Lidia Yuknavitch – Ateşten Çıkan Kız

Altı yaşında patlamanın etkisiyle savrulmak her yaşta patlamanın etkisiyle savrulmak gibi değil. Fotoğrafı çeken ânı dondurmuş. Alevler buz. Uçuşan saçlar. Aile atomlarına ayrılmıyor da çözünene kadar bir kısım vücut atmosfere karışıyor. Beyin hücreleri karıştıkça hatıralar dünyayı kuşatıyor. Kız ölmese de yaralarından bir acı kuşatıyor. Babayla anılar. Anneyle anılar. Abiyle anılar. Doğu Avrupa’da savaşın şiddetini artırdığı bir yerde sayısız kez tekrarlanan dram. Kan fışkırıyor her gün. Kana doyuyorlar. Bedendeki şarapnel parçası ömürlük iz. Kız yere düştükten sonra ormana doğru koşmaya başlıyor. Kız orman oluyor. Fotoğrafçı yakın arkadaşına gönderiyor fotoğrafı. Yazar hikâyesini yazıyor ayakları yerden kesilmiş kızın. Fotoğrafa bakınca Afganistan’daki kızın yüzünü görüyor. Yıllar sonra bulduklarında sefil bir haldeydi kız. Dünya o fotoğrafı çoktan çiğneyip tükürmüştü. Kızın gözleri koyu yeşilden açık yeşile. Bedenler soluyor. Ölmedi yine de. Akbabanın ölsün diye beklediği çocuğun fotoğrafını çeken adam acı çekerek öldü. Yazar yazdıklarının ağırlığını taşıyamayıp düşlere daldı. Yaşam fonksiyonlarını yitirirken sevdikleri geldi yanına. Ressam yaşamın uçlarına erdiği için eski eşinin canını önemsemeden konuştu. Yönetmen yumrukladı Ressam’ı. Ressam patlamaların resmini yapıyor. Meşhur. Vücut sıvılarıyla beyaz boşlukları veya sadece boşlukları dolduruyor. Seks yırtıcı. Cinsiyetler insanı belirlemiyor artık. Yaralar açılıyor. Yazar’ı terk etmiş Ressam. Silahla vurmasının yanında dışkısını kadına sürüp resmini yapmıştır. Metalin deldiği bedende gücün büyüsünden başka aşırılığın hazzı bir yana yaşamı hissetmenin yolu görünüyor böylece. Bedenler parçalanmaya ve akmaya hazır olduğu kadar insan bir hikâyeye dönüşebilmek için kendini parçalatabilir çünkü hepsinin sonu bu. Herkes bir hikâyeye dönüşecek. Fotoğrafçı savaşın içine gittiyse metalle buluşmak için. Ballard kokuyor. Metal icatların bedenle birleşmesinden doğan form yeni bir his damarlarda. Trafik kazalarında kopan uzuvlar varsa bomba patlamasıyla alevler içinde kalan saçlar var. Tam karşılığı değil. Yazar hiçbir zaman güvenmiyor anlatıcılara. Yazar hiçbir zaman katılmamış Virginia Woolf’a. Kendine ait bir odan varsa elbette yazarsın. Odan olmadan yazmayı denesene bir. Yazarın annesi intihar girişimlerinden birinde başarılı olunca babası bir figür olarak kalmış. Yazar anlatıyor. Anlatıcı sürekli değişiyor metinde. Bu kez Yazar. “Bir benliğin hikâyesi nedir? Kronoloji nedir? Bir yaşamın tarihi? Bir anlatıcı, kırk beş yaşında Amerikalı bir kadın yazar yaratmak için hangi hikâyeyi anlatmalıyım – hangi konuyu, hangi dokunaklı özelliği? Çünkü her yazarın yaşam düğümleri, anlattığı hikâyenin içine gömülüdür.” (s. 20) Yazar’ın anlattıkları klasik anlatı. Oyun Yazarı’nın sözü aldığı bölümde tiyatro metinlerinin biçimi çıkıyor ortaya. Biçimler. Kız ormanda bayılıp direnişçilerin çadırına götürüldüğünde Oğlan önüne işiyor kızın. Hiçbir değeri yok. Hiçbir önemi yok. Bir gece kaldıktan sonra defolup gidecek. Sonsuz beyazın ortasında bacası tüten eve denk geldiği zaman hemen girmeyecek içeri. Kapının önünde günlerce renklerle oynarken biçimler yaratacak. Ev sahibi kadın izleyecek uzun zaman. Çok uzun bir zaman. Kapıyı açıp kızı içeri alınca yepyeni bir dünya açılacak önlerinde. Şiirlerin verdiği uçarılıkla resimlerin verdiği derinlik. Sanat olmadan ne hatırlanıyor ne unutuluyor hayat. Tekdüze. Kalemlerle fırçalar. Kız yüzeylere dalıyor. Şiirin yüzeyi. Resmin yüzeyi. İngilizce öğretiyor kadın. Birlikte yaşadığı mucizeye inanamıyor başta. Amerika’ya gidecek bir gün. Amerika’ya gitmeli. İngilizce tamam. Kitaplar dolusu odalardan verdikleri bittiği sıralarda çıkıyor ortaya sanatçı tayfa. Oralarda doğup savaşın ortasına gelmiş bir fikir. Yazar’ın iyi olması için kızı bulup getirmeleri gerektiğini biri düşünüyor da hayatını kurtarıyor Yazar’ın. Yazar’la birlikte Fotoğrafçı’nın da. Kaybolmuştu ortadan fotoğrafı çektikten sonra. Kederle yaşamanın bin bir yolundan biri.

Fikir hemen doğuyor, planı hemen yapıyorlar ve tanıdıkları vasıtasıyla, zamanında kurdukları tuhaf ilişkilerin yardımıyla buzun içine, Doğu Avrupa’ya gidiyorlar. Bedenin sınırlarını aşmanın kişisel tarihlerine bakmayı yadırgamış okurlar, genişçe bakınca anlaşılmayacak gibi değil. Bokla sıvanır insan, meniye bulanır, yara açar, metal aparatlar takar, bedeni kendine yaklaştırır veya başkasına. Beden çok uzaktır, anlaşılması zor bir katılıktır, oluşu yumuşatmak için insanların bedenleriyle kurdukları aşırılık ilişkisini David Le Breton pek iyi anlatır işte: kanatmak sıradandır, delmek sıradandır, sinir uçlarını uyarmak sıradandır, ahlakla hiçbir ilgisi yoktur bunların, hikâyeyle ilgisi vardır zira kızın kurtarılması için pazarlığa oturan Şair’in karanlık tiplerle birlikte olacağı gece bunlarla dolu çemberden geçmesi gerekir, kızı almaya gittiği zaman mekânı basan karanlık tipin işkencelerinden sağ çıkması için “şiddet” geçmişiyle bağlantı kurması gerekir, Amerika’ya geldikten yıllar sonra Ressam’la karşılaşan kızın dört gün süren aşırılık gösterisinden sonra Ressam’dan kurtulması için havaya uçtuğunu, canının türlü şekilde yandığını hatırlaması gerekir. Keşifler hayatta tutar bu insanları, tek fark savaşın yol açtığı zoraki keşiflerin yanında istençleriyle varmalarıdır pek az kimsenin bulunduğu var oluş noktasına. Sanatçıların marjinal yaşamları klişesine bağlı kalmak kurgunun modülerliğini, ilişkilerin anlam boyutlarını görmezden gelmek demektir, haliyle sıradan bir okur için değildir bu anlatı. Ortadan ikiye ayrılmış yüzeyde kızla kıza evini açan sanatçı kadın arasındaki ilişkinin gelgitini görürüz, iyi bir takladır. Kızı kurtarmaya giden Şair’in ölümden döndüğü sahneler sadece birkaç cümleyle dolu sayfalar boyunca sürer, sekanslar pek azı doldurulmuş sayfalar kadardır, yine iyi takla. Yuknavitch’in oyunlarına aşina olanlar için heyecanlandırıcı yenilikler var aslında, metnini tekrar tekrar üretmeyen yazara alkış olsun. Karakterler üzerinden sanatın yansımaları zenginleştirir metni, her birinin uğraşı, resmen mücadele ettikleri form açıklanır. Bir iki örnek, Fotoğrafçı: “Sadece görüntü, yakalanmış görüntü, hayatın anlamlı bir sona doğru tepetaklak yuvarlanacağını öne süren yalandan azat edebilir bizi. Yakalanmış görüntü, yapay bir olgudur. Hareket halindeki yaşamın hegemonyasına son verildiğinde, daha doğru olan kurgu ortaya çıkar. Sadece ışık partiküllerinin bir düzenlemesinden ibaretiz, demişti. Hiçbirimiz, fani ve hava kadar önemsiz, ağırlıksız bir şeyin bir anlık görüntüsünden başka bir şey değiliz.” (s. 39) Ressam’ın dünyasında bir zamanlar Yazar vardı, sevgi sözcüklerini rahatlıkla seslendirirdi Yazar, havadaki titreşimler dağılmadan Ressam’ın kayıp duyarlılığından yankırdı zira nasıl sevilebilirdi ki Ressam, duyduğu bir anne sevgisiydi, etle kaplı kemikli boşluktan çıkan soyut bir şey. Yaşam başka yerde. “Dişleri sıkılı gözleri kapalı teni terliyor omurga sinir ve kasları anlamı yıkarak esniyor. Boşalmaya yakınken serbest elini kıçına götürüyor ve boyalı bir parmağı içine sokuyor. Kıçından vakum sesleri çıkıyor ve penis-eli yağ ve su gibi gelen yapışkan şeyi, otuzbirden çıkan ve birlikte kaygan olan bu sıvıları karşılıyor. Kıç deliği boşalmaya kasılmalarla eşlik ediyor, ta ki siki suskun, beceriksiz, yüzsüz halde boya ve meni olup çözülene dek.” (s. 105) Ya Performans Sanatçısı, Ressam’ın yeni sevgilisi, mektubu açtığında neyle karşılaşacağını biliyor muydu kardan cehennemin orta yerinde? Terk ettiğini yazmıştır Ressam, Performans Sanatçısı mektubu okurken o Paris’te başka bir kadınla çoktan sevişmiştir muhtemelen. Bir daha görmeyecekler birbirlerini, Ressam çatı katına almayacak Performans Sanatçısı’nı, bitti. Bir başına yürümeye başlıyor, ortasına geldiği köprüden kendini performe ederek atlıyor, suya karışıp kayboluyor insan. Buldukları zaman cesedi şişmiş olacak, dönüşümü ölümle sağlamak, biyolojik saati durdurarak. Yani şöyle demeli, bireysel yıkımla toplumsal yıkım arasında kolaylıkla bağ kurabilmek tamamen “delirmiş” bir dünyada çok kolay. Masumiyetin bu delilikle imtihanına şahit olan birey için -uçları ne kadar görmüş olursa olsun- aklı sağlam tutabilmek çok zor. Derinleşen hassasiyetlerin karşısında derinleşen vahşet, ölümcül. Yuknavitch yine roman okuttu, malum, bizde inanılmaz derecede kısır bu işler. Ortalama okurun uzak durması gereken bir roman bu, diğerleri beri gelsin.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!