Jacques Le Goff – Ya Paranı Ya Canını: Orta Çağda Ekonomi ve Din

Çeviri tercihi haydutlarla ilgili bir metin okuyacağımızı sandırıyor, olay murabahacılar ve kapitalizmin ilk nüvelerinden birini ekonomik körlükle ortadan kaldırmaya çalışan Kilise. Kimdir, para verip verdiği paradan daha fazlasını geri alan kişidir murabahacı, bir açıdan tefecidir, paradan para kazanandır, paraya para demeyendir murabahacı, savaşları besleyendir, ocakları söndürendir, Cehennem’in dibinde bir yere gitmesi kesin olandır, İsa’nın kırbaçladığıdır, Dante’nin havadar bir kata tıktığıdır, 12. yüzyıldan 19. yüzyıla ekonomi ile dinin, para ile kurtuluşun en tartışmalı figürüdür Le Goff’a göre, Hollywood filmlerinde purosunu yakıp adam dövdürtendir, Yeşilçam’da babasının koltuğuna oturan adama, “Versene lan babamın paralarını!” diyendir, önüne geleni tokatlamaya çalışandır, iblistir, böyle gebeş bir şeydir. “Bu kelime, yeni tür insanın eski sembollerin ağırlığı altında ezildiği, modernitenin kutsal tabular arasında kendine ite kaka bir yol açtığı ve tarihin kurnazlığının dinî iktidarın baskıcı güçlerini dünyevî başarının araçları olarak kullandığı uzun bir Orta Çağlar imgesini görünür kılıyor.” (s. 11) Ezra Pound’un şiirinde mahvolur, Shakespeare’in Yahudi’sinde vücut bulur ama intikam alacak gücü yoktur, en azından dine sökmez gücü, Yedi Ölümcül Günah’tan avaritia yani açgözlülük zaten onun kanında vardır. “Parasal ekonomi” hızla yayılırken Hıristiyanlık değerlerini tehdit eder, kapitalizm kapıdadır ve murabahacı kapıyı açmaya çalışmaktadır. Şu makalede 19. yüzyıldaki durumu anlatılıyor, Le Goff’un incelediği zaman 13. yüzyıl olsa da temelde pek bir şey değişmemiş: Mevzu hukuka aykırı değil, kınansa da en azından toplumsal bir meşruiyeti var ama Hıristiyan inancına göre yok, çünkü Tanrı bir yanaysa para bir yana, İncil’de yazıyor bunlar: altın seven kişi günahsız olmaz, “haksız” yoldan elde edilen servet ateştir, kimse iki efendiye hizmet edemez. Faille fiilin ayrı anlamlandırıldığı dönemde kutsal metinler, summae denen “Günah Çıkarma 101” kitabı örneğin, günahın ve itirafların kolektif, kamusal bir olguyken ağızdan kulağa aktarılan bir hale döndüğünü gösteriyor, böylece papazın bağışlama eylemi içe bakışı, psikolojik modernitenin temel taşlarından birini oluşturuyor. Papazlar günah çıkarmanın ilkelerini öğrenirken başvuru kitapları peydah oldu, murabahacılar bu kitapların yıldızları haline gelerek adeta lanetlendiler. İkinci tür metin herkes için, vaazlarda çok işe yarayan kıssa. Le Goff pek çok örnek vermiş, hepsinde murabahacıların başlarına çok kötü şeyler geliyor. Mesela ölüyor diyelim, parasının üçte birini oğullarına, üçte birini eşine mi ne veriyor, kalan üçte birini de koynuna koyduruyor ve öyle gömülüyor. Büyük para, oğlanlar gece mezarı açıp bakıyorlar ki ne görsünler, zebaninin biri kor haline gelmiş altınları adamın ağzına sokuyor. İbretlik. Böyle uç hadiselerin ortaya çıkmasında dinî krizlerin etkisi var ki bizde padişahın katıldığı ilk ve son recm vakasından önce de radikal bir din anlayışı gelişmişti, burada Katharlar, Heretikler var, Fransiskenler ve Dominikenler azla yetinmeyi savunuyorlar bir yandan, Haçlı Seferleri silip süpürmüş ortalığı, bunların acısı haliyle bir yerden çıkacak. Kara koyun murabahacı. Kesesinden vazgeçmedikçe Cehennem’in sakini, murabahacılık “çok yüzü olan bir canavar, çok başlı bir yılan”sa murabahacı dinlerin nadiren aynı telden çalmasını sağlayan mahluk.

Le Goff iktisadî çözümlemeyi kısa tutarak değiş tokuşa, teminata ve mütekabiliyete değiniyor, taraflar arasındaki ilişkilerin aldı verdisine yani, buradan ürünün yokluğuna, somut bir katkının eksikliğine rağmen murabahacıların para kazanmasındaki “çarpıklığa” varacağız, üstelik Kilise’nin düşmanlara zarar verecekse bu girişimi desteklemesine rağmen. Nedir, Hıristiyanlar murabahacı olmayacaktır da Yahudiler olacaktır çünkü onlar İsa’yı öldürerek lanetlendiler zaten, günaha daha da batmalarının bir sakıncası yok. Kilise hukuku, yeni toplum ile Tanrı arasındaki ilişkinin inşası sırasında “yağma” olarak gördüğü mevzuyu babalarıyla, azizleriyle, tanklı tüfekli ağır sanayi hamlesiyle yerin dibine soktu, gerçek anlamıyla. “Evrensel tembel” çalışmıyordu, yani fiziksel bir uğraşı yoktu, oturduğu yerden para kazanıyordu ve köylüleri kendine benzetmeye çalışıyordu, böylece kıtlık tehlikesi kara bulut gibi gezinecekti herkesin üzerinde. Konsiller toplandı, tembel tenekenin işleyebileceği bütün günahları sıraladı ve son kazığı çakmış oldu, artık açık hedefti murabahacı. Kralların “adil” sıfatıyla ortaya çıktıkları, adaletin önem kazandığı bir zamanda para üzerindeki tasarrufu sorgulanabilirdi, bir kere olduğu yerde artmayan bir şey olmadığı yerde hiç artmamalıydı, borç verilen para neden artsındı, Tanrı’nın verdiği neden kirlensindi, mesela kutsal günlerde kutsal işler yapılmalı ve çalışılmamalıydı ama para sürekli çalışıyordu, geceleri huzurlu bir uykunun ilahî yanı malumdur ama para geceleri de çalışıyordu, gündüzleri zaten iş başındaydı, oysa