Valla sabır işidir. Metronomu açarsın, saatlerce tık tık tık, parmakların ağrır. Zamanın vardır, biraz dolanırsın, dönüp devam edersin, içindeki tık tığa metronomunki tam uyar. Sonra şarkıyı açarsın, çalmaya çalıştığın yer olmaz, pratiğe devam edersin. İşin basit kısmıdır bu, mesela kaba teknikten sonra bir üsluba, stile çalışırsın, hikâye piyanoyla ilgili olduğu için piyanodan gideyim ve Chopin diyeyim, Chopin’in tuşesini anlaman gerekir. Tuşların, parmaklarının hassasiyetini bildikten sonra bir sesin neden tam o haliyle tınlaması gerektiğini düşünürsün, çözersen başka türlü tınlatmayı daha iyi kotarırsın, çözemezsen de kotarırsın ama kaba bir yorumun ötesine geçmez yaptığın. Glenn Gould delisi Bach’ı neden öyle çalmış, birileri başka birilerini nasıl yorumlamış, bir de onları bilmen gerekir, aslında bilebildiğini bilmen gerekir çünkü iyi bir piyanist olmaya çalışıyorsun, belirlediğin nokta iyinin çok ötesinde olsa da senin için iyidir o, hedefi ufka koyarsın. Galeano’nun dediği: Ütopyaya hiçbir zaman ulaşamayacağımızı bildiğimiz halde yürümeye devam ederiz çünkü yaklaşmak da bir şeydir, hatta en önemli şeydir. Yeterince yaklaşamayacağımızı hissedersek -yeterincelik ve yaklaşmak tamamen görelidir- bırakırız, basit. O kadarı yeterlidir, daha iyi bir vasatlığa razı olmak istemeyebiliriz ki istemeyelim, etrafımızda bir adım daha atamayan, kendi karikatürüne dönüşen sayısız piyanist varken lüzum yoktur buna. Geriye zaman zaman çalacağımız bir piyano kalır, o tozlandıkça emeğimiz parlar, boşa gittiğini düşündüğümüz zamanlar daha da parlar, sıradanlıktan vazgeçmenin tesellisine dönüşür. Öyle bir yetkinliktir aradığımız, bulamayınca başka yerlerde aramaya başlarız. Aksel Vinding, esas oğlan bu sürecin duraklarına varırken tamamen yaşantısının yönlendiriciliğiyle hareket ediyor, yeteneğinin ne düzeyde olduğunu etrafındakilerin yorumlarından öğrenebiliyoruz bir. Müzikle ilgili metinleri daha bir özenle okuyorum, başarısız müzisyenliğimden bir iz bulmaya çalışıyorum, Bjørnstad aşırı profesyonel bir müzisyen olmasına rağmen Aksel’in gidişatının detaylarını vermeyerek durakları belirsiz hale getiriyor. Ne var elde, Aksel’in saatler boyunca çalışması ve annesinin ölümünün boşluğunu doldurma çabası var, yetmiyor. Enstrümana, Aksel’in motivasyonuna dair daha açımlayıcı bir bakış iyi olurdu, zirveye ulaşmaya çalışan genç bir adamın uğraşını daha yakından görmeliydik. Müziğin izleri performans sırasındaki birkaç eğretilemeye indirgendiği, bu indirgemeler birkaç devinimden ibaret olduğu için derinleşmiyor. “Arrau piyanistlerin Humphrey Bogart’ı, diye düşünüyorum. Öykülerde tutkularını asla sonuna kadar yaşayamayan şu gerçek âşıklardan. Aşkları bastırılmış ama yine de gözler önünde olur onların. Arrau’nun piyano çalışı da öyle, hep hüzünlü, çöküntünün sınırında dolaşıyor ama bunun altında bastırılmış duygular kaynıyor.” (s. 225) Belki de müziği çok iyi bilmekle ilgilidir, otuzun üzerinde albüme sahip Bjørnstad’ın anlayabileceği bir sadelik var da ne çıkıyor bundan bize, Arrau’nun “çalışındaki hüzün” tuşenin hafifliği midir, bastırılmış duyguların kaynaması çöküntünün sınırıyla mı ilgilidir nedir, müzikte bunları nasıl canlandırabiliriz bilmiyorum. Nedir, daha spesifik, başkaya aktarılabilir nitelikler verilebilir, kulakta canlanacak bir biçim kullanılabilir, çok şey yapılabilir ama Aksel’in düşüncelerinde o kadarı yok. On sekiz yaşın daha fazlasını verememesi makul, yine de müthiş yetenekli olduğunu anladığımız karakterden daha yankılı bir anlatım beklemek de aşırılık olmaz. Dümdüzlük var sade, Aksel’in çaldığı eserlerin karmaşıklığını anlatıda görebilseydik iyiydi. Büyüme hikâyesinin ergen tipikliğinden ayrışmasını da görmek isterdi şu deli gönül, olmadı, trajedilerden trajedi beğenen Aksel’in acılarına bodoslamadan girmek hoş değil. Önce annesi: Aile zaten sallantıda, babanın müthiş hayalciliğinin karşısında annenin fedakârlığı var, kadın kendini bir ölçüde kandırılmış hissediyor çünkü müzik yeteneğine eşi için ihanet etmiş, kendini iki çocuğunu yetiştirmeye ve parasızlıkla imtihan olmaya adamış, hayal kırıklığına uğramış kısacası. Kendini suya bıraktığı zaman eşinin her zamanki gibi kendisini kurtaracağını düşündü muhtemelen, ne ki adam o kez eşini kurtaramıyor, Aksel’in annesine dair son anısı birbirlerine el sallamaları, anne kafasını kayalara çarpmadan önce. Müzik sevdası anneden böyle geçiyor oğlana, Aksel okulu bırakarak piyanoya yoğunlaşıyor. Adanmaya dair hemen hiçbir şey yok, Aksel saatlerce çalışıp pişti ve oldu, bu kadar. Dandik piyano hocasından bir şeyler öğrenip üst lige nasıl çıkıyor, etrafındaki yeteneklerin seviyesine nasıl ulaşıyor, egosunu nasıl dizginliyor veya onarıyor muamma. Aksel bir yerlere geliyor ama sürecin ayrıntıları yok, olacaklar oluyor sadece. Yetmedi bana, daha girift bir yapı bekledim.
