Modaya dair ilk kitabı yazdığı söylenen Matthäus Schwarz’ın “kıyafetli özyaşamöyküsü”nü sayılı kaynaktan biri olarak gösteriyor Schmitt, doğum gününün tarihi pek kimsenin ilgisini çekmediği için elde veri yok, dolaylı yoldan elde edilen bilgiler yıldönümlerini, doğumu ve ölümü tarihsel süreçteki anlam değişimleriyle ele almaktan öteye gitmiyor. Moda kitabı var işte, Marco Polo’nun şaşırtıcı keşfi, Kubilay Han’ın sarayında keşfettiği doğum günü partileri var, 14. yüzyılda V. Charles’ın astrolojik amaçlarla doğdukları günü ve saati belirlemeleri var, ölüm gününden ziyade doğum gününe verilen öneme dair tek tük bilgiden bazıları bunlar. En yakın, en belirgin olay Goethe’nin doğum günü pastasına konan 53 mum, bu pastayı icat edenin Goethe olduğunu söylüyor Schmitt. En başta zamanın ritme sokulması var, takvim yıllık uğraşların zamanının gelip gelmediğini göstermek amacıyla icat edildiğine göre toplumsal yaşamın döngülerini de belirliyor, örneğin kış aylarında insanlar yaşamın ortaklaşalığını daha iyi anlıyorlar çünkü hava soğuk, ısınma dert, birlikte geçirilen vakit uzun, biyolojik saat yaz kış ayrı işliyor da bu zamansallığa uyduruluyor, o zaman gündelik yaşamda bu pratiğin yansımalarını bulmak yıldönümlerinin önemini de ortaya çıkaracak. Neden kafa yorulmamış buna, Schmitt moda kitabı üzerinden açıklıyor: “Bunun nedeni kuşkusuz doğum gününün, dün olduğu gibi bugün de kısmen bireysel yaşamı duraklara ayıran dinsel ve kamusal ritüellerin (ilk komünyon, evlilik vb) şaşaasından yoksun, küçük, kişisel ve ailevi bir tören olmasıdır; bir insanın kendisinin ya da yakınlarının doğum gününü kutlaması zaten olagelen, sıradan bir alışkanlığa benzediğinden, böyle bir uygulamanın tarihi üzerine kafa yormamış olabiliriz.” (s. 12) Aslında mikrolu makrolu her türlü araştırmanın konusu olabilirdi, aristokrasinin fişteklediği ve burjuvazinin yaygınlaştırdığı bir kutlama çıkardı mesela, ne bileyim, Amerika’da demiryolu işçilerinin başlattığı grevlerden birinde destekçi ailelerin dayanışma için getirdiği pastayla bir işçinin doğduğu gün arasında bağ kurulup emeğin yüceltilmesi de düşünülmüştü belki. Doğum günlerinin sosyolojik işlevi toplumsallaşmanın nüvelerini içeriyor, partiye kimi çağırıp çağırmadığımız üzerinden saksıya fesleğen gibi oturturum anlamı da çıkar falan, mevzu dallanıp budaklanır, biz lafı yolunda tutalım. Batı odaklı bir araştırma olsa da Çin’deki takvimin farklı işlediğine dair kısa bir bölüm var, kültürel farkların tek potada eridiğini yine Doğu’da görebiliriz zira orada Ornitorenk Yılı filan var, günler başka türlü hesaplanıyor, Kore’de çocuklar doğdukları an 1 yaşında kabul ediliyor ve anneye yosunlu pasta yediriyorlar kutlama sırasında, bombastik işler. 60, 70 ve 80 yaş çok önemliymiş orada, özel olarak kutlanırmış, kültür süper bir şey.
Rönesans döneminde bireycilik ve benlik bilincinin gelişmesiyle birlikte bildiğimiz anlamda doğum gününün icadına yaklaşıyoruz ama zamansallığın henüz bu olguyu ortaya çıkaracak kadar bölümlenmediğini görüyoruz. Schmitt kıyafetnameli bölümde meseleden biraz uzaklaşarak Schwarz’ın bol resimli metnindeki değişen kıyafetlerin anlamını, metinlerini resimlerin hemen üzerine yazan müellifin yüz ifadesindeki değişimleri inceliyor. Şunları öğreniyoruz: yaşamını her yıla bir resim gelecek şekilde kayıt altına alan Schwarz doğum gününü aşağı yukarı bilir, bağlamı başka yerden kurmuştur. Oğlu Veil Konrad da babasının yolundan giderek kendi kıyafetnamesini oluşturacak, bireyciliğin yayılmasını sağlayacaktır, resimleri kitapta mevcut. Schwarz her resmine bir açıklama koyar, aile yaşantılarını, eşini, oğlunu, iktidarla ilişkilerini aktarır, yaşam yıllığının ilk örneğini mi vermiştir bilmem ama en önemli örneklerinden birini verdiği kesin. “Yazarın bütün bu tespitleri, hayata ritim veren olayların yeniden hatırlanması için gösterdiği sistematik çaba sayesinde bizi hafızanın kendi işleyişine götürür; o çaba ki aynı anda hem çocukluk anılarına hem babanın tanıklığına hem de yazı ile resmin desteğine dayanır; çocukluğundan itibaren kendi portresini yapan genç Albrecht Dürer gibi bu parlak genç adam da on üç yaşından itibaren yazı ve resmi kendine dert edinmiştir.” (s. 22) Doğdukları günü kutlamak akıllarına gelmiştir muhtemelen, yaşamı önemsedikleri bariz, kutlamama sebeplerini geriye giderek buluyor Schmitt. 