Oates’tan çerez roman, çerezde bile nitelik yüksek. The Fall of the House of Usher‘ı sevenler bunu da sevecektir, Poe göndermeleri zort diye çıkıveriyor. Bir kedi kara var, anlatıcımız Andrew J. Rush ne zaman hinlik peşinde koşsa ortaya çıkıp huzursuzluk veriyor, ayrıca tepede sarkaç gibi savrulan bir balta kafaya indi inecek, öyle bir gerilim. “Hayır!” diye bağırıp duruyor anlatıcı, hani baltayı ele geçirse kurtulacak ama masa parçalanıyor, yer sallanıyor. Neler oluyor? İlk bölüm aksiyon dolu bir sahneden ibaret, ikinci bölümde Rush’ın dünyasına bodoslamadan girip ilk bölümün ileride bir yerde karşımıza çıkmasını bekleyeceğiz. Her şey beş ay iki hafta altı gün önce başlamış, elli üç yaşındaki Rush yazdığı romanlarla milyon dolarları çoktan hüpletmesine rağmen kayışı koparacak bir bela arıyor kendine, buluyor. “Maça Valesi” müstear adıyla yazdığı romanlar çok daha karanlık ve kanlı, formülize edebiyattan uzak, bu yüzden daha çok dikkat çekiyor. Dert bu, Rush’ın kendi adıyla yazdığı romanlar bir nevi toplumsal sünepeliği tutkal gibi yapıştırmış yaşama, “makbul yazar” kimliğini öne çıkarmış, bunun yanında kişiliği de ehlileştirmiş diyebiliriz: son derece şefkatli, çocuklarını ve eşini seven bir adam Rush, yirmi küsur yıllık evliliklerinde Irina’nın canını pek sıkmamış gibi görünüyor. “Beyefendilerin Stephen King’i” en bilinen romanlarını King’in Bangor’daki evine postalamış zamanın birinde, cevap gelmeyince öylesine meşgul bir kişinin sessizliğini anlayışla karşılamış. Karanlık tarafa geçmesinin sebeplerinden biri Maça Valesi’nin kitaplarını yolladıktan sonra King’den cevap gelmesi, delirtici. Jekyll ve Hyde’ı da tıkıştırabiliriz buraya, Rush aslında yoldan çıkmaya pek de meyilli değil ama başarının -ün değil, para da değil, ustadan gelen cevap- Maça Valesi’yle gelmesinden rahatsız, hani o yandan aldığı övgü olmasa uzunca bir süre bastırdığı dürtülerini açığa çıkarmayacaktı. Olmadı, tabii tek bir olayı değil de ortalığı karıştıran olaylar zincirini, halkaların karakteri nasıl etkilediğini incelemeli. Cebe koyalım şunları: basında çıkan haberlerden birinde “kadın düşmanı meşhur bir Amerikalı yazar” olduğu söyleniyor Maça Valesi’nin, bu kadın düşmanlığı konusu trajedinin zirvesine doğru pörtleyecek. Rush’ın kızı Julia sağlam bir okur, Brown’da eğitim görmüş bir yapısökümcü olarak metinleri delik deşik etmeyi sevmektedir, babasının saklamayı “beceremediği” Maça Valesi romanlarından birini bulduğunda hemen okumak ister, “kadın düşmanı” yazarı kaç parçaya ayıracaktır bilinmez. Aksiliklerin üst üste gelmesi de ayrı bir halka olarak düşünülebilir, hikâyenin esas çizgisini belirleyen mevzu Julia’nın çıkışından kısa süre sonra patlıyor, “Andwer J. Rash”a gönderilmiş resmî belgeye göre il mahkemesinde görülmesi gereken bir dava var, C. W. Haider diye biri hırsızlık suçlamasında bulunmuş. Abes bir durum, Rush mahkemeyi arayıp bilgi almak istediğinde işler yolunda gitmiyor, kanunların üzerine üzerine geldiğini hissediyor, gerçekten gerilmeye başlıyor bu noktadan sonra. Panikle telefonu eline alıyor ve yapması gereken son şeyi yapıyor, Haider’ı arayarak şahsın ne istediğini öğrenmeye çalışıyor ama sinir krizleri geçiren muhatabı mahvetmekten başka bir şey amaçlamıyor, kendisinin yazdıklarından parçalar yürüten Rush’ın fişini çekmeye kararlı. Kafkaesk bir noktaya evrilebilirdi hikâye buradan sonra, Poe çizgisinden ayrılmayarak elden geliyor, helal. Rush yayınevinin avukatına telefon ettiğinde adamın gevşekliğine tavır alsa da içi rahatlıyor, davadan hiçbir şey çıkmaz ve evet, onun kadar zeki bir yazarın davacısını telefonla aramaması gerekirdi ama oldu bir kere, çaresine bakılacak. Bir takla daha, Rush mahkemeye gizlice gidip uzaktan izliyor olanları, deli kişiyi izliyor. Haider ambulansla hastaneye götürülecek kadar öfkelenen bir kadın, hakime sunduğu deliller belli bir paralelliğe işaret etse de yazdıklarıyla Rush’ın yazdıkları arasında hemen hiçbir benzerlik yok, bu yüzden davayı kaybediyor. Geçtiğimiz aylarda bizde de buna benzer bir tartışma çıkmıştı, intihal meselesi, yazılanlar o kadar kalıp, birbirine benzer ki gerçekten öyle bir şey olup olmadığı belli değildi çünkü o metinler yüz beş metne daha benziyor açıkçası, Oates bu tür metinleri formülünden yakalıyor da yere çalıyor diyebiliriz. Kadın hastanelik oldu, sonrasında Julia yine piyasaya çıkıp Maça Valesi’ni biraz daha eşeliyor, yazdıkları babasının geçmişinden parçalar taşıdığı için aslında Rush’ın bir arkadaşı olabilir Maça Valesi, öyle bir ihtimal var mı? Şimdi ikna meselesine atlayacağım ama yeri geldi, bu tür metinlerde tutarsızlık, mantıksızlık, zorlama bir şeylere denk geldiğimiz zaman parodidir, ironidir, bunların şiddetine bakmalı ki niyetten -doğru okuduğumuzca, aslında okumamalı ama okumalı- uzaklaşmayalım. Rush metni ortada bıraktı ve Haider’ı aradı, aptallık. Çocukluğunda yaşadığı bir faciayı romanda olduğu gibi anlatmış, bu daha da aptallık, Julia bu yüzden şüpheleniyor ama hiç rastlanmamış bir şey değil anlatılan, olabilir. Julia’nın babasından -her şeye rağmen- şüphelenmemesi bir diğer aptallık, yani biriken aptallıklar ikna olmayı engellediği için tat kaçırıcı ama parodiye yaslanarak, hadi, yine bir ölçüde ikna olabiliriz. Olur yani, Oates oyun oynuyor. Rush’ın “yakalanma” isteğine dair bir şeyler olsa yine tamam. Neyse, yayınevinin avukatı tekrar telefon ederek Haider hakkında bilgi veriyor bir ara, kadın New Jersey’nin köklü ailelerinden birinin kızı, canavar gibi zengin, yaptığı bağışlarla adını bir yerlere vermiş ve en önemlisi Stephen King başta olmak üzere pek çok yazara dava açmış, hepsinin gerekçesi aynı: hırsızlık. Rush için tuhaf bir vaka, hemen araştırmaya başlıyor ve garip bilgileri açığa çıkarıyor. Haider hastanede tedavi görürken Rush iş başında, kadının evine girip raflara bakınca aklı gidiyor resmen, yazarından imzalı onca klasiğin yanında Poe’nun kitapları bile var! Hemen çalıyor, o sırada Haider’ın yazdığı metinleri de alıyor, kadını yıkacağını düşünüyor böylece. Eve ikinci kez girdiğinde Haider’ın salladığı baltayı kapmayı başaracak ve eline kan bulaştıracak. İkinci kez.
Oates çok ufak dokunuşlarla biçimliyor geçmişi, Maça Valesi’nin Rush’ı ele geçirişini de. Rush çocukken kardeşini iteklemiş de yüksekten düşürüp öldürmüş, Julia’nın romanda yakaladığı detay bu. Irina’nın yıllar içindeki çöküşünü Rush’ın kadın düşmanlığına ustalıkla bağlıyor Oates, üniversitede okurlarken ikisi de yazıyormuş, hatta Irina gerçekten umut vadediyormuş ama eşini sömüresiye yazan Rush öne çıkmış, bir iki kitabı tutunca Irina yazmayı bırakmış. Fiziksel ve psikolojik şiddet Maça Valesi’ni tutan kilitler kırılınca ortaya çıkıyor, Irina bir veya birkaç sebepten eşine hiç karşı çıkmamış ama bir gün dayanamayıp bittiğini, tükendiğini söylemiş ağlayarak, verdiği fikirleri kullanan Rush’a kırgınlığını dile getirmiş de ne yapmış Rush, aslında Irina’nın kendisini kullandığını, suluboya resimleri konusunda verdiği fikirleri hatırlatmış. Daha bir sürü şey, türlü manipülasyon, Rush’ınki tam bir eril tahakküm. Irina’nın çalıştığı okuldaki yakışıklı öğretmeni öldürmeye çalışması da bundan, aldatıldığından şüphelendiğinde adamın bisiklete bindiği güzergâha gidip dank diye çarpıyor ama bir başkası çıkıyor çarptığı, suç üzerine suç, azap üzerine azap. Acıya doyduğunda dünyayı, ailesini kendisinden kurtarması gerektiğini anlıyor, kardeşini ittiği yere gidip şöyle bir bakıyor gökyüzüne, aşağı bakıyor. Çok alakasız ama borcun eskiden günah, suç anlamlarına da gelen sözcüklerle karşılandığı zamanlarda bu suçun intiharla telafi edilebileceği fikri doğmuş, evet, uç ama bedel bu kadar büyük.
İyi biçem, iyi hikâye. Okunur.
Cevap yaz