Metnin çevirmeni Hüsen Portakal giriş yazısında Yunanların düşünsel anlamda çağdaşlarından ne kadar ileride olduğuna değiniyor, Mezopotamya insanının yıldızları birer büyücü olarak gördüğü sıralarda Yunan bilgeler yıldızlara birer nesne, kendileri dışında birer varlık olarak bakıyorlardı, bilme arzusuyla yaşayan Yunanlar altın çağlarında kapalı rahipler kastına sahip değildi, bilginin toplanıp gizlendiği belirli bir sınıf yoktu, polis insanı bir önceki çağın para karşılığı eğitim veren sofistlerinden sonra kamuya dahil edilen bilgiden dilediğince yararlanabiliyordu. Doğu toplumlarındaki din adamının öğreticiliğini filozoflarda buluruz, özellikle Sokrates çarşı pazar gezerken nerede bir mevzu görse Kahtalı Mıçe misali, “O ney gardaş?” diyerek ortama dahil olur, retoriğin dibine vurur. Hatta polis‘e ve yasalara duyduğu saygıdan ötürü öleceğini bile bile kaçmaz, rahatlıkla kaçabilecek olmasına rağmen. Yasanın/bilginin uygulanmasına razı gelir kısaca, her ne kadar Sokrates’in Spartalıları desteklediğini bilerek, bildiğini düşünerek hareket eden yargıç grubunun art niyetlerinden kuşku duyulmasa da verilen karar yurttaşların kararıdır, karar karşısında hiçbir şey duramaz. Böyle bir ortam kısacası. Portakal, Yahudilik ve Müslümanlık kıyasına da giriyor ama kıyaslanacak pek de bir şey yok aslında, dinin sınırlarından dışarı çıkamayan toplumlarda felsefenin gelişmesinden bahsedilemez. Yunanlara dönelim, Linear B’nin çözülmesiyle birlikte tarihlerini daha iyi öğrendik, en eski Yunan dünyasının Ortadoğu krallıklarına benzer bir yapıya sahip olduğunu söylüyor Vernant. Hattuşaş’ın, Ugarit’in yazı arşivlerinden anlaşıldığı kadarıyla bir zaman bütün insanlar benzer bir yönetimin altında yaşamışlar. Homeros’un metinlerine geldiğimizde bambaşka bir dünyayla karşılaşıyoruz, dönemin insanı Miken uygarlığının yeniden ortaya çıkacağını düşünse de gerçekleşmiyor bu, polis zamanındaysa bu kez Homeros’un dünyası çok uzaklarda kalmış oluyor, insanlığın ilk altın çağında oldukça özgün bir dünya anlayışı beliriyor. Dor istilasının dönüştürücülüğünü H. D. F. Kitto da anlatıyordu, biz bunun biraz öncesine gidip bütün uygarlıkların birbirine benzediği zamanlara gidelim. MÖ 2000’in başında Doğu ile Batı arasında bir kopukluk yok, kervan yolları üzerindeki yapılar birbirine benziyor hatta, Girit saraylarıyla Alalakh’taki saraylar aynı mimari, resim ve fresk okulunun eseriymiş gibi. Mimariden veya sanattan kaynakların benzerliğini görebiliyoruz, bunun yanında atların kullanım biçimleri ve insanlık için anlamı da veri sağlıyor. MÖ 2000-1900 arasında Yunanistan’da yeni bir topluluk ortaya çıkıyor, Aryan göçleri sonucu o bölgeye gelmiş olabilirler. Bronz silahları ve seramikleriyle kendilerinden önceki topluluktan ayrılıyorlar, Troya’nın defalarca kurulup yıkılmasıyla oluşan katmanlardan kazılar sonucu elde edilen kalıntılar topluluklar arasındaki farkı ortaya koyuyor, bunun yanında tanrıların değişimleri de var. Atları buraya bağlayacağım, ilk Yunanlar atlı bir Poseidon imajı çizerken sonraki dönemlerde denizlere iniyor Poseidon, atın devre dışı kalması en baştaki kültürel kaynağın değişmesinden kaynaklanıyor muhtemelen, bölge deli gibi göç alıyor çünkü, ayrıca her gelen kendi inancını getiriyor, ortaya karışık bir tanrılar yığını oluşuyor. Etimolojiyi kullanarak da tarihin izini sürebiliriz, yerleşim yerlerinin ve coğrafi şekillerin isimleri aynı kökten geliyorsa muhtemelen tek bir topluluğun oralarda barındığını söyleriz, benzer şekilde insanların isimleri de bilgi sunar. Eski Yunan uygarlığında başta at yok, at ve arabacılık muhtemelen Hititlerden geliyor, bu durumda Hititli Mursilis’le Oinomaos’un at bakımcısı Murtylos’un aynı kişi olduğunu düşünebilir miyiz? Belki. Mitler gerçeğin parçalarından oluşuyor, gerçeklik mitlere karışıyor, filozoflar dünyayı yerli yerine oturtana kadar bu geçişler sürüyor.
