Jeanette Winterson – Fener Bekçisi

Gümüş’ün hikâyesi. Değil sadece, Darwin’in de hikâyesi biraz, Robert Louis Stevenson’ın, başka insanların iç içe geçmiş hikâyeleri. Yalanı olmaz, hikâyedir, anlatılır ve yaşamlara uyarlanır, yaşamlar hikâyelere uyarlanır, Gümüş’ünki böyle. Babası balıkçı teknesinde tayfaymış, teknesi kıyıya dayanınca anneye çapa atmış. Bir yara asılı, sarp evde. “Bazı insanlar bir tepede büyür, bazıları vadide. Çoğumuz bir apartman dairesinde büyürüz. Ben dünyaya bir açıyla geldim ve o zamandan beri de öyle yaşadım.” (s. 11) Eğimde tekerlenmeyecek yemekler yerlermiş, bir gün bezelye yemeye kalkmışlar da alt köşelerden toplamışlar taneleri. Salts kasabanın adı, deniz feneriyle meşhur, bir de kayık eviyle. Güvenlik kayışı olmadan çıkamıyorlar, eve tırmanarak giriyorlar, sonra anne düşüyor. Gümüş arkada, anne önde çıkarlarken anne altta, Gümüş tutunmaya çalışıyor ama başaramayacak, tuzlu suyun küçük taşları çarpıp kazıdığı kayalara doğru rüzgârlı bir iniş bekliyor onları derken yükten kurtuluyor Gümüş, aşağı bakınca annesinin yerinde sallanan kayışı görüyor. Anneye dönmeyeceğiz, hikâye ileri doğru akacak, yüzünü geriye çevirdiğinde fenerin ışığında aydınlananların içinde anne yok. Kasabalılar hemen çare arıyorlar, okulun öğretmeni Bayan Pinch geçici olarak yanına alıyor kızı ve köpeğini. Ön ayaklar kısa köpek, evin açısına uymuş, aslında Gümüş de uymuş zira bacakları kollarından daha uzun. Yirmi bir yaşına geldiğinde evinin anahtarını geri alabilir, o güne dek birilerinin yanında yaşamak zorunda. Bayan Pinch sert bir kadın, sevgisiz değil ama katı, Muhterem Peder Dark’ın soyundan geliyor ki bu soydan gelenlerin başında lanet gibi bir şey dolanıyor, kara bir bulut olabilir, baskılanan kişilikler olabilir, nesillere yayılan hüzün olabilir. Dark oralardan çıkmış en meşhur insan, Darwin 1859’da, Gümüş doğmadan yüz yıl önce ünlü araştırmasını yayımlamış ve Salts’a gelip Dark’ı görmüş zira Dark’ın keşfettiği mağaradaki fosiller ne eşsizmiş. Ama hikâye daha önce başlıyor, 1814’te parlamento kararıyla Kuzey Deniz Fenerleri Komitesi’ne gerekli görülen yerler için deniz feneri yapma görevi verilince. Daha da önce başlıyor hikâye, 1802’de korkunç bir deniz kazası sonucu kodamanlar ve pahalı mallar batınca. Josiah Dark nam bir Bristol’lı kurtulup karaya çıkınca bir daha oraya gelmemeye yemin etmesine rağmen kalmış bir süre, fener yapımı için finansman ayarlamış. 1789’da mı başlıyor hikâye, genç adam misket tüfeklerini devrim yandaşlarının alacağı yere gizlice sokmuş, kıyım başladığında midesi bulanmış da servetine servet katacak işlere girmiş, sonra Bristol’daki hoş evinde güzel eşiyle yaşayıp gitmiş. Fener olayı çıkana kadar böyle, kulenin inşaatının bittiği gün çocuğu olmuş Dark’ın: Babil. Parçalı tam, Pewler fenerin bekçileri oluyorlar nesiller boyunca, böylece fenerin ışığını korudukları gibi Dark ailesinin hikâyelerini de koruyorlar. Gümüş’ün yaşadığı dönemde feneri koruyan Bay Pew atalarıyla aynı ruhu taşıyor, atalarının ömrünü sürdüğünü iddia etmiyor da asır önceki olayı kendi yaşamış gibi anlatınca Gümüş şaşırıyor ister istemez, kimse o kadar uzun süre yaşayamaz. Hikâyeler hariç, hikâyelerin bekçileri de. Çırak olarak fenere gidiyor Gümüş, Atlantik’in kenarında denizi aydınlatacak ışığı gördüğünde kendi içindeki ışığı da aramaya başlıyor. Bulacak, Pew’un yardımıyla. Her yer karanlık, Pew yemeği karanlıkla pişiriyor, karanlığın damarlarında gezindiğini hissediyor Gümüş. “Karanlık bir varlıktı. Onun içinde görmeyi öğrendim, onu görmeyi öğrendim ve kendi karanlığımı görmeyi öğrendim.” (s. 24) 1969’da fener ev artık, 1 Şubat 1811’deyse Robert Stevenson’ın tamamladığı proje. Parantez açmalı, Winterson anlatılan zamanlar arasında hızlı geçişlerle başka başka dolduruyor geçmişi, Josiah Dark’ın feneri inşa etmesi için bulduğu genç mühendis Robert Stevenson kaç nesil üzerinde etki bırakacak 1934’e kadar, ne metinler çıkacak bu kesişmeden sonra, yaşamdaki ilginç tesadüflerden birinin sonuçları. Stevenson ailesi yüz yıldan uzun bir süre fener yapacak, Babil Dark “tersine hac”la Salts’a gelip belediye başkanı olacak ve Robert Louis Stevenson’la karşılaşacak yaşlılığında. “1886’da Robert Louis Stevenson, Salts’a ve Cape Wrath’e geldiğinde, ölümünden hemen önce burada Babil Dark’la karşılaştı. Bazıları Stevenson’un Jekyll ve Hyde hikâyesinin aklına düşmesine yol açanın Dark ve onunla ilgili şayia olduğunu söylüyor.” (s. 27) Bir parantez daha: spekülatif kurgunun iyisi yiğidin aklını alır ya, kurguyla gerçeğin tokuşması hasoysa tadından yenmez. Nedir, Pew’a göre eğitimin en iyi yöntemi hikâyeler anlatmaktır, bu sebeple Gümüş’e rastlaşmaların hikâyelerini anlatırken fenerin, Dark’ın, romanların ve yaşamlara dönüşen hikâyelerin doğasını da anlatmış olur. Dışarıdaki hayatı anlatmış olmaz, bu yüzden zamanı gelince fenerden uzaklaşan Gümüş çok zorlanacaktır ama daha var ona, Babil’in yaşamına bakalım. Yaşamından memnun değildir Babil, eşine zulmeder resmen, kadının sınırsız sevgisi birlikteliklerini kurtarsa da Babil’in bir başkasına âşık olmasını engellemeyecektir. Salts’a gelip rahiplik yapmaya başladıktan sonra Bristol’da tanıştığı bir kadına tutulur ama öyle böyle değil, böylece ikili bir yaşamı sürdürmeye başlar. Bir yanda hayal kırıklıklarından, mutsuzluktan kafayı kırıp zulmettiği insanlar, diğer yanda sevgilisinin yanındayken hissettiği huzur, sürdürülemez çatışma. Kılık değiştirmesine rağmen Bristol’da fark edilir, Salts’a gelen bir adam ikilikten bahsedince söylentiler yayılır, bir de Babil’in bütün yasaklamalarına rağmen Salts’a gelen sevgili sonsuza dek terk eder Babil’i, yıkım. Babil bütün hikâyesini Stevenson’a aktarınca insanın derinlerde gizlenen iyiliğini ve kötülüğünü, ikisinin birlikte var olabildiğini düşünür yazar, üstelik Darwin’in zamanında anlattıklarından insanın evrimine dair hikâyesini de Babil vasıtasıyla öğrenir. Bir süre sonra romanı eline alan Babil’in düşünceleri, asıl derinlik burada işte, Winterson esaslı karakterlerini örneği nadiren görülen durumlarda genişlettikçe genişletir, inceler, bunu yaparken üslubu çalkalamaz, anlatımı bozmadan sürdürür. Ustalık. Gıpta edilir.