Aile cephesinde yenik bir baba var, onun hikâyeye etkisi pek yok. İki yaş büyük Cathrine’in ağırlığı sabit, Aksel ablasının kurduğu gizli yaşamı keşfetmek için elinden geleni yapıyor ve ancak o şekilde yakınlaşabiliyorlar, öncesinde üçünün birbirlerine söyledikleri pek bir şey yok. Anne öldükten sonra aynı evde yaşayan yabancılara dönüyorlar, hikâyeyi Aksel’in ağzından dinlediğimiz için diğerlerinin yaşamlarına dair pek bir bilgi sahibi olamıyoruz, Cat çok ilginç bir pozisyonda karşımıza çıkana kadar. Geleceğiz, önce müzik. Çocuklar sıkı çalışıyorlar, Yeni Nesil Piyanistler grubunun üyeleri konserlerine hazırlanırlarken her birinin müzikle kurduğu bağı görüyoruz, Bjørnstad karakterlerini tutkuyla tokuşturarak anlatıyı genişletme yoluna gitmiş. Rebecca mesela, şehrin en iyi hocasından ders alıyor ama başarısızlık timsali: Sahneye çıkar çıkmaz düşüyor, yerden kalkası yok. Grubun başını çeken akıl hocasının sayesinde doğrulup piyanonun başına oturuyor, eserleri hatalarla doldurup müzik kariyerini o konserle noktalıyor. Kendi isteği. Doktor olup hayatı yaşamak istediği için saatler boyunca çalışmaya daha fazla tahammülü yok, gazetelere çıkan konserinin anılarını çocuklarına anlatmakla yetinecek. Aksel’e bakalım, annesinin kaybı ve aralarındaki en iyi piyanist Anja’ya duyduğu aşk sayesinde tutkuyu hep diri tutuyor ama çalışması, şehirdeki en iyi hocaya göre biraz yavaşlaması lazım ki bu yavaşlama, yavaş çalma yeteneği ustalığın bir bölümü aynı zamanda. Hızlı tamam, zor ama yavaş daha zor çünkü en ufak titreşimler bile hissedilir, en küçük hatalar dev aynasında görünür, yavaşlık bir meziyettir. Becerip beceremediğini sonlara doğru göreceğiz, Cat’le Anja’yı oral seks esnasında görmesi kariyerini mahvedebilirdi ama onca acının verdiği güçle bunu da sırtlanıyor, yoluna devam ediyor. Birkaç zayıf halkanın dağıtamadığı anlatıyı Anja ve ailesi dağıtıyor, özellikle baba. Kibirli bir doktor, kızının çok sağlam bir piyanist olmasını isteyen takıntılı bir adam. İşi öyle bir noktaya getirecek ki Anja o yaşta virtüöz sayılabilecekken ilk konserinde affedilemeyecek bir hata yaparak orkestranın durmasına neden oluyor, diğer eserleri ne kadar iyi çalarsa çalsın bu hatayla birlikte kariyeri sonlanıyor. Babanın hayal kırıklığı tahammül edilemez tabii, adam okulu bitirmesini de istiyor kızından, iyice yükleniyor. Cat’in söylediklerine göre despot ve mükemmeliyetçi babanın kızına uyguladığı müzikal şiddetten çok daha fazlası var, Aksel mevzuyu çözmeye çalışırken kızın iyice zayıfladığını fark ediyor. Anja çok sağlıksız ve zayıf, piyano çalışmalarına ve okul sınavlarına ara vermesi lazım ama baba itekliyor bir yandan, kızını tükenmeye yaklaştırıyor. Anne en sonunda polisi arayana kadar etkisiz eleman, ayrıca polisi neden aradığı da meçhul. Eşiyle iletişim kurduğuna dair hiçbir emare yok, babanın kızıyla ilişkisini hiç bilmiyoruz, karakterleri iyice anlamadan dalıyoruz olayların ortasına. Metin sevilmiş ama beni iyiliğine ikna etmedi açıkçası. Müziği ayrı bir sevenler mutlaka okumalı ama iyi bir kurmacayla karşılaşmak isteyenler uzağından geçmeli.
Cevap yaz