Jean Teulé – Sağanak Altında

Metne geçmeden önce birkaç video izlemek hikâyede ne işler döndüğünü anlamamıza yardımcı olacaktır. Fransızlarla İngilizler arasındaki savaşta hava koşulları neydi, tarafların kullandıkları silahların sağladığı avantajlar nelerdi, görmeliyiz: şu müthiş canlandırmada ustaların yaptıkları silahlarla ilgili söylediklerine bakarsak yüzlerce yıl önce kullanılan ekipmanın orijinaline olabildiğince sadık örnekleri tekrar üretilmiş, savaşta okların kullanıldığı mesafe gözetilmiş, İngilizlerin yumuşak veya sert uçlu oklarla saldırmaları durumunda yol açacakları hasar zırhlar üzerinde gösterilmiş bir de, on numara iş. İlk gruptaki oklar çat diye sekiyor metalden, hikâyede Fransız soyluları zırhlarını Almanlardan aldıkları için deli gibi övünüyorlar ki sebebi belli, çok sağlam giyinip kuşanmışlar. Bordeaux zırhlarını yeriyorlar diğer yandan, belli ki Alman teknolojisi kullanılmış bu sektirme işinde de sert uçlu oklar kullanıldığında zırh delinmiyor, hatta günümüzün teknolojisiyle üretilen oklar kullanılıyor, e yine delinmiyor? Romanda adım adım ilerleyen İngilizler longbowman güruhuyla saldırmadan önce sol kanadı Agincourt, sağ kanadı Tramecourt nam ormanlara yaslarlar ki bodoslamadan girebilsinler, yanlardan saldırı altında kalmasınlar. Teulé özellikle Fransız ordusunu anlatırken ironi dozunu artırıyor, mesela civardaki köyden iki bin adamıyla gelen soyluyu Fransa’nın büyük büyük adamları biraz dinleseler, böbürlenmeseler savaşı kolaylıkla kazanabilirlerdi zira ortalık kan gölüne döndüğünde bu soylu çıkıyor ortaya, fırsattan istifade V. Henry’nin şahsi eşyalarını yağmalıyor, uzuyor hemen. Tacını falan çalıyorlar kralın, aslında büyük rezillik kral için ama öbür tarafta Fransa’nın koca ordusu tepetaklak olduğu için üstünü kapamak kolay. Nedir, köylü soylu sadece hırsızlık için geliyor oralara, saldıracak olsa ormanda çıt çıkarmadan ilerleyen adamlarını arkadan dolaştırdığı gibi bir salardı, İngilizlerin pestilini çıkarırdı da onuruna dokunmuş terslenmek, adam ekmeğine bakıyor sadece. Üç yüz fahişeyi getirmesi beklenen Fransız soylusunun savaştan saatler sonra gelmesi de ayrı makara, bir önceki gece bütün Fransızlar fahişeleri beklerken adamın gecikeceğini söylüyorlar, adam gerçekten gecikiyor, aslında koşturup İngilizleri yakalayabilir ama binlerce ölünün arasından geçip de canını riske atmak istemiyor. Yağmalamışlar bir de, İngilizler kendilerini Dover’a atacak gemiye doğru yola çıkınca -V. Henry’nin teklifini kabul etmeliydi Fransızlar, eğer düşmanın önünü kesmeselerdi Manş kıyısındaki yerleri onlara bırakacaktı V. Henry, savaşmaktan başka çaresi kalmadı- sağdan soldan bir sürü akbaba geliyor ortama, kadınlar ölülerin iç çamaşırlarını çalıyorlar, kaynatıp kanlardan arındıracaklar da kocalarının kıçına geçirecekler, kışın soğuğundan korunacaklar böylece. O sıra V. Henry savaşta ölen amcasıyla has adamının bedenlerini kazanda kaynattıracak, et ve dışkı kokusundan etkilenmediği için yakınlarda bir yerde bekleyecek, böylece kemikleri alıp memleketine dönebilecek zira kemiklerden başka hiçbir şeyi geri götüremez geleneğe göre. Savaş sonrasında ne olup bittiğine dair acayip ayrıntılar var, Teulé iyi çalışmış. Zambak Çiçeği yine işini yapıyor mesela, bacaklarını ayırıp köylüleri davet ediyor, böylece parasını alıp hayatını yaşamaya devam edecek. Önceki gece Fransızlara hizmet ederken -bir komutanın kavalını çalarken savaş taktiklerinden konuşulması ilginç- yağıştan, arazinin eğiminden bahsetmiş, komutanları uyarmıştı ama bir fahişenin savaştan anlamayacağını düşündüler, dinlemediler kadını. Zambak Çiçeği’nin annesi de cepheden cepheye dolanan bir kadınmış, onu becerenler şimdi kızını da beceriyorlar da düşünmüyorlar kaç savaş görmüş kadının doğruyu söylüyor olabileceğini. Böyle şeyler de belirliyor savaşın sonucunu, küçük şeyler, mesela İngilizler kıyı boyunca ilerlerken bozuk midyeleri yiyerek ishal oluyorlar, ölüyorlar, altlarına sıçıyorlar ve zayıflıyorlar ama faydasını da görüyorlar bunun, Fransızlar hayvan gibi zırhlarıyla çamura gömülürken zayıf