Emrah Safa Gürkan’a göre Vahşi Batı’nın en alengirli zamanlarında bile çatışma sayısı düşükmüş, ölenlerin sayısı daha da düşükmüş, ayrıca kasabalarda siyahiler ve muhtelif milletten insanlar çokmuş. Filmlerde durum tam tersi, millet birbirini delmek için kasaba kasaba geziyor, bıçkınlara rastlıyor da çekiyor silahını, attığını vuruyor, atamadığını vuruluyor, kadınlarla birlikte oluyor, bilmem ne. Bu şeye benziyor biraz, mahalle var, sakinlerin tamamı nevi şahsına münhasır, yaşamlarını izliyoruz. Mesela Balıkçı’nın romanlarından birindeki deliyi kasabalılar görmüyor, adam, “Ölüm de var!” diye haykırıyor ara ara. Canı sıkkın bir adam bu ünleyişi işitir, “Siktir lan!” diye çarpar bir tane. Yok, hava bozulur o zaman, deli bağıracak da adamın biri denize açılıp fırtınayla boğuşacak, o sıra eşkıyalar kasabayı basacak, dönen balıkçı karadaki fırtınayla uğraşacak, delimiz de bağıracak mütemadiyen. Pasifist bir kovboy, bir tanecik yoktur ki çatışmasın. Russell Crowe benim bildiğim, zamanında çok adam öldürmüştür, tövbe edip rahipliğe başlamıştır ve eski dostunun eline düşünce tekrar silah tutması gerekmiştir ama kimseyi öldürmeyeceğini söylemiştir silahla hareketler yaptıktan sonra. Tokat atana silahını çeker, dan dun kişi vurur, katilliğini hızla hatırlar. Bu da değildir o zaman, Batı’da biri diğerini nasıl ve neden vurmaz, zorla silah verildiğinde ne yapar, bu romanda cevabı var. Yvane hakkında pek bir bilgi yok, metinleri tutmamış muhtemelen, bizde Yankı’nın 1975’te ilk kez bastığı bu metin çıkmış piyasaya, o kadar. Vasattan hallice olsa da klişeleri patır kütür yıktığı için bile hakkı verilmeliydi, vermeye çalışıyorum. Yvane alışılmadık bir silahşor hikâyesi sunuyor, Sam’i bir nevi Eyüp’e çevirerek acının arkasındaki gerçeği ortaya çıkarmaya çalışıyor. Esas adın Türkçesini eleştireceğim, Sam’in sürgüne gönderildiği yok, aslında kovboyluğu da yok ama o kadar kalıp olsun, yıkılacak zaten. Aslında bu Sam bir çiftlikte atlara bakan, kendi halinde bir seyistir, geçmişinin önemli bir kısmını hatırlamadığını anlatının ortalarına doğru öğrenmenin pek bir şeyi değiştirmediğini görünce silahlarla arasının olmadığına inanırız, başlarda talimdeki şişeyi vurmuş olsa bile. Bir gün gelirler yanına, kardeşi Bill’in öldüğünü söylerler. Sydney Boone öldürmüştür Bill’i, Sam’in iki kız kardeşini ve diğer Bill’in ikizini de öldürmüş, özürlerini ileten bir mektup ve cenaze masrafları için bir miktar para bırakarak arazi olmuştur. Centilmen katilimiz kasaba için büyük tehlikedir, Sam’i fişteklemeye çalışan birkaç kasabalıya göre ömründe eline silah almamış bu saftirik oğlan öç almak için altıpatlarları kuşanacak, peşine düştüğü katili kevgire çevirecektir. Kasabanın rahibi dahil hemen herkes Sam’i ikna etmeye çalışsalar da Sam oralı olmaz başta, kardeşlerinin Boone’la ne gibi ilişkileri olduğunu bilmediğinden yanaşmaz, belki de hak etmişlerdir ölmeyi. Kız kardeşleri tecavüz edilmeyi hak etmişlerdir, ne bilsin, “çünkü kadındır onlar, ne yaptıkları bilinmez”, kafası çalışmadığına göre istediği saçmalığı düşünebilir Sam. Ne ki Tanrı iyi gözle bakmaz öyle düşünenlere, can derdine düşenler de bakmazlar, sonuçta hapiste tutulan Rissling’in Colt marka silahlarını kullanmayı kabul eder. Bu Rissling’in hikâyesi de ilginçtir, yan saçmalık olarak öğreniriz ki zamanında çok insan vuran Rissling yaşlanınca köpeklerin maskarası olmuş, doğduğu kasabaya dönmüştür. Açlıktan ölmesin diye şerifin aklıyla küçük bir suç işler, hapse atılır ve ekmek elden su gölden yaşamaya başlar, böyle küçük sorunlarda da yardım elini uzatır işte. Attığını vurmaktadır hâlâ, Sam’in karavanalarını görünce sabır gösterir, ilk patlayan şişeden sonra Sam’i tebrik eder ve yola çıkmaya hazır olduğunu söyler. O gece dengini hazırlar Sam, atı Lola’yla konuşur, yeterli parayı biriktirdiğinde altın nallar