1789’dan itibaren tutulmaya başlayan doğum kayıtları sadece kralların haiz olduğu bilginin yavaş yavaş alt tabakalara da ulaştığını gösteriyor, bunda hukukun etkisini göz ardı etmemek lazım, o zamanlar bir insan ne kadar gençse -hafifletici sebep- işlediği suça karşılık o kadar az ceza aldığı için resmî kayıtlara geçmesi lazım artık doğum tarihinin, tabii burada belirlenmesi gereken bir “yaşında” ve “yaşının içinde” meselesi var ki lanetin te o zamanlarda başladığını gösteriyor, çok daha ciddi tartışmaların sonucunda standart belirlenmiş de bize, “Oğlum sen doğduğunda 1 yaşında mıydın?” şeklindeki bayık muhabbet kalmış. Sanıyorum araştırmanın en önemli noktasına geliyoruz, Rönesans’ın berisine kadar olayın önemsenmeme nedeni Hıristiyanlığın “gerçek yaşam” doktrini. Gerçekte önemli olan “ölüm günü” çünkü insan ölerek öbür dünyadaki gerçek yaşamına başlıyor, gerçek doğum aslında ölüm günü, dolayısıyla insanların ölüm günleri mühim. İkinci engel de kutsal kitaplardaki hikâyeler: Yunan ve Latin Kilise Babaları antikçağın doğum günü ritüellerine şiddetle karşı çıkmışlar çünkü Yusuf’un rüya yorumladığı sıra hükümdarın doğum günü kutlanıyor, Eyüp doğduğu ve ana rahmine düştüğü günü lanetliyor, Yeremya da doğduğu günü püleyince parti iptal. Aslında sonradan gelenler öncekilerin yapıp ettikleri yüzünden kutlamaları iptal etmişler denebilir, Eski Ahit’te gaddar krallardan birinin doğum günü kutlamalarında kurban kesmek zorunda kalan, Dionysos bayramlarında asma yapraklardan bir taç takarak Baküs alayına katılmakla yükümlendirilen Yahudiler var, Yeni Ahit’te hükümdarlardan birinin doğum günü şerefine başının kesilmesi emredilen Vaftizci Yahya var, şanlı bir gün değil yani doğum günü. İsa’nın doğumu, Noel kutlamaları, pagan inançlarının çorlanıp dönüştürülmesinden sonra şahsi doğum günlerinin değil de azizlerin doğum günlerinin kutlanması fikri atılıyor ortaya, doğum gününü akılda tutmak yerine vaftiz gününü hatırlamak daha iyi, insan cehennemden kurtulduğu gün doğmamış mıdır? Azizlerden de bir aziz var mutlaka doğum gününe çakılan, onun adını da Hıristiyan adın yap, tamamdır. Tom Cruise mesela, 3 Temmuz’da doğmuş, Şüpheci Tomas’la ilgisini araştırınız. Doğumla vaftiz günümüze doğru aynı gün içinde gerçekleştiği için kiliselerde doğum tarihleri kaydedilmeye başlanıyor, en eski kayıtlar 14. yüzyıla dek gidiyormuş. “Ortaçağın sonunda ise doğum günü, yalnızca hümanizm çerçevesinde kadim geleneklerin yeniden ortaya çıkışı olarak değil, dinsel alanın da yer değiştirmesinin sonucu olarak yeniden doğdu.” (s. 64) Buradan Schwarz’a bağlanıyoruz, adam bireyin yaşamının ve ritmini bulmasının kendi başına değer kazanmasının ilk örneklerinden biri. Eşzamanlı olarak “yaşamın çağları” da bir tür zamansallık olarak varlığını sürdürüyor, Aristoteles’in üçe ayırdığı yaşam çağları geçen zamanla birlikte dörde, altıya kadar çıkıyor, dallanıp budaklanıyor sonra, pedagoglar bebekliği dahi yüz seksen iki parçaya bölerek bilişsel yapımızın gelişimini takip etmeyi kolaylaştırmışlar mesela, on numara. Çağlarla ilgili edebî metinler var, yaşla ilgili de var, Padovalı Albertino Mussato 57 yaşındayken “Doğum gününü kutlamak gerekmediğini bilmek üzerine” başlıklı bir şiir yazmış. “Kentinin onuruna tarihsel şiirler ve Seneca tarzı trajik oyunlar kaleme alan bu yazar, modelini açıkça antikçağdan alıyordu. Ama Mussato yılların hesabının titizlikle tutulmasını insanın hafızasını düzenlemesinin, kimliğini oluşturmasının, kendi yaşamını genel tarihin akışı içine oturtmasının bir yolu olarak görüyordu.” (s. 83) Bu alıntıyla doğum gününün önemini gösteriyor, sayın okura Schmitt’in araştırmasını okumayı tavsiye ediyorum. Şöyle metinleri okuyunca bir aydınlanma rüzgârı üfüldüyor, şenleniyorum, süper olay.
Cevap yaz