Kemal Ragıb Enson – Bir Liranın Başından Geçenler

Bülent Ortaçgil’in “Eylül Akşamı”nda söylediği işte, kâğıt para cepten çıkar, döne dolaşa sevgilinin cebine girer, dolaşa dolaşa bir hal olur. Yorulur sanıyorum, herkesten bir parça alsa üstelik, binlerce insanın yükü. Samsun’da bir sahaf vardı, elden çıkaracağım bütün kitaplarımı aldı iki yıl boyunca, damgamı bastığım kitapları kimlere sattığını merak ederim. Memleketin kaç bir yanına dağıldı o kitaplar, aralarında ölen var mı, hâlâ yaşıyorlar mı, dik mi duruyorlar yoksa yatık mı, hangileri olduğunu hatırlamadıktan sonra bir parça zamandan ibaret hepsi. Biraz zaman harcadım, biraz düşündüm, işi bitince ömrümü dağıttım. Para da öyle, ömrümün bir kısmı bir miktar para ediyor, veriyorum. Gerçi sayılardan ibaret artık, zaman cinsinden başka cinse, gidiyor. Kaç saniyem 50 papellik peynir ediyor, iki yılım bir araba ediyor mu, sayılar bir hesaptan başka bir hesaba gittiğinde ne taşıyor aslında? Bulanık, anlam yok artık, en azından uğraşın, işin, zamanın anlamı biraz daha güdük. Enson somut bir tekliğin macerasını anlatıyor. Cüzdanda hissedersiniz, iyi paradır o zamanlar, karın doyurabilirsiniz. Kundurayı tamire verebilirsiniz, lâtilokum gömersiniz bir güzel, sefertasını doldurursunuz. Orhan Kemal’in bir öyküsünde geçiyordu, ne tamirciydi o, “Küçük Tamirci” mi, “tekliği toka etti mi” kale arkasına girebiliyordu çocuk işçi. Zor o tekliği bulmak da, şimdinin 200 lirası gibi düşünürsek zenginin cebini kardeşleriyle birlikte dolduruyor zaten, yoksul buldu mu bayram da etmiyor zira gücü kuvveti kesilmiş liranın, birkaç günü çıkarmaya yeter anca. Su ve makarna, tabii lira kumarda veya başka bir uğursuzlukta yitip gitmezse karın doyurur. Fatih Altuğ’un sunuş yazısında belirttiğine göre devrin en küçük kâğıt parasıymış o zaman, şimdinin 5 lirası diyelim. Bir halta yaramaz, o zamanlar yarıyor. Yoksulların cebinde bulunuyor çoğun, hani zenginin cebinde de dolandığı var. Köye gidiyor, köyden dönüyor, kumar masasında kirleniyor, bilmem kimin koynunda paklanıyor, seyir şansa. “Diyaloglara bolca yer verilen metinde, konuşmalar ve 1 liranın bu konuşmaların bağlamını sunan ifadeleri, olaylarla duygular, zenginlerle yoksullar, kadınlarla erkekler, düzenle düzenbazlık, halislikle zillet, hayırla şer arasında mekik dokur.” (s. 6) Hayır mı şer mi bilmez ama nihayet ateştedir papel, döngüden ancak öyle kurtulur, onca cebin hesabına girip izini bıraktıysa da hatırlayanı kalmayınca ölür. Yıllar boyunca ölmeyecektir gerçi, üç aylığını alan emekli vezneden jilet gibi paraları alınca hemen cebine atar, eve gelince hesap kitap, borçlara gidecekleri çıkarınca eşi zulaya saklar hemen beşini, bizimkini de. Oğlan hasta olunca dördü ilaca gider, kalanı da kız iyi eder çünkü arkadaşlarıyla sinemaya gidecektir, bilmem nerede ne bok yiyecektir, gitmese yoksulluğu ortaya çıkacağı için dışlanacaktır, korkar. Annesinin zulasını patlatır hemen, ihtiyaç anında zulaya bakan anne kıyameti koparır, kız suçu hemen erkek kardeşinin üzerine atınca efsane bir sopa yer zavallı oğlan, o lirayı ömrü boyunca unutmayacağı için kül olsa da para yaşayacaktır. Ardında yıkık bir aile bıraktığını bilmeyecektir zira emekli dayı eve gelince eşi hemen onun üzerine de yürür, kavga çıkar, aile parçalanmak üzeredir. Çocuklara pabuç, emekliye şöyle kralından bir yemek, hepsi hayal olur. Lira girip çıktığı yerleri yorumlar, ait olduğu insanları anlatır ara sıra: “Kalbine doğru kulak verdim. Ufacık bir çarpıntı yoktu. Ben orada olmasam dolaptaki parayı onun almadığına ben bile inanacaktım.” (s. 23) Kızın yalan söyleme yeteneği.

