5 Ocak 2020’de düzenlenen sempozyumda Günyol’un farklı yönlerini ortaya çıkaran konuşmalar yapılmış, okuyabiliriz. Denemeciliğini severim, çevirilerini o kadar sevmem ama yine severim Günyol’un, haliyle ben okudum, memnun kaldım çünkü yüreği böylesi geniş bir insanı bu konuşmalardan başka nerede bulurum bilmiyorum. Kendisi de söyler bir yerlerde, evi yoktur, kirada oturur çünkü kazandığı ne varsa edebiyata yatırmış, üstüne mülk sahibi olmaktan kaçınmış, mülkiyete yüz vermemiştir. Kitapları var bir dünya, banyoya kadar kitaplarla dolup taşarmış evi, o görüntüyü biliyorum. Yine anılara dalmak isterim ama dil, deneme, çeviri yönlerine değinmeden geçmeyeyim, Yusuf Çotuksöken’e göre herhangi bir çeviri kuramına sıkı sıkıya bağlı değildir Günyol, kendini özgür bırakır, dili salar. Metinler Türkçe yazılmıştır sanki, okur öyle hisseder. Nüansları kaçırmadan, yazarın üslubunu cortlatmadan çevirdiğince iyidir Günyol, gerçi aşırı üslupçu yazarları da çevirmemiş, hümanistlerin metinlerine eğilmiştir daha çok. Sabahattin Eyüboğlu’nun yakın dostudur zaten, Azra Erhat, Balıkçı, dönemin hümanistleriyle birlikte anılabilir adı. Yunus Emre’nin izinden gider, insanı bilir, kapsayıcıdır, insancıldır. Çevirileri kendi tercihidir, toplumcu eğilimleri olan gençler onun çevirilerinden sıkça yararlanmıştır 1950’lerde. “Vedat Günyol çizgisinde yetişen aydınlardan da söz etmeliyiz bu bağlamda (Ferit Edgü gibi). Vedat Günyol’un hemen bütün okurları ve öğrencileri, kültür ve sanat alanında bu birikimleriyle varlık göstermişlerdir.” (s. 64) Güncellenmeye ihtiyacı vardır o çevirilerin tabii, denemeler de tekrar basılmalıdır ama kim basacak. Kuraklık var memlekette, ne Memet Fuat basılıyor ne Adnan Benk, ne deneme ne eleştiri, hiçbir halt yok. Ulviye Alpay’ın konuşması Günyol’u biraz olsun okumuşlar için güzel özet, dilin temizliği, pırıltısı tamam. Fransızcadan yola çıkıp varılan Türkçe, başka dildeki yetkinlikten yola çıkarak ana dilini geliştirmiş Günyol, yine Yunus Emre’den yola çıkarak diyor ki Yunus da Farsça ve Arapçayı iyi biliyordu, arı Türkçesi başka dillerle tokuştukça berraklaşmıştır. Hassas konu, dizgi yanlışı yüzünden üç sözcük hatalı yazılınca Ataç hemen eleştiri döşeniyor, Günyol’la aralarında tartışma çıkıyor, iki dil öncüsü arasında kısa süreli gerginlik. Öğretmenliğine ayrı değinecektim de dil konusu sirayet etmiş okula tabii, İstanbul Belediyesi Konservatuvarı’nın Tiyatro, Bale ve Şan bölümlerinde Edebiyat ve Fransızca derslerine girmiş Günyol, o dönemin öğrencilerine dil sevgisini aşılamış. Bahsi açıldı, İstanbul Erkek Lisesi’nde Fransızca dersleri, öğrenciler hocalarını sevgiyle hatırlıyorlar. Her 19 Mayıs’ta vapura atlayıp Burgaz’a gider, Sait Faik’in evini ziyaret ederlermiş, ardından Kalpazankaya. Ben bizimkileri götürdüğüm ilk ve son geziyi hatırlıyorum, yetmiş dana bütün adayı ayağa kaldırmışlardı, millet camlara çıkıp bakmıştı ne oluyor diye. Neyse, Günyol öğrencileriyle tam anlamıyla dost gibiymiş, tepedenciliği yokmuş. Öğretmen sanatçıların derslerde nasıl hareket ettiklerini çok merak ederim ben, şuna rastlayınca sevindim: “Prof. Yörükoğlu’nun belirttiği gibi hoşgörüsünü zorlayanlara bile kızgınlık duymazdı. Benim hatırladığım, fazla gevezelik edenlere ‘kapat şişeyi’ diye, daha ileri gidenlere ‘kapıyı dışarıdan kapamak isteyenler var galiba’ şeklinde nükteli bir uyarıda bulunur, gerçekten ortamı değiştiriverirdi.” (s. 77) Atalay Yörükoğlu’nu Fakir Baykurt’un anılarında görüyoruz, İstanbul’a ilk geldiğinde doğruca Günyol’un Bahariye’deki evine giden Baykurt alt katta misafir edilen bir gence rastlıyor, tıp öğrencisine. O genç büyüyünce profesör oluyor, Amerika’da ihtisas, Hacettepe’de hocalık falan, Günyol’un ışığı düştüğü yeri yeşertiyor. Selim İleri eski öğrencisi, o da iyi anıyor. İyi anmayan yok sanki. Yeğeninin anlattığı hikâyede işini ne kadar ciddiye aldığı görülebilir, yeğen onlu yaşlarının başındayken aşk romanları okuyor ki o yaşlarda aşk romanları okunmazsa ne zaman okunur, evet, Günyol o sıralar Steinbeck’in İnci‘sini getirmiş ama yeğen sallamamış, sonra Yabancı‘yı da sallamayınca mektup yazıyor Günyol, yeğenine sitem ediyor, öyle dandik şeyler okumamasını istiyor muhtemelen. 1971’de Azra Erhat ve Sabahattin Eyüboğlu’yla birlikte tutuklanıyorlar 141’den, zaman geçiyor, zarfında “Maltepe Tutukevi” yazılı bir mektup! Sitemlere ve tavsiyelere devam ediyor Günyol, inanılmaz. Gülesim geldi gülemedim, üzülesim geldi üzüldüm, tam bir eğitimci Günyol.
