Kij Johnson – Arı Nehrinin Ağzında

Olağanüstü bir şey olur, olan şey metnin ortasında bir yerde patlatılır ve neden olduğuna dair kimsenin hiçbir fikrinin olmadığı mutlaka belirtilir. “Meşeler bir gün yürümeye başladılar. Ağaçların var oluşlarından şaşkınlık duymayan insanlar yürümeye başlamalarına da şaşırmadılar, bazıları onlarla birlikte yürüyüşlere çıkarken bazıları meşelerle kurdukları ilişkiler değişecek diye üzülüp evlere kapandılar.” Tepkiler muhtelif, esas karakterlerin etrafında biri ikisi öne çıkar da yan hikâyecikler genişletir bu olağanüstülüğü. Johnson’ın öykülerinin çoğu bu anlatım biçimini takip ediyor, bunu karşılayan bir terim vardı da hatırlayamadım şimdi, “yatay hikâyeleme” diye sıkayım ortaya. Genişletmece, fenomenin ötesini berisini eşelemece, azıcık bir ilerleyişle bitiş. Üslubunun ayarlarıyla pek oynamaz Johnson, kısa öykülerinin dinamiği gereği daha tekinsiz bir atmosfer yaratıp öyküyü belirsizliğe yaslar, iyi de yapar ama öykülerinden uzuncaları ve uzunları keşfe çıkarmaz okuru, bilinenin dışında dolandırır, karakterin tekil bakışının -beklenenin aksine- değiştirmediği tansiyon doğaüstünün kabullenilişini sıkıcı bir uğraşa dönüştürür. Bu kadar geveledikten sonra örnek vereceğim tabii, biraz daha gevezelik yapmak için uzunlardan başlayayım, sonra uzunlardan daha çok beğendiğim kısaları öveyim az. Uzunların başarılı örnekleri için George Saunders’la Ted Chiang’i önereceğim, aynı kaynaktan çıksalar da başka kollara sapıp ayrılıyorlar ama ilki okura duyduğu güveni arşa erdirerek yüz vermiyor hiç, öykünün dünyası neyse o, malumatfuruşluk yok. İkincisi de, Ted Chiang işte, yanına yamacına yaklaşabilen beri gelsin.

“26 Maymun ve Boşluk”: Aimee’nin gösterisidir, daha doğrusu 1 papele satın aldığı maymunların gösterisi. Aimee de 1 papele satacaktır maymunları, zamanı gelene kadar şovunu sürdürür: zincirlerle astığı küvete maymunlar doluşur, yerden bayağı yüksektedir bu küvet, sonra bir ucunu tutan iki zincir boşalır ve küvet yere dik vaziyette salınır. Maymunlar yok. Nereye gittiklerini bilmiyor Aimee, yedi ay önce tanıştığı erkek arkadaşı Geof’un nereden geldiğini, nasıl karşılaştıklarını bilmediği gibi. Cevabı yalnızca maymunlar biliyor, paylaşmıyorlar, Geof’un Aimee’yle tanışmadan önceki hayatını da biliyor olabilirler ama konuştukları görülmüş şey değildir. Numaralandırılmış bölümlerden birinde listelenmişlerdir, iki siamang, iki sincap maymunu, çeşitlilik. Yanlara doğru genişleme başlıyor hemen, maymunlar bazen ellerinde başka ülkelerin bozuk paralarıyla beliriyorlar, maymunlar Geof’un elini sıkmaya gelmişler de adamı öyle almışlar aralarına, her şeyin sona ereceğini ve hayatta çözülemeyen gizemlerle karşılaşacağını gösteriyorlar aslında. Ya da bir şeyin kaybolduktan sonra tekrar ortaya çıkmasının çok da büyük bir olay olmadığını. Keret bu kayıplar için başlı başına bir âlem yaratmıştı, bileklerini kesenlerin de gittiği yer miydi orası yoksa orada mı kesiyorlardı bileklerini, yerler çoraplarla mı doluydu, bu öyküdeki aşırı dandik açıklamadan sonra tekrar Keret okumak istedim. “Küvet gösterisinin numarası şu. Bir numarası yok. Maymunlar sahneye doluşuyor, merdivenleri tırmanıyor, küvete yerleşiyor ve ortadan kayboluyorlar. Dünya garipliklerle, mantıksızlıklarla dolu; belki bu da onlardan biridir. Belki maymunlar paylaşmamayı tercih ediyordur. Sorun değil, kim onları suçlayabilir ki?” (s. 22) Gevezelik aslında, Johnson gerektiğinden çok anlattığı zaman tüyünü koparıyor öykünün. “Tilki Büyüsü” daha ketum olduğu için iyi. Daha iyisine örnek var aklımda, Firdevs Ev’in kitabındaki ilk öykü. Karakterlerin neliğini anlamak zor o öyküde, anlamanın zor olduğu her öykü iyi öykü demiyorum da zorluğun diğer dişlileri döndürmesi iyi. Evet, burada tilkiler var, anlatıcı dişi bir tilki, söyleyiveriyor öylece. Ailesiyle bir oyukta yaşıyorlar, Kaya no Yoshifuji’ye âşık olana kadar. Efendi alımlı bir adam, eşi var, çocuğu var, tilki de âşık. Japon mitolojisi, animistik dünya, taşın da konuştuğu olur, hayvanın da lanetlediği vardır, haliyle anlatıcıyı büyü münasebetiyle efendiyi yoldan çıkaracak bir kadına çeviren dede ne muzaffer bir dededir, torununun çekeceği acıyı düşünmese de. Efendi tilki âleminde yıllar boyunca yaşar, kendi âleminde birkaç gün kayıptır, en sonunda karşı taraf da bir büyü patlatır da efsunlu bir varlık ortalıkta dolanmaya başlayarak sahte gerçekliği cart curt yırtar, efendi kendine gelir, ailesine kavuşur. Musallat olma hikâyesi. Cart curt kısmı ve efendinin tilkilerle birlikte hayvan yiyip yırtık pırtık kıyafetleriyle oyukta yaşaması iyiydi. “At Hırsızları” başka bir dünyada geçen orta karar bir macera öyküsü, “Arı Nehrinin Ağzında” bu dünyada geçen, arılardan bir nehrin taşmasıyla kapanan yolları aşmaya çalışırken dünyanın sihriyle karşılaşmanın öyküsü, “Sise Köprü Çeken Adam” az buçuk Solaris‘ten mülhem bir mimarlık öyküsü. Diyeceğim, haksızlık, bu öykü dikkate değer. İki ay var o dünyada, başka bir öyküde de geçen -aynı örgütse- İmparatorluk yine yayılabildiği kadar yayılmış, uç noktadaki sis nehrinin üzerine köprü kurulması için yetkin bir mühendisi göndermiş bölgeye. Kit’in köprüyü inşa sürecidir aslında önemli olan, sisin gizledikleri ve dünyanın dinamiği arka plandadır. Korku ögesidir tabii, şekil değiştiren sisin deriyle temasında dayanılmaz acılara yol açtığını biliyoruz, sakladığı koca varlıklarla tekneleri batırdığını, insanları çağlardır öldürdüğünü, bu yüzden koca koca surların yapıldığını öğreniyoruz da bileşenini bilmiyoruz lanetin. Mantıksızlık var burada, işini en doğru şekilde yapacağına çocukluğunda uğraştığı inşa işlerini dahi içeren yan hikâyelerle iyice ikna olduğumuz meraklı mühendisimiz sisin yapısını bilmiyor, merak etmediğini söylüyor. İkinci mantıksızlık da üniversitelerin sisi incelemesi ama pek bir bilgiye ulaşamaması da Kit azıcık da olsa bilgi sahibi o zaman, en azından üniversitedeki araştırmaların sonuçlarına vakıf. Ey, neyi gizliyor? Korkup geçelim, sis metrelerce yükseğe çıkabiliyor, oluştuğu şeyin paşa keyfine göre tekneleri batırıyor, köprü bu yüzden. Dünya iyi kurulmuş ama, zaten sisin olayı da bu yanlara genişlemeyi, kurulumun sıkılığını sağlaması. Galaksilerin ortasındaki dev kara deliği düşünün, bütün sistemler etrafında döner durur ya onun, öyküleri de galaksiler olarak görebilirsiniz. Uzun olanları. “Bin Kilometre Yürüyen Kedi” lineer akışıyla, asgari nitelikleriyle bunların da yanına yaklaşamıyor, kedileri “uci muci” şeklinde sevmekten kafayı yiyen okur bayılacaktır tabii. Gerisi, yani, biraz şey.