Miken’e geliyorum, ilk krallıklardan birine. Sınıflar var, kâtipler toplumsal yaşamı denetleyip kuralları koyuyorlar. Değiş tokuşu belirli kurallara bağlayanlar da bu kâtipler. Miken ve Hitit uygarlıkları birbirine benziyor, Hitit uygarlığında kralın çevresindeki tayfa güvenilir insanlardan oluşturuluyor, bunların dışında ayrı bir sınıf oluşturan soylu savaşçı sınıfı var, Miken de bu sistemlerin benzerlerine sahip. Toprak yönetimleri yine benzer, saray çevresine doğrudan veya tımar yoluyla bağlı olan toprakların yanında çiftçilere ayrılmış topraklar da vergiye tabi. Dorlar ortaya çıkarak bu uygarlığı indiriyorlar, her şey değişiyor. Bronzun yerini demir alıyor, ölüleri yakmanın yerini gömme alıyor, seramik işçilik değişiyor, geometrik şekiller çıkıyor ortaya, bir dünya değişiklik yaşanıyor. Webster’a göre bu bir devrim, zira demire adanmış yeni çağın kahramanlar çağı olan bronz çağını bitirerek geçmişi şimdiden ayıran bir bilinç yaratması, ölüler dünyasının yaşayanlar dünyasından kesin olarak ayrılması, tanrısal kral kişiliğinin yok olması vs. büyük yeniliklerdi, böylece Homeros’un metinlerine düşünsel bir plan oluşmuş oldu. Sophia ortaya çıktı, en önemli gelişme bu olsa gerek. Yedi Bilge’nin ortaya çıkışı sadece insanlar içindi, phusis nam doğa-süreç için değil. Arkhe nam liderlik kavramı bir önceki dönemin basileia‘sından ayrılıyor, her yıl tekrarlanan seçimler geliyor. İskitler örneğine bakıyoruz, kral tek başına din adamlarını, savaşçıları ve tarımcıları komutası altına alırken Yunan medeniyetinde bu güçler ayrışmış durumda. Atina efsanelerinde bu ayrımın mitik izlerini buluyoruz, Pandion öldükten sonra oğulları ve torunları arasındaki iktidar savaşları bu güçler ayrımını anlatıyor. Gerçeğin izini söylencelerde aramak, söylencelerin gerçeklik payını araştırmak çok eğlenceli bir şey değil mi ya? “Kardeşler arası bir çatışmanın öyküsüyle mitolojinin telkin ettiği şeye, bu kez tarih ve politika kuramı, toplumsal yapıyı birbirinden ayrı bölümlerin ayrışık parçaları gibi sistematik bir biçim altında ekleyeceklerdir: Toplumsal sınıfların tekelci işlevleri birbirinden ayrıdır, ama karışımı ve birbiri içinde erimeyi yine de gerçekleştirirler.” (s. 44) Krallık, anax ortadan kalkınca Eris-Philia, karşıtlıkları tümleyici iki tanrısal antite çıkıyor ortaya, tartışma yeri olarak agora belirleniyor ve söylevsel güçler çarpışmaya başlıyor. Basamaklı bir toplumda eşitler grubu oluşuyor, böylece arkhe mülkiyet olmaktan çıkıp eşitlerin bir parçası haline geliyor. Polis‘in ortaya çıktığı sıralarda