İhsan Kudret çalışma odasında. Yığılı dosyalar, kâğıt parçalarına yazılmış notlar, bitmemiş iki kitabın ve bir oyunun sayfaları, yüzlerce gazete, dergi kupürü, hepsi bir şeye dönüşecek. Cevdet Kudret’in yazmayı düşündüğü şeyleri bilmiyor İhsan Kudret, elli beş yıldan kalanları görmek istiyor. Koca bir mukavva kutunun içinde sayısız mektup, yazarlarının çoğu yaşamıyor. Zamanında Cevdet Kudret’le dostluk kurmuşlar, resmiyetten kardeşliğe geçişin izlerini takip edebiliyoruz. Aziz Nesin’le Cevdet Kudret’in ilişkileri belli ki birlikte iş yapmalarıyla başlamış, yirmi beş yılın sonunda pek candan arkadaş olmuşlar, ne güzel. İhsan Kudret eski yazıyla yazılmış mektupların çevirisi için Handan İnci’nin yardımına başvurmuş, ortaya çıkan metni Alpay Kabacalı gözden geçirmiş ve altmış yıllık serüven, çekişmeler, dertler, yakınmalar, mutluluklar ortaya çıkmış, edebiyat dünyamızın 1928’den 1988’e bir manzarası. Yahya Kemal’in Varşova’dan gönderdiği mektupla başlıyoruz, Cevdet Kudret Yedi Meşale‘yi büyük şaire ulaştırdıktan sonra sonra yazılan bir teşekkür mektubu. Yahya Kemal dergilerin etrafında toplanan grupları değerlendiriyor, Tevfik Fikret kendi döneminde tek başına kalsa yine büyük şair olarak görülürdü ama gruba dahil olmak bir açıdan iyidir, dostluklar uzun süreli yol arkadaşlığına dönüşebilir. Bunun yanında “gaflet perdesi” inerse gruplaşma zararlıdır, sanatçılar objektif yorumlarla beslenemezler. Sanatçının değeri arkadaş çevresinde değil, okurların tepkileriyle anlaşılır, Kudret’in “iyi” okurunu bulması gerekiyor ki diğer mektuplardan anladığımız kadarıyla buluyor da. Behçet Necatigil’le Kâmuran Şipal’in mektuplarına baktığımızda dostluğun kaldıramayacağı eleştiriler sunmaktan çekinen iki arkadaşı görürüz, dostluğun dürüstlükten geçtiğini söylerler ve eleştirilerini bu temel üzerinde dile getirirler. Aynı kaygı Kudret’e yollanan mektuplarda da mevcut, bazı yazarların temkinli olduklarını anlayabiliyoruz. Özürler dileyerek eleştiriyorlar, Kudret’in verdiği cevapları da görebilseydik hoş olurdu.
Abdülhak Şinasi Hisar’la Cevdet Kudret yakın arkadaş, Hisar’ın mektupları pek hoş. Ankara’ya taşınan Hisar 1931’in edebiyatçılarını anlatırken eşsiz üslubuyla konuşuyor, Necip Fazıl’ın geceleri kahvelerde dolandığını, Faruk Nafiz Çamlıbel’in soğuk soğuk dolandığını, Yakup Kadri ile Celal Sahir’in dil encümeninde bulunduklarını söylüyor. Nahit Sırrı Örik “tahammül-fersa” biri, encümende Hisar’la tartışıyorlar ve Hisar araya mesafeyi koyuyor hemen. Saydıkları dışındaki insanlar sempatik, Necip Fazıl’ın da cana yakın olduğunu ekliyor. Örik’le yıldızları barışmayacak bir türlü, bu yüzden Yaşar Nabi Nayır’ın istemesine rağmen elindeki metinleri Örik yüzünden Varlık‘a göndermemeye başlayacak bir süre sonra. Ankara’da hayat “daha ucuz, daha sakin, daha müsterih” olmasına rağmen geçim yine de zor, Milliyet yazarlara para ödeyemediği için Hisar başka yerlere yazıyor. Nurullah Ata Bey üç liraya yazmayı kabul ettiği için biraz içerlemiş Hisar, fiyat kıran gazeteler yüzünden durumun kötüye gideceğini düşünüyor. Dönemin basın dünyası şimdikinden farksız. “Milliyet işine biraz daha canım sıkıldı fakat hakk-el-insaf düşünelim: Bu beylere, yazılarımızı neşrediyorlar diye, ilanihaye parasız yardım etmeli, çalışmalı mı?” (s. 18) Ahmet Muhip’le tanışmış bir de Hisar, çok genç ve tecrübesiz bir çocuk Ahmet Muhip, yol gösterecek birilerine ihtiyacı var. Kadro meselesi de ilginç, dergiyi çıkarmak isteyenler ukalalık etmek istiyor Hisar’a göre.