İngilizler hızlı hareket ederek avantaj sağlıyorlar. Okçular diyorduk gerçi, ormanlara yaslanan İngilizler adım adım ilerleyip okları salıyorlar, süper bir klişe: gökyüzü tabii ki kararıyor oklar yüzünden. Dan dun zırhlardan seken oklar yağmurun tapır tapır sesiyle birlikte kulakları çınlatıyor, sonra İngilizler biraz daha yaklaşıp biraz daha sıkıyorlar, en sonunda Fransızlardan birinin haykırışı duyuluyor. Aptal soylular nam ve şan peşinde koştukları için en öne geçmişler, yan yana dizilmişler, o kadar sıkışıklar ki delik deşik oldukları zaman atlarından düşmüyorlar, düşecek açıklık yok. Şövalye onurudur, savaş gelenekleridir, Fransızlar bunlara çok düşkün oldukları için katakulli yapmaya niyetleri yok, İngilizlerin okçularla saldırıya geçmelerini ölürlerken bile ayıplıyorlar. Biri üç yüz fahişenin gelmemesinden şikayet ediyor, Teulé mizah ayarlarını açıyor burada. Kısacası o okların zırhları delemeyeceği kanıtlanmış ama onca malzemeden bahsediyor yazar, mesela İngilizlerin yaylarıyla videodaki yayın nitelikleri aynı mı bilmiyoruz, ok uçlarıyla ilgili kesin bir bilgi yok elde, malzeme bilgisi eksik olduğu için bir şey demek zor. Ne oluyor, ilk sıradakiler atların ayakları çamura gömüldüğü için bir türlü saldırıya geçemeyip hacamat oluyorlar, ikinci sıradakiler İngilizlerin sivri direkli tuzağına düşüp iki seksen uzanıyorlar, arbaletler cort çünkü yağmur yüzünden yaylar işe yaramaz hale gelmiş, eh, en arkadaki grup da pek bir halt yiyemeyince savaş sonlanıyor. Yukarıda, tepelerden birinde Zambak Çiçeği ve iki tarafın temsilcileri izliyorlar savaşı, kimin kazandığına karar verecekler, hangi taraf önde gibi görünüyorsa o tarafın temsilcisi kadının kıçını sıkıveriyor bir güzel, Zambak Çiçeği çokça ellenirken önceki gece söylediklerinde haklı çıkmasına dair hiçbir şey hissetmiyor. Öyledir, erkekler oyun oynarlar ve kaybederler. Hava atan soylular, Fransa’daki iç savaşta karşı karşıya gelen ailelerin kavga çıkarmaya meyilli olsa da düşman karşısında birleşen taraftarları, ilk kez savaşacakları için heyecandan amuda kalkan gençler, hepsi ölecek.

Aptallık. Komutanların çamura karşı hiçbir önlem almaması, yağmur yüzünden bataklığa dönen toprakta saatlerce beklemeleri mahvediyor Fransızları, şurada görüleceği gibi. Film Shakespeare’in oyunundan uyarlama olduğu için çamurlu bölümlerin dışındakileri önemsemeyelim, ağır zırhlılar çamuru öperken zincir zırhlı İngilizler seri kesiyorlar, üstünlükleri bariz. Beşinci günün şafağı ayrıca, güneş doğarken tepeden aşağı doğru saldıran İngilizler parlak zırhlardan yansıyan ışınların kör ettiği, miğferlerinin dar aralığından bir halt göremeyen Fransızları çat pat küt. Kralın yeğeni de orada, güzel sesi ve şarkılarıyla biliniyor, bir de şans eseri cesetlerin arasında kalıp ölümden kurtulmasıyla. Esir düştüğünde kaç yıl hapiste kalacağını bilmiyor ama fidyesinin er geç ödeneceğini biliyor. Yanlış biliyor, soyluların çoğu öldüğü için kral vergi toplayamayacak en önemli bölgelerden, Fransa sağlam bir sarsılacak. İngilizlerin ordusunda tavernalardan, hapishanelerden toplanmış adamlar var, rehin aldıkları soyluları iyi bir paraya okutma hayaliyle savaşıyorlar ama V. Henry biraz şerefsiz, üç kuruşa “satın alıyor” tutsakları. Bir de katledilenleri var, Fransızlar bir ara toparlar gibi olunca rehin alınan sayısız soyluyu öldürüyor okçular, üstelik hiç de öldürmek istememelerine rağmen. Fark burada ortaya çıkıyor, Fransızlar her türlü kaynağa sahip, rahat rahat tıkınıyorlar, kuşanıyorlar, savaşa şenlikmiş gibi giriyorlar ama öbür tarafta perişan bir ordu var, memlekete dönmek için her şeyi yapabilir. Çok az rehine kalıyor geride, İngilizler ölenlerin zırhlarını toplarken nihayet ailelerine veya fahişelere kavuşacaklarını düşünüp seviniyorlar. Hikâye aşağı yukarı bu, ayrıca Teulé’nin bıraktığı bilgi topakları var ki can sıkıyor bazı, mesela sıradan bir askere uzun uzun açıklama yapmaz bir rahip veya komutan, maksat o dünyaya dair bir şeyler anlatmak. Diyeyim, okunası bir roman. Denk gelince.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!