oluyor bu, Aristoteles insanın politik bir hayvan olduğunu söylerken aslında polis‘in bir parçası olduğunu söylüyor, Kitto defalarca dile getiriyor bunu. Güç, söylevlerin gücüne kaymış durumda, Homeros’un destanı saraylardan çıkarak şenliklere katılıyor artık, politika ile logos arasında ayrılmaz bir bağ var, diyalektik kural kişisel ve dinsel saygınlıklarla kurulan üstünlüğü ortadan kaldırıyor. Yasalar konusunda Solon’un buluşları yazıya geçiriliyor ve herkes tarafından, eşit şekilde uygulanmaya hazır hale getiriliyor. İktidara ait hemen her ögenin kamusallaştığı söylenebilir, eskiden gözlerden uzak tutulan kutsallık, tanrılar üzerine özgürce bilgi edinme aracı haline geliyor ama yine de bazı yöneticilerin kendilerine ayırdığı kimi gizli tapınaklar ve kalıntılar çıkıyor ortaya, halkın bilmediği efsanelerdeki kahramanların mezarları ortaya çıkarsa devletin çökebileceğinden korkuluyor çünkü. Felsefe büyük ölçüde bu kapalı ortamlarda, Pisagorcu mezheplerde ortaya çıkıyor, Sofistler halka inip felsefeyi anlatıyorlar ama çoğu topluluğun böyle bir niyeti yok. Yol ayrımı beliriyor bu noktada, ya toplumu düzeltmek için sokağa inilecek ya da kapalı kapılar ardında düşünsel pratikler sürdürülecek. İki akım da bir süre varlığını sürdürüyor, tabii halka açılan bilgiyi, felsefeyi öpüp başa koymak lazım gelir, helal olsun halkçı filozoflar. Neyse, o sırada her türlü bireysel aşırılık cezalandırılıyor, örneğin bir savaşta kahraman olmak için ileri atılanlar yargılanıyor, zenginlik gösterileri ayıplanıyor, topluluk için uygun hareketler olarak görülmüyor bunlar. Sparta örneği biraz ayrışıyor bundan ama girmeyeceğim buna. Site‘nin krize girdiği sırada Fenikeliler ve diğer halklar dolaylı olarak yardımcı oluyorlar, ticaret yoluyla sürdürülen etkileşim Yunanların gereksindiği pek çok gıdaya erişimi sağlarken felsefeye katkı sunacak düşünürler de birer ikişer ortaya çıkıyor böylece, ilk düşünceler hukuk ve ölüm üzerine. Orfeusçular, Plutharkos, Epimenides gibi figürler bu dönemde etkin. Suçlar dil yoluyla genelleşiyor bir de, hukukun yayılımına bir örnek olarak önceleri akraba cinayetini tanımlayan sözcüğün tüm vatandaşlara göre suç tanımı olarak kullanılmaya başlanması verilebilir.
Sonrasında kavramların dönüşümleri, mitlerden çıkarılan gerçeklikler, semavi dinlerdeki Yunan düşüncesinin izleri, düşünürlerin evreni kurgulama biçimleri gibi pek çok mevzu var, ilgilisini tatmin eder. Okunmasını tavsiye ederim, Vernant geçtiğimiz yüzyılın en önemli Antik Yunan araştırmacılarından biri olarak görülüyor.
Cevap yaz