alacaktır güzel atına. Konuşmaya başlamazlar henüz, yola çıktıktan sonra dostluklarına şahit oluruz. Sam son kez rahiple konuşurken Boone’u vurmayacağını söyler ayrıca, gidip adamla konuşacak ve iyilikle mukabele edecektir, böylece Boone’un doğru yola geleceğini düşünür. Rahibe göre hiçbir insan kafadaki delikle bir başkasını iyiliğe davet edemez, dolayısıyla işe yaramayacak bir plandır bu ama Sam vazgeçmez, ne olursa olsun silahlarını kullanmayacak ve sadece kalbine güvenecektir. Hayırlı olsundur, sabaha karşı yola çıkabilir artık. Çıkar. Matraklık bir müddet daha, Sam uğradığı bir kasabanın barında alkolsüz içeceğini içerken yanaşan adamlara eli kanlı bir katil olmadığını anlatamaz, bardakiler azgın bir katilin de salağa yatma taktiğiyle onlarca insanı vurduğunu bildiklerinden Sam’in çok büyük bir silahşor olduğunu düşünürler, hatta Colt’ları ünlü bir haydudun silahlarına benzettikleri için Sam’in o haydudu vurduğunu sanırlar. Haydut kendisini kim vurursa bardakilere içki ısmarlaması gerektiğini söylemiştir bir zaman önce, Sam kimseyi inandıramayınca parasının büyük bölümüyle içki ısmarlar. Giderek azalmaktadır artık, eşyalarına gelmiştir sıra.
Romanın ikinci bölümü bambaşka bir hava, konu, akış, neyse. Yaşlı bir kızılderiliye rastlar Sam, adamın kampına gittiğinde pek çok kızılderili kampa gelen bu solukbenizliden ürker de Sam’in dost olduğunu anladıklarında yanaşıverirler. Kısa bir bölüm, Sam’in beyazlar adına özür dilemediği kalır ki hediyeleriyle dileyecektir, diğerleriyse yıllardır çektikleri sıkıntıları ve beyazlarla kurdukları politik ilişkileri anlatırlar, ayrımcılığın o topraklardaki kısa tarihi verilir adeta. Sam bütün yiyeceğini kampta bırakır, karşılığında kutsal bir bıçağı hediye alarak çölün başlangıç noktasına gelir. Söylenenlere göre o çölden geçmiştir Boone, Kaplumbağalar Çölü’nü geçmek çok zor olduğu için Lola’yla Sam’i zorlu bir yolculuk beklemektedir. Yemeksiz üstelik, yolda buldukları kaktüsleri, yeşillikleri gömerek sağ kalabileceklerini düşünürler, bir su önemlidir. Su kapları yolda çatladığı için o bela da peydah olacaktır bir süre sonra. Konuşmaya başlarlar, bahsi geçmeli. Lola sevdiğini o çiftlikte bıraktığı için üzgündür ama Sam’i çok sevdiği için yakınmaz hiç, dostunu hayatta tutmaya çalışacaktır artık. Hikâye bir anda yörüngesinden çıkar, diyalog ağırlıklı anlatı serbest dolaylı anlatıcının tahlilleriyle sürmeye başlar, atla insanın dostluğu, bir de çölün sonsuzluğu ön plana çıkar. Nedir, Sacks’e göre halüsinasyon sebebidir algı yokluğu, illa karanlık bir odaya alınmakla ortaya çıkmaz, hep aynı algıya maruz kalmak var olmayan sesler, arkadaşlar doğurabilir. Çöl hep aynıdır, az da gitseler uz da gitseler farklı bir manzarayla karşılaşmazlar, üstelik silahlar Sam’in vücudunda yaralar açtığı için yavaşlarlar. Lola’nın kendini feda ettiği kısım gelmiştir, önce terini yalatır, sonra bedeninde bir yara açtırıp kanını Sam’e içirtir, en sonunda da çölün sonu göründüğünde kendini öldürtür. Kayalar başlangıç noktasındakilere çok benzemektedir, büyükçe bir çember çizip geri dönmüşlerdir yani, Sam için için lanet etse de Lola için her şey anlamlıdır, canından geçmek en sevdiği için yapabileceği sıradan bir fedakârlıktır. Aslında Sam de canından geçmiştir de Boone’u kurtarmak için yola çıkmıştır, öyle değil mi? Lola başta Sam’in deli olduğunu düşünmüşse yolculuğun sonunda değişmiştir yani, bir at aydınlanmıştır, aydın attır artık, Sam’e bundan daha büyük bir ödül yoktur. O da yolu anlar, Boone’a hiçbir zaman rastlayamayacak olsa da akbabalar tarafından didik didik edilen dostunun kemiklerini gömer, hatta öldürdüğü akbabaları da Lola’yla birlikte gömer. Birleştirmenin hikâyesi böylece sonlanır. İyi veya kötü diye bir şey yoktur, yaşantı vardır sadece.
Okunmazsa pek bir şey kaybettirmez, denk gelen okusun yine.
Cevap yaz