Berberdeyiz, kız saçlarının bedelini ödeyince lavanta kokusundan leş kokusuna düşer lira, sonra balık kokusu, meyhanede ispirto kokuları. Çırpınır, meyhanecinin elinden kurtulmak ister ama meyhaneci üstüne basar, ciğerci de kanlı elleriyle çekiverir. Kokunun yanında kir de var artık, para övüngüsünden yavaş yavaş kurtulup her para gibi olur. Tefecinin cüzdanı en dip değildir ama insanların acılarını, korkularını en derinden gösterir, faizi fişekleyen adamın cebinden bir müteahhidin cebine. Rençperin yevmiyesi kaç para bilmiyoruz, adamın köyüne gidip huzur içinde ölmek istediğini biliyoruz sadece. Çok da genç bir adam, arkadaşları köyde bir halt olmadığını, hele gidip evlenmenin ölümü olacağını söylüyorlar, adam dinlemeyip basıyor gidiyor köyüne. İllete yakalandığı için çürümeye başlıyor da farkında değil, o ara evleniyor, çocuğu da oluyor, sonra kan kusuyor bir gün. Namussuz imam yarım lira istiyor ilaç için, eldeki son para da böylece uçuyor. “Günün birinde vergi memurları geldi. Hepimizi topladılar; alıp götürdüler. Kasaba kasaba dolaştık. Elden ele gezdik. Sonra gene bir bankaya geldik. Her gün aramıza binlerle arkadaş gelip karışıyor; her gün içimizden binlercesi çekilip gidiyordu.” (s. 35) Bir gördüğünü bir daha görmezsin, hepsi trendeki yabancı. Keşke konuşsalar aralarında, başlarına gelenlerden, geleceklerden bahsetseler, arkadaşlar ya. Bir müteahhit alıyor bizimkini, doğruca kumarda yiyecek ama önce eşiyle tartışması şart ki kumar masası dramının tesiri artsın. İşini rast getiremediğini söylüyor adam, eşi eve lazım olan onca şeyden bahsediyor ama beş kuruş yok, başka işler yolunda giderse belki o zaman. Kumar bekliyor, adam hemen malum evlerden birine gidip oturuyor masanın başına. Kazandı kaybetti, her neyse, sırf çeneden ibaret bir adamı orada istemeseler de mektep arkadaşıymış, katlanıyorlar, bir yıkıntı buradan. Doktorun tekini söğüşlüyorlar, sırf kumar parası çıksın diye koşturup zamansız hastalarına bakıyor adam, üç beş kuruş aldı mı yine masaya. Çok canlı sahneler, krupiyesinden ganyotçusuna her türlü kasa var, Enson diyalogları uzata uzata karakterlerin beyinlerini dip köşe aydınlatıyor. Yahudi tip değişik, kumarın sistemini çözdüğünü söyleyip iki çavuşu kandırıyor masadaki, Şişli’ye gidiyorlar. Kazandılar kaybettiler, en sonunda kös kös çıktılar binanda, Yahudi de iki kerizin kazancını kasayla bölüştü. Memleketimin insanıdır, tokatçıyı tokatlar.

İki âşığın hikâyesi kadar acıklı çok hikâye vardır ama bunların bitmeyen acıları bambaşkadır. Aralarındaki münasebeti çözemez lira, her şeyi bir şekilde bilmesine rağmen burada gizemi ya korur ya da anlamaz. Kadın yaşlı, adam genç, aralarında akrabalık mı, hısımlık mı ne var artık, gizli gizli buluşup sevişiyorlar. Genç bayağı bir deli, kadınla kavuşamayacağını bildiği için planlar kurup kadını öldürmeye kalkıyor. Eczaneden zehir alırken bizimkini veriyor, böylece kadını öldürüp öldürmediği muallakta kalıyor. Kendini deli gibi bir şey yaptığı için muhtemelen son anda kendini öldürmüştür. Bitmedi, yine inşaata gidiyoruz, ustalarla müteahhit arasındaki çekişmeleri görüyoruz. Rüşvetle para sızdırmaya çalışan uyanıklara ders var burada, işi bilenlerden biri paraların üzerine işaretler koyup ilgiliye veriyor, sonra polisi çağırıp suçüstü yaptırıyor sözde. Doktora gidiyoruz, parayı ele geçiren bir kadın hasta çocuğuna zar zor ilaç alıyor ama ilacı veren doktor bilgi vermemiş, günde kaç kez ve nasıl kullanılacak o ilaç? Kadın tekrar gidiyor, öğreneceğini öğrenip çıkarken danışma parası olarak tekliği tosluyor. Doktorun hatası, haliyle küfrede küfrede uzaklaşıyor oradan kadın, parası çamaşırcıya geçiyor. Bir liraya onca çamaşır, hayırsız evlatlar yer parayı, pis adamlar yer, o para yenecektir. Yok oluş en iyi cinsinden kurtuluş mu, zannediyorum para ne kadar batarsa batsın yolculuğun hiç bitmemesini isterdi, anlatma iştahına bakınca.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!