“Dalaşma” diye bir öykü var, tek başına bütün öykülerin toplamından daha iyi. Gerçi başında bilgi bombardımanına tutuluyoruz yine. Diyemiyorum bu kez, durumun ilginçliği azıcık bilgiye gereksindiriyor. “Uzaylı insansı değil. İki ayaklı değil. Tüyleri var. Kemikleri yok, varsa bile kadın kemikleri hissedemiyor. Kasları ya da kas denebilecek şeyleri düz değil, halkalar hâlinde. Derisi, gün batımı renginde ve tadı sümüğe benzeyen, ince bir tabaka hâlinde şeffaf bir salgıyla kaplı. Ses çıkarmıyor. Kokusunu kışın ıslak yaprakların kokusuna benzetiyor ama bir süre geçtikten sonra ne o kokuyu ne yaprakları ne de kışı hatırlayabiliyor.” (s. 244) Bunları yapan ve yapamayan kadın. Uzaylıyla durmadan “sevişiyor”, bin farklı şekilde kadının içine giren uzaylının girişler ve çıkışları var, kadın da uzaylının içine giriyor. Uzayda karşılaşmalarına sebep olan kazada kadının sevgilisi Gary’nin parçaları uzaya saçılmış, uzaylının filikası da kadının kapsülünü çekivermiş içeri, sonra bütünleşmeye başlamışlar. “Sevişmek” burada eylemin tam karşılığı olmayabilir, “sikmek” de kullanılıyor ama kadının anlamın ötesine geçtiği bariz. Temel ihtiyaçlarını karşılıyor, geri kalan zamanda giriş ve çıkış işlemleri. Boşalma sıvısı bacaklarından akarken boğazı kanayasıya çığlık atıyor, aslında sinir uçlarının devinimiyle zevkin ötesindeki acıya, oradan hissizliğe varmış gibi görünüyor, duhul işlemlerinin niteliğini düşünebiliriz burada. Metinde de uzaylının iletişim kurma çabası olarak geçiyor eylemin bütünü, hani milyar milyar yıl önce iki canlı arasındaki ilk iletişimin “cinsel” yolla gerçekleştiğini belirten bir kuram var, buraya oturtulabilir. Sonu da ilginç, on numara öykü.

İyi öyküler, orta karar öyküler, kötü diyebileceğim öyküler bir arada. Tavsiye ederim.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!