı etek giyiyor ve hep takla atıyor, çocuk öyle yetiştirilmez. “Bir sorun olmalı sende. Kafanda bir tahta eksik. Zavallı anneni iyi ki getirmemişim. Kocanın çekip gitmesine şaşmamak gerek.” (s. 29) Tanrı’dan uzak bir ev, büyükbaba daha fazla durmuyor. Anne ağlarken çocuklarını görünce öfkesini boşaltacak hedefi buluyor. Dayak. Anne ikisinden de bıkmış artık, bencil ve şımarık veletlerden. Yansıtma, savunma mekanizması, anne için tek kurtuluş bu. Anne için bir cehennemse çocuklar için on. Akşamına hiçbir şey olmamış gibi, fırtına dindikten sonra ilişki normal seyrinde. Normalin ne olduğunu bilmeyen anlatıcı benliğinin yavaş yavaş parçalandığını duyumsuyor, o ortamda herhangi bir değer yargısı oluşturamıyor, duygusal zekâsı gelişmiyor, ilkel duygularla yaşamaya çalışıyor. Heyecan bunlardan biri, keşfettiği zaman cinselliğine sarılmasının sebebi bu.

İkinci bölümde kız on üç, abi on altı. Okuldalar, abiyle uğraşıyorlar. Kız görmezden geliyor, yapabileceği pek bir şey yok. Abisinden utanıp utanmamak arasında kaldığı için daha da bölünüyor, taşınıyorlar üstelik. Sakinlikten karmaşaya. “Düşünüyorum, geceleri evde dolaşıp sana veda ediyorum eşya, ve sana ve sana.” (s. 52) Baba ölüyor, geriye pek bir şey kalmıyor ondan, yoksullukları can sıkıcı, abiye “spastik” demeleri de öyle. Okuldaki çocuklar acımasız, abiyi itip kakıyorlar, anlıyorlar durumunu, kafasında kocaman kesik izi, cerrahi. Abinin başka bir okula gitmesi gerek, özel durumu olan çocukların okuluna gitse rahat edebilirdi, anne göndermiyor. Hep “D” ala ala geçecek sınıfını, iyi. Geçiyor, okulu bitirdikten sonra çalışmaya başlıyor, amacı orduya girmek. Raporlar olumsuz, en büyük hayali gerçekleşmeyen abi için yarım yamalak anladığı yaşam iyice çekilmez hale geliyor. Başka bir tümörün yardıma yetişmesiyle kurtuluyor yaşamdan, cenaze töreni ve diğer işler çok acı verici, kız eksiliyor. Anne karnında yarımdı zaten, eniştesi yüzünden diğer yarısı da iyice biçimsizleşiyor. Adamın istismarı anlatıcı için yeni bir dünya, hazzı duyumsarsa acıdan kurtulabilir. Enişteye meyletmesinin süreci daha kesik, parçalı cümlelerle anlatılıyor, seks sırasında cümleler iyice kısalıyor, anlamsızlığa varan sayıklamalara dönüşüyor. Acı, zevk, sokakları boydan boya kırmızıya boyamak, hepsi bir arada. Adamın yüzünü tırnakladığı için pişmanlık duysa da teyze veya anne bir şey anlamıyor, kimse ihtimal vermiyor zaten, anlatı boyunca hiçbir şey anlamadıklarını görüyoruz. Ziyaretler sürdükçe sevişiyorlar, anlatıcı hiçbir şey beklemiyor, adam eşinden boşanacağını söylese bile. Başka bir şey anlatıcının aradığı, okuldaki çocuklara tebelleş olduğu zaman anlık mutluluklarla yetinse de eniştenin gelmesini dört gözle bekliyor. Üniversiteye başladığı zaman abi geride kalıyor, tamamen anlatıcının yaşamı. Okuldaki çocuklarla, hocalarla devam, ara ara enişte, boşluk büyüyor. Eve döndüğü zaman çocukluğuna da dönüyor, abisiyle vakit geçirip eski günlerin mutluluğunu hatırlıyor ama anne yine aynı anne, aslında değişen pek de bir şey yok, o zaman hazzı evin etrafında aramalı. Deniz kenarında takılan ayyaşlarla birlikte olmaya başlıyor bu kez, pek seçici değil. Bir gün eniştesine yakalandığı zaman adamla sağlam kapışıyorlar, aralarındaki ilişkinin neliği belirgin olmadığı için nasıl tepki vereceklerini de bilmiyorlar, aradalık. Seks sırasında şiddet istiyor anlatıcı, ayyaş ve diğerleri istediğini verse de enişteye göre değil, adamın kızları, eşi, aile bağı seksin ötesine kalın bir çizgi çekmesini sağlıyor. İsa uzaklarda, anlatıcıya hiç yanaşmadı. Anne suçlamaya devam ediyor kızını, bencil olmasaydı abisini ziyarete daha sık gelirdi, ölüm döşeğinde ortaya çıkması ne kadar bencil bir insan olduğunun ispatı. Enişteyle cenaze evinde de sevişir mi, sınırı nerede? Anne söylüyor, keşke oğlu değil de anlatıcı ölseydi. Enişteye göre anlatıcı sapık, her erkeğin önünde eteğini kaldırıveriyor. Anlatıcıya kıyısına gittiği göle girmekten başka çare kalmıyor, rahatlamalı. Abi kısa süre önce ölmüş, kız kendini suya bırakıyor. Eniştenin girip çıktığı yer soğuk, abisinin sesi kulaklarına varamıyor, uğul uğul bir boşluğun içinde artık. Yukarı bakınca ağzından çıkan kabarcıklardan başka hiçbir şey yok, sesinin son simgeleri, hayatında kuracağı son sözcükler yüzeye vardığında duyacak kimse yok, baloncukların patlaması son.

Babanın yokluğu doğrudan bir sebep olabilirse de problemin kaynağı annenin yaşadığı kimlik karmaşası, büyükbabanın sevgisizliği, abinin durumu. Bedene yönelmek, sinir uçlarını uyarmak en kolayı, anlatıcı için başka çıkar yol yok, eniştesinin işlediği  suç olmasa da bir süre sonra aynı yola sapacakmış gibi duruyor. Ailenin kalbe bir hançer gibi saplandığı, buna benzer başka bir anlatı da en az bunun kadar etkileyici olur ama esas başarı anlatım tekniğinde. Başlı başına yeni değil, mevzuyla uyumu yepyeni. Mutlaka okunması gereken bir roman bu.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!