Niyazi Berkes, Aziz Nesin ve Ziya Osman Saba pek hoş şeyler yazmışlar, bir kısmını fotoğraflayıp Twitter’da paylaştığım için geçiyorum. Pertev Naili Boratav’ın Paris’ten yolladığı mektuplar yakın bir ilişkinin sıcaklığını taşıyor, 1958 tarihli bir mektuptan Cevdet Kudret’in CHP’yi kıyasıya eleştirdiğini anlıyoruz, bir de Nâzım Hikmet’in Karakoyun adlı oyunu senaryolaştırmasına dair teyit istiyor Boratav, Metin And’a başvurulacak. Cevapları da görebilseydik keşke, Boratav’ın ailesi mektupları saklıyorsa yayımlasa da nasiplensek. Neyse, Filiz Ali Kuyucaklı Yusuf‘un Fransa’da yayımlanması münasebetiyle düzenlenen bir toplantıya katılmak üzere Paris’e gitmiş, Boratav’a da uğrayarak birkaç gün kalmış. Toplantıdaki konuşmaları Nedim Gürsel, Abidin Dino, Güzin Dino ve çevirmen Paul Dumont yapmış. Filiz Ali’yle Atilla Özkırımlı’nın hazırlayıp yayımladıkları Sabahattin Ali metni için başta Cevdet Kudret düşünülmüş ama Bodrum’da yaşayan Kudret’in yerini Özkırımlı almış. Boratav biraz endişeli, eski dil ve üslupla yazılmış mektuplar üzerinde Kudret çalışsa daha iyi olurmuş. Basıldı o metin tabii, YKY’den alıp bakmalı. Değerleri günümüzde de bilinen bazı edebi oluşumların kıvılcımlarına rastlamak pek hoş, Hisar da Varlık adlı bir derginin kurulduğundan ve ilk sayıya yazı gönderdiğinden bahsediyor bir mektubunda, ne güzel. Evet, arada derede Kudret’in Sabahattin Ali’yle birlikte öğretmenlik yaptığını, dostluklarının eskiye dayandığını öğreniyoruz ve kapıyorum bu bahsi.
Mehmet Ali Aybar’ın mektupları ders niteliğinde, Aybar bir yerde çağdaş medeniyetle en küçük bir ilintimizin olmadığını söylüyor. “Medeniyetimiz bizim parlak sözlerden ibaret. Tanzimattan beri batı medeniyetine yöneliriz; kanunlarını alırız; edebiyatlarını alırız; yaşayışını taklit ederiz. Ama bir türlü işin esasına gitmeyiz. Aldığımı kanunların, edebiyat okullarının, alafrangalığın kökünü besleyen sosyal ve ekonomik şartlar aklımıza bile gelmez. Gelmediği için de Batı medeniyetinin bize sade sözü gelir. Aldığımız müesseseler, ürün vermeyen ‘exotique’ ser bitkileri olarak kalır. Biz medeniyet yolunu, galiba on altıncı on yedinci yüzyıllarda şaşırmışız. Yeni zamanların iktisat şartlarına ayak uyduramamışız.” (s. 151) İlerleyen kısımda feodal rejimin dönüşümünden başlayarak bilimsel ilerlemelere getiriyor mevzuyu Aybar, çağdaş medeniyetin birer birer ortaya çıkan kurumlarının bizde herhangi bir karşılıklarının olmadığını söyleyerek bitiriyor.
