Kitabın orijinal adı alt başlık yapılmış. Aslında yazmak yasak değil de o kadar bastırılmış, kadın yazını o kadar görmezden gelinmiş, aşağılanmış ve kıymetsizleştirilmiş ki çok ciddi tartışmalar dönmüş, hâlâ dönüyor ne yazık ki. Okuduğum kadın yazarların tamamına teşekkür etmek isterim, okumadıklarıma da teşekkür ederim, erkeklerin baskılarına, yıldırma çabalarına rağmen yazan kim varsa teşekkür ederim. Kademe kademe gerçekleşen yoksamaya rağmen kadın yazarların hangi koşullarda var olduklarını anlatıyor Russ, erkeklerin hangi safsatalara başvurduklarını ele alıyor. Aslında bu metnin ardından Bana Bilgiçlik Taslayan Adamlar da okunmalı, Solnit benzer bir yaklaşımla erkeklerin ipliğini pazara çıkarırken Russ’ın argümanlarını kullanıyor, koşutluk bariz. Russ’ın sesi biraz daha sert, akademide yıllar boyunca şahit olduğu ayrımcılığın da etkisiyle lafını esirgemiyor. Safsataları tek tek ele almadan önce genel çerçeveyi çiziyor Russ, “eşitlikçi” bir toplumda “uygunsuz” grupların sanatla elbette uğraşabileceğini ama bu uğraşla meşgul olmamalarının beklendiğini söylüyor, böylece yetenek yoksunluğu kanıtlanıyor ama o da ne, meşgul olurlar, şiir yazarlar, resim çizerler. Madem yazıp çiziyorlar, o halde eserleri mümkün mertebe görmezden gelinmeli yahut ayıplanmalıdır. “Kitabın devamında bir tarihçe sunmayı amaçlamıyorum. Belirli yöntemler izleyen analitik bir aracın, yani kadın yazınına ket vurulmasında görülen örüntülerin bir şemasını çıkardığımı söylemek daha yerinde olur.” (s. 14) “Yasaklar” adlı ilk bölümde resmî bir yasaktan bahsedilmiyor, kadınların “kadın” olarak yazması yasaklanmamış ama dolaylı yollardan yaşam o kadar zorlaştırılmış ki yazmak imkansız hale gelmiş neredeyse. Sömürünün cinsiyet ayırt etmeden zamana nasıl el koyduğunu biliriz, Martin Eden on küsur saat çalıştıktan sonra yorgunluktan bitik bir vaziyette yazmaya çalışır örneğin. Erkek egemen dünyada kadınların işi çok daha zor tabii, Charlotte Brontë mürebbiye olarak çalışırken yıllık yirmi pound kazanıyormuş, giysilerini yıkama bedeli olarak yıllık dört pound eksik alıyormuş ki akıl almaz bir tutar, üstelik yirmi pound Jane Eyre‘den on bir tane almaya yetiyormuş ancak. Emily Dickinson’ın hiç parası yok, yazdığı mektuplar için pulları ve okuduğu kitapların parasını babasından istemek zorundaymış. Yoksullukta serbest zamanı bulmak zor, George Eliot ev işlerini zaman zaman üstlenen eşi sayesinde yazabilmiş, Sylvia Plath sabahın beşinde kalkıp yazabiliyormuş ancak. Kadınların bu bağlamda ne zor şartlarda yazabildiğini Günlük Ritüeller II‘de bulabilirsiniz, yazar ikinci cildi tamamen kadın sanatçılara ayırdığı için metin baştan sona yaratma mücadelesini anlatıyor. Kadının aile kurmaması ve çocuk yapmaması lazım ki ev işleriyle boğuşmadan üretebilsin, tabii babası ve erkek kardeşleri arıza çıkarıyorsa o da başka bir sorun. Bu problemler aşıldı, kadın eğitim almaya niyetli diyelim, 19. yüzyılda bazı üniversitelerin galerileri kadınlara belli günlerde ve saatlerde açılıyor, akademisyenler aralarında kadınları görmek istemedikleri için taraflı yorumlar yapıyorlar, kadınların ayağı her yerden kaydırılıyor. Bir örnek vermek isterim, sığırlığıyla meşhur bir hocamız, “Kadından profesör, hoca moca olmaz kardeşim, olmamalı,” demişti de yapıştıramamıştım, “Bunu bölüm başkanına söylesene delikanlı,” diye, bölüm başkanımız kadındı o zaman. Son bir örnek, sonra diğer aşamalara geçebiliriz: Charlotte Brontë yazdığı şiirleri 1837’de kraliyet şairi Robert Southey’ye göndermiş, Southey şiirlerde yetenek belirtisi bulunduğunu ama edebiyatın kadınların yaşamında yer alamayacağını söylemiş, çok daha mühim işlerle uğraşmaları lazımmış. Virginia Woolf’un eşi de Modern Dil Derneği’nin eski başkanı Florence Howe’a o kadar güzel bir kadın olmasına rağmen yaşamını neden kütüphanede harcamak istediğini sormuş, sanırım kâfi.
Metni kadın yazmadı, adam yazdı savı failliğin reddi, zamanında sıkça kullanılmış bir safsata. Akademide kadın ressamların resimleri kuşkuyla karşılanırmış, hatta jüri üyelerinin karşısında resim çizmeyenlerin yeteneği görmezden gelinirmiş. Buna benzer güncel bir örnek ABD’den, bir orkestraya müzisyen alınırken cinsiyet göstergelerini ortadan kaldıran her türlü önlem alınmış da orkestradaki kadın sayısı bu önlemlerin alınmasından sonra artmış, jüri genellikle erkekleri tercih ettiği için böyle bir uygulamaya gidilince hakkaniyetli bir seçim yapılmış nihayet. Metin kendi kendini yazdı safsatası yine kullanışlı, Jane Eyre‘in biri kız diğeri erkek iki kardeş tarafından yazdığı düşünülmüş, Mary Shelley’nin tek yaptığının bulunduğu ortamdaki havada var olan çılgın hayalleri edilgenlikle yansıtmak olduğu söylenmiş, saçmalık. Frankenstein‘ı Percy Shelley’nin yazdığına dair dedikodular da çıkmış zamanında, edilgenliğe dönersek bir yazarın edilgenliği nedir, Shelley’nin havadaki çılgın zamazingoları eliyle toplayıp kâğıda sokuşturmuş gibi değerlendirilmesi ne iştir, tartışma konusu. Eser isimlerini vermeden devam edeceğim bundan sonra, iddialar yeterli. Bir metnin ilk kıvılcımı çakıldıktan sonra gerisi “kendi kendine” gelirmiş, metni aslında kadının içindeki adam yazmış, kadının adamlıkla veya adamın kadınlıkla ilgisi yokmuş, adamlık en büyükmüş, metni kadınlar değil de kadındaki adamlıklar yazarmış. “Kadından öte biri” çok iyi bir metin yazabilirmiş, böyle bir dünya olay sıralanıyor, en bombası Russ’ın kurmaca metinleriyle ilgili bir anısı. Samuel Delaney bir editörle yemeğe çıkmış, editöre arkadaşı Russ’ı tanıyıp tanımadığını sormuş. Editör Russ’ın iki metnini reddettiğini söylüyor, kadın bilimkurgu yazarlarının kitapları satmıyormuş çünkü. O sırada LeGuin patlaması yaşanıyormuş, editörün yayınevi LeGuin’in kitaplarını basıyormuş ama Russ’ı basmamayı tercih etmiş çünkü editöre göre LeGuin “erkek”, üstelik editör ne LeGuin’i ne de Russ’ın metinlerini okumuş. Dünya çapında bir saçmalık, bizde de örnekleri var tabii. Aslında bu tam troll işi, aynı metni hem erkek hem kadın adıyla yayınevlerine gönderiyoruz, araya biraz zaman koymaya dikkat ediyoruz ve sonucu merakla bekliyoruz. İyi bir deney olurdu. Neyse, kadınların yazdığı bazı metinler terbiyesizlik olarak görülüyor ki en odunlama yorum bu olsa gerek. Bir erkeğin yazdığı benzer metin göklere çıkarılırken kadınınki şaşkınlıkla karşılanıyor, kadının içindeki erkek muhabbetinin çıktığı nokta. Kadın yazarlar ahlakçı olmalı, makbul konuları yazmalı ama sözünü sakınmalı, edepli olmalı, itiraf anlatısı olarak görülebilecek metninde dizginleri kaçırmamalı. Stendhal uç noktadan konuşarak kadınların ölmelerinin ardından basılacak şeyler yazmaları gerektiğini söylüyor. Elli yaşın altındaki bir kadın kitap yayımlatmamalı, yayımlatırsa sevgilisini elinden kaçırabilir. Burgess erkeksi bir sese sahip olmayan Jane Austen’ı okumayı hiç sevmediğini belirtiyor, daha da çok örnek var böyle.
Susan Sontag’in “boş koltuğa” oturması tamamen şans ürünü, Mary McCarthy’den boşalan yeri dolduran Sontag’in eleştiri yeteneği görmezden geliniyor adeta. “İçerikle İlgili Çifte Standart” bölümünde Sontag’den sonra adı geçen kadınların eserlerinde sıkıcı konuların işlendiğinden yakınıyor erkek eleştirmenler, örneğin aile ortamında kadınların yaşadığı sorunlar kimseyi ilgilendirmiyor, Norman Mailer’ın savaş sırasında komutanını vuran adamı daha ilginç, bir başkasının uçmalı kaçmalı anlatısı daha eğlenceli, doğrudan kanona almalık. Russ bu kanon meselesine de değinerek edebi tayfanın nasıl bir araya geldiğini anlatıyor, Harold Bloom’a da giydiriyor bir güzel. 1970’lerde yeni çıkan şiir kitaplarını incelediği bir yazısında Bloom’un değindiği kadın şair sayısı sıfır, tanıttığı bütün kitaplar erkeklere ait. Antolojilerde kadınların metinlerine çok az yer veriliyor veya hiç verilmiyor, derleyenler çeşitli sebeplerle kadınlara yer vermemeyi tercih ettiklerini edebi bir vazifeyi yerine getirdikleri edasıyla anlatıyorlar. Yüz şairden üçü veya beşi kadınsa yeterince eşitlikçi davrandıklarını düşünüyorlar, Amerikan toplumunda erkekler böyle bir anlayışla büyüdükleri için anormal gelen bir durum yok. Solnit pek matrak anlatıyor bu körlüğü, Russ körlüğün edebiyatla ilgili kısmını ele almış.
Elli yıllık bir metin ama güncelliğini koruyor. Maalesef.
Cevap yaz