Transhümanistler biyolojik sınırlamaları bilim ve teknolojiyle aşmaya çalışıyorlar, bu süreçte ideolojik olarak ayrışıyorlar, demokratik sosyalizmi destekleyenler geleceğin sunacağı imkanlardan herkesin faydalanmasını isterken Silikon Vadisi’nin etkin kodamanları serbest piyasa kapitalizmini en verimli ve etkili sistem olarak göklere çıkarıyorlar, böylece amaçlarına daha kısa sürede ulaşabilecekler. Huberman bu ikinci gruptakilere odaklanıyor, yeni teknoloji yatırımlarıyla herkesin iyiliğini düşündüğünü dile getiren tayfanın servetlerine servet katarken rızaya dair söylemleri de ürettikleri için sağlam bir eleştirilmeleri gerektiğinden bahsediyor. “Antropologların ve sosyologların uzun süredir gözlemledikleri üzere, kapitalizmin yeniden üretilişi asla sadece ekonomik veya teknolojik bir mesele değildir: Kapitalizmin yeniden üretilişi, katılımcılarının ‘sisteme’ katılmalarını haklı çıkarmalarını ve meşrulaştırmalarını sağlayan inanç dizilerini gerektirir ve bunların yollarını döşer.” (s. 19) Düşünürler ve metinler okurun ellerinden öper, elzem isimler anarım ama Huberman’ın bu kaynaklar üzerinden odaklandığı fikirleri ele alacağım sadece: kapitalist ekonomik düzenin zorunlulukları ile kültürel alan arasındaki ilişkide işçinin çileciliğiyle hazcılığının el ele tutuştuğu söylense de -çalış, kazan, harca, çalış, falan- yeni kapitalizm hazcı dürtüleri de kendi işleyişinin lehine denetim altına almıştır, görünürde çatışmaya yol açacak bir düzen yoktur artık, dijital teknolojiler sayesinde içimizdeki kahramanları açığa çıkarabilir, çalışmayı bir gönül işi haline getirebiliriz. Özgürlüğümüze değer vermemiz söylenir mahremiyetimizi feda etme pahasına, işçiliğimiz artık ucuz bile değildir çünkü açık projelerde patlattığımız kafa sözde insanlık namınadır, yani dijital teknolojileri geliştiren ekiplerin açık kaynaklarına katkı sağlarken elimize hiçbir şey geçmez, dijital sömürünün kurbanı oluruz, zihinsel birikimimiz “yeni petrol” olarak algoritmalara yığılır, “kapitalizmin ruhu” çağa uyarlanmış haliyle bizim ruhumuzu tepikler. Geldiğimiz noktaya kadar kapitalizmin hangi evrelerden geçtiğini özetliyor Huberman, 19. yüzyılın sonlarında burjuva girişimcinin kişiliği ve burjuva değerlerinin tanımı önemliyken 1930’lardan itibaren Fordist üretim dönemi başlıyor. “Kişisel servetini sürekli artırmaya çalışan girişimciden farklı olarak, işletmecinin kapitalist girişime yönelik coşkusu ve bağlılığı, sorumlu olduğu ‘şirket boyutunu sonsuza kadar büyütme’ hevesinden kaynaklanmaktadır. Bu koşullarda kitlesel tüketim için seri üretimin, tüketicileri ihtiyaçtan kurtarıp ilerlemenin yeni donanımlarına yönelik arzularını tatmin ederek, herkes için daha iyi bir yaşamın yolunu açacağı iddia ediliyordu.” (s. 31) Kariyer fırsatları, ordu modeli üzerinde şekillenen ve günlük hayatı da kapsayan çalışma biçimleri 1960’lara kadar iş gördü, sonrasında -üfürükten tahminimce- 1960’lardaki toplumsal çalkalanmalardan, özgürlük rüzgârlarından dersini alan kapitalizm yeni bir ruh üretti, artık hiyerarşiye boyun eğilmeyecekti de kişinin çalışmayı kendi yaratıcılığı, becerisi ve vizyonuyla şekillendirmesi gerekecekti, böylece “istihdam edilebilirlik” sermayenin elinde değil, bireyin elinde olacaktı. Oldu, bu yüzden sertifika, belge kovalamaya başladı insanlar, aslında değişen bir yanılsamanın lop diye yutturulmasıydı zira kahramanlar, kaderini elinde tutanlar farklı görünen aynı düzenin destekleyicisi, sürdürücüsü haline geldiler. Hayırseverlik de biçim değiştirdi, hibelerin yerini toplumun belirli sorunlarını bulunacak çözümler, bu çözümleri üretmek için gereken yatırımlar aldı ama neye ve nasıl yatırım yapıldığı, Huberman işte bu noktayı eşeledikçe eşeliyor ve dijital kapitalizmin emeği sömürme yollarını açığa çıkarıyor.
“Rekabet Ruhu: Teşvik Yarışmaları Yoluyla Kitlekaynaklaştırma” ilk bölüm. Le Bon kitleleri kapitalizm ve teknolojik yenilikleri raydan çıkarmaya çalışan irrasyonel, ilkel bir güç olarak tasvir ediyordu, günümüzde veri madenciliğinin esas kaynağı olarak kitleler yer alıyor, “kitlekaynaklaştırma” sözleşmeli çalışanlar yerine teknoloji konusunda bilgili milyonlarca insanın gücünü kullanmak demek. İki baskın model var, ilkinde “kazananın her şeyi aldığı” yarışmalar yer alıyor. Basit, rekabetçilik öne çıkarılır, bir sorunun çözümü için büyük bir ödül konur, yan ödüller de konur, sonra ekipler bir araya gelerek çalışmaya başlar. Peter Diamandis ve Elon Musk gibi teknodâhiler dünyayı değiştirmek gibi ahlaki görevlere olanak tanıdığını söyledikleri bu sisteme canavar gibi paralar yatırırlarken dünyevi kurtuluşun yakın olduğunu söylüyorlar, aslında olana bakalım, toplumsal kurtuluşla kişisel kurtuluş tokuşturulurken yeni bir ödün verme biçiminin yolu açılıyor, entelektüel ve ekonomik sermaye tekellerde toplanıyor, risk sermayedarları bu girişimleri yatırım olarak ele alıyor ve buluşları değerinin -“değer” ayrı bir tartışma konusu- pek altında iç ediyor, bunların yanında güvencesiz çalışma koşulları yaratılıyor, “işe alma” yerine sorun üzerinde çalışan sayısız ekip oluşturuluyor, çalışan ekipler çözüm geliştirmek için ödülün beş ile on katı arasında bir para harcıyormuş üstelik, son teslim tarihi yok, negatif karşılıklılık gerekçelendiriliyor ve doğallaştırılıyor. Kahraman girişimci hikâyesi geri dönüyor böylece, 19. yüzyıldaki dostumuz bu kez işçilerin bedeninde diriltiliyor, bu kez çok sayıda kahraman olduğu için onların aralarına katılma şansı da cezbedici kılınıyor tabii, bir gecede seçkinlerin arasına girmek işten değil. Kurdurulan hayal bu, ödül platformları bir komüniteye ait olma ödülünü kendiliğinden veriyor çalışanlara, durmadan genişleyerek sermaye birikimi sağlıyor ve Marx’ın tekel inşasına dair düşüncelerinin dijital kapitalizmdeki karşılığına dönüşüyor resmen. İkinci model topluluk temelli bir kitlekaynaklaştırma yöntemi, “toplum” ve “topluluk” arasındaki farklar ortaya konurken topluluğun şirket mantığıyla hareket edebileceği alanlara göz atıyoruz, işbirliğine dayalı kitlekaynaklaştırma insanın toplumsal doğasından yola çıkarak dayanışmayı çürütüyor en başta. Oylama mantığıyla belli ürünlerin öne çıkarıldığı siteleri düşünelim, Huberman’ın verdiği örnekte tişört sitesi belli tasarımlar arasında oylama yaptırıyor, dereceye giren tasarımları hemen işliyor, tişörtler şak diye satılıyor, yani imalattan önce talep “oluşturuluyor” ve bu yarışma, oylama gibi bir sürü gudik isimle makul kılınıyor. “Jakelerin bu sermaye birikimi sürecinde kararlı bir bağlılık uyandırmasının sırrı, tişört müşterilerini kendilerini ortak bir hedefe bağlı hisseden ve oylarını ve tasarım katkılarını aktif olarak üretilmiş ürünleri şekillendirmek için kullanan topluluk üyelerine dönüştürme becerilerinden kaynaklanmaktadır.” (s. 99) Evde “üretilen” duygu ve hisler hemen metaya dönüştürülüp iteleniyor, süper, “duygusal artık değer” de para ediyor artık, üyeler bu sistemin farkına vardıkça bir şeylerin yolunda gitmediğini düşünüp uzaklaşıyorlar ama mevzu son derece çekici, yeni üyeler safları dolduruyor. Başka şirketlerin başka uygulamaları var, mesela “boş zaman” için acayip şık düzenlenmiş yerler var, işten güçten sonra gidiyorsunuz, FirstBuild nam şirketin mekanında inovatik işler yapıyorsunuz, her türlü imkan var, ayrıca yaratıcı zihinlerle birlikte takılıyorsunuz, Daniel Cockayne’ye göre bunun manası: kapitalist mübadele ile özgecil toplumsal değerler arasındaki muğlak bir ilişkiyi istismar ederek esnek ve güvencesiz çalışmayı haklı göstermek ve normalleştirmek.
Diğer bölümlerdeki konuları özetleyip bitiriyorum, akıllı telefon uygulamaları ve oyunların sömürü aracı olarak durumları süper. “Marx’ın tespit ettiği gibi anların hâlâ kârın unsurları olmaya devam etmesi” uygulamalardan para kazanma nanesinde belirgin, çalışma kapasitesinden ziyade görev tamamlanması olarak ortaya çıkan emek sömürüsünde ince ayarını yaptığımız, eğittiğimiz algoritmalar ön planda. Görevler oyunlaştırılıyor, oyunlar oyuncuları reklamlara boğuyor, uyarıcılara bağımlı hale geldikçe “serbest zaman”ını daha çok oynamaya ayırıyor insan. “Çapulcu bürokrasi” de işini iyi yapıyor, yani kazanılan bir miktar parayı vermemek için türlü arızalar icat edildiği gibi kazanılan da oyun için harcamalara gidiyor veya “gerçek” paranın üzerine oturuluyor. Amazon Go “davranışsal artık değer”e el koyuyor, daha da bir dünya örnek var, Huberman’a göre bunlar psikolojik ihtiyaçlarla da bağlantılı olduğu için Eagleton’ın iddia ettiği “ideolojinin sonu” savı tartışmaya açık.
Liseden sınıf arkadaşımla yaptığım bir görüşmeyi hatırlıyorum. Yazacağı makale için veri topluyordu, Spotify’ın önüme serdiği seçeneklere karşılık verilerimi toplamasına ses etmeyeceğimi söylemiştim. Görüşmeden sonra düşünmeye başladım, söylediğim doğru gelmedi, bu kitabı okuduktan sonra da kesin kararımı verdim. Verilerimin kullanılmasına ses ederim, neye yol açtığını anladım çünkü. Herkese tavsiye ederim, okunsun bu kitap.
Cevap yaz