Sabahattin Eyuboğlu’nun “Cevdet kardeş” hitaplı mektuplarından birinde dil tartışmaları var, Nurullah Ataç ve şürekâlarıyla yaptığı tartışmalarda Kudret tiyatro dilinin günceli yakalaması gerektiğinden bahsediyor, tarihî bir oyunda karakterler yaşadıkları yüzyılın dilini kullanmamalılar, iki eğilimin ortası bulunmalı. Kimileri bunun tersini savunuyor, tartışmanın detayları Kuıdret’in Dilleri Var… adlı kitabında bulunabilir. Eyuboğlu da Kudret’in tarafında, destekçi. Mavi Yolculuk metninin bahsi geçiyor sıkça, 1967’de yazılmış bir mektupta Balıkçı’nın yaptığı haritanın yeni geldiğini söylüyor Eyuboğlu. Kudret o sıralarda Bilgi Yayınevi’nde çalışıyor, kitabın basımıyla ilgili konuşulmuş, gecikme olmamasını rica ediyor Eyuboğlu. Balıkçı’yı övüyor, hakkı. Yazdığı romanı yarıda bırakıp haritayı hazırlamış Balıkçı, emeğinin karşılığı bir şekilde ödenecek ama nasıl ödeneceği belli değil. “Tuhaf adam Balıkçı, ama ne büyük ve ne candan adam! Cumhuriyet‘teki yazılarına ne dersiniz, ben öfkemden boğulacağım neredeyse, zaten etmedik kavga bırakmadık. Gene de bu canlılıkla Platon’a, Sokrates’e hitap etmesi şaşılacak bir şey, kim yapabilir böylesini? Ne olursa olsun, kim yaşayabilir bu derecede düşüncesini?” (s. 186) Azra Erhat’ın mektupları da aynı şekilde içten, Erhat’ın Kiralık Konak‘ı 1980’de okuduğu bilgisini verip devam edeyim.
Oktay Rifat ve Melih Cevdet de sıkça yazmışlar, bir iki değinmeyle bitireyim. Oktay Rifat’ta roman yazacak çalışma azmi yok, ayrıca yazılanlar “tape edecek” biri lazım, o da yok, hasılı roman yazmak Rifat’a göre zor iş. Oyun yazmak daha iyi onun yerine, “dünyalığı fazla” olduğu için Kudret de bilimsel nanelerden yüz çevirip oyunlara ağırlık vermeli. “Cevdet Reis” bir yaz katılamamış yolculuğa, eşi İhsan Kudret katılmış da pek memnun kalmış, sevinmiş Oktay Rifat. “Reis, Bilgi Yayınevi çok cazip. Şiirlerin orda çıkmasını isterim. Ama Memet Fuat’ı da darıltmak istemem. Konuşacağım onunla.” (s. 203) Konuşmuş, şiirler Bilgi’den çıkmış. Bir iki roman da Bilgi’den çıkmıştı, anlaşmışlar. Melih Cevdet’in yüz felci geçirdiği günler sıkıntılı, Gazi Yaşargil ilgilenmiş, zorunlu Zürih ziyaretinde muhabbet etmişler. Para bir de, şair sıkışık olduğu zamanlarda utanmayı bir kenara bırakıp parasını yayıncılardan istiyor, durumları Kudret’e anlatıyor. Şu son olsun, Melih Cevdet yazıyor: “Mevlana hakkında söylediklerinin tümüne katılırım. Herif esasında (senin sıraladıklarının yanında) düpedüz yobaz. Sanırım şöyle işe yarar gibi olan bir iki şiirden fazlası bulunamaz. Abdülbaki Gölpınarlı gibi birtakım insanların para kazanmalarından başka bir işe yaramaz.” (s. 217) Mevzu devam ediyor da benden bu kadar, gerisi ilgili okurun ellerinden öper.
Hazine gibi kitap bu da, meraklısı bulsun bir yerden.
Cevap yaz