Iskartaya çıkacak hikâye yok fenerden başka, zamanı gelince Pew ortadan kaybolur, Gümüş kente giderek yaşamını sürdürmeye çalışır ama hiç bilmediği bir dünyada zordur işi. Kütüphanelere dadanır, okumak istediği bir kitabı ödünç alan kütüphanecinin evine gider de karakolluk eder kendini, modern dünyada bir antika olarak var olmaya çalışırken kendi hikâyesini yazmaya başladığını fark eder. Pew’un vasiyetidir bir anlamda, mekân ortadan kaybolsa da anlatılar yaşamaya devam eder. Yirmi yıl sonra geri dönecektir Salts’a, gezi grubunun dolandığı fenerde eşyalarını dokunulmamış halde bulacaktır. Odunlar bıraktığı gibi duruyor, yakar. Çaydanlık biraz paslanmış, o topraklarda nemden etkilenmeyen hiçbir şey yok, yine de ocağa koyup çay yapar kendine, Pew’la birlikte içtikleri bol buharlı. Düş müdür gördüğü nedir, kıyıya yanaşan tekneden el sallar Pew, son kez buluşurlar. Sevgiyi söylemektir aslında bütün her şeyin anlamı, sevgiden bahsetmektir. Zamanın boşluklarını doldurur sevgi, ıstırap çektirir, romanlar yazdırır, Barnes’ın dünya tarihinde belirttiğinin eşi aynı şiddetle biçimler yaşananları. Gümüş âşıktır, dile getirecektir. Fener ayaktadır, sevgiye dair hikâyeler yaşayacaktır. Gümüş’ün yaşamı zaman içinde bir duraksama, bir sözcüklük boşluk, dünyayla birlikte. “Hayat çok kısa. Denizin ve kumun bu uzanışı, sahildeki bu yürüyüş, gelgit yaptığımız her şeyi örtmeden önce.” (s. 199)

Muhteşem roman, ne desem eksik kalır. Hikâyelerle tarihin, insanla doğanın, bir şeyle bir şeyin ilişkisi. Ölümsüzlük ve Pilgrim ayarında, biraz daha peklenmiş hali. Dört dörtlük.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!