Tahir Şilkan’ın aktardığı anılar on numara, Fakir Baykurt’un metinlerinde mevcut. “Vedat Ağabey”dir tanıştıkları günden beri, Baykurt araları bozulduğunda dahi saygıda kusur etmez, Günyol’dan gördüğü ne varsa çevresindeki gençlere aynı şekilde yardım eder. Yücel aracılığıyla tanışırlar, Baykurt ilk şiirlerini ve yazılarını bu dergiye gönderdikten sonra Orhan Burian’dan mektup alır. Burian edebiyatımız için gerçekten çok erken bir kayıptır bu arada, Cem’den çıkan yazılarını tavsiye ederim. Burian’ın tavsiyesi en az bir yıl sürekli okumak, Türk şiirinin belli başlı şairlerini özümsemek, sonra yeni şiirler yazmaktır, Baykurt bu tavsiyeye uymuştur sanıyorum. Gönen Köy Enstitüsü’nü bitireceği yıl derginin “Niçin Öğretmen Olmak İstiyorsunuz?” başlıklı yarışmasına katılır, birinci geldiğini öğretmenliğe başladıktan sonra anca öğrenir. Ödül on papeldir, Günyol ödülü para veya kitap olarak ödeyeceğini söyler, seçimi Baykurt’a bırakır. Kitaba büyük gereksinim duymaktadır Baykurt, yine de yazıdan kazandığı ilk parayı almak istediğini söyler. 1950’de bir mektup daha, İstanbul’a gelecektir Baykurt, görüşmek istediğini söyler. Günyol hemen evine davet eder, kalacak yer bellidir, zahmet çekmesine gerek yoktur Baykurt’un. Sohbet ederler, birçok sanatçıyla tanıştırır onu Günyol, sonra kendi ayakları üstünde durmaya başlamasını izler. Varlık‘a gidecektir Baykurt, birlikte yola çıkarlar ama Günyol ofise kadar eşlik etmez, bir yerde ayrılırlar. Nayır’la aralarında ne geçti acaba, merak ettim. Küslüğün ilk izleri beliriyor o sıra, Hüsamettin Bozok’tan mektup alan Baykurt çok seviniyor, hemen ateşliyor öyküleri. Görüştükleri zaman öyküleri verip vermediğini soran Günyol’a inceden sitem ediyor, hani başkaları ilgilense oralara verirmiş ama… İlgilenecek birilerinin mutlaka çıkacağını söylüyor Günyol, yine açmıyor meseleyi, kendisinin niye basmadığını söylemeyince biraz daha kızıyor Baykurt. “‘Kim ilgilenecek? Yaşar Nabi büyük yıldız arıyor. Sen de bunaltı yazınına merak sardın…’ Fakir Baykurt, Vedat Günyol’un Çan Yayınları’nın Sartre’ın Bulantı kitabını basmasına dokundurmak istemektedir. (Sartre’ın kitabını Fransızcadan dilimize Vedat Günyol çevirmiştir) Vedat Günyol: ‘Onlar da yazındır, taş atma…’ diyecek ve ekleyecektir: ‘Çıksın da Yeditepe’den çıksın, o da iyi yayınevi…’” (s. 17) Kitabın adını “Pıtrak” olarak belirler Baykurt, ne ki Bozok daha anlaşılır bir isimde ısrar eder, “Çilli” mesela. Baykurt’un hoşuna gitmez bu, Yaşar Kemal’le konuşur, işittiği: “Çilli güzel isim, üzme Hüsam Abi’yi.” Bir mevzu daha, Günyol o kadar zor beğenir ve o kadar objektiftir ki TRT’nin 1970’te açtığı yarışmaya katılan Baykurt merak içindedir, acaba kime vermiştir oyunu Günyol? 1974 Sait Faik Hikâye Armağanı’nı kazanınca bakmış Baykurt, kurul tutanağında Günyol’un oyu Tomris Uyar’aymış, tanıdık manıdık sallamıyormuş yani. 1970’te oybirliğiyle kazanmış ödülü Baykurt, Günyol’un övgüyle dolu yazısını okuyunca sevinmiş. Muhtemelen başka denizlere açılan Baykurt’un çabasını beğenmedi Günyol, tutmayacağı bir şey gördü de arayı soğuttu, bilgi yok bu konuda.
İki kez ağlamış Günyol tanıklara göre, ilki Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’la birlikte sabahı bekleyen Halit Çelenk’in anılarını dinlerken, diğeri ellerinizden öper. Muhsin Ertuğrul vakası da süper, genel müdür yardımcılığı teklifi almış Günyol, Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü’nde çalışacak. İki sebepten istemiyor, tiyatro bilgisine güvenmediği gibi tiyatro açılışında Ertuğrul’un kurban kestirmesine tepki göstermiş. Acayip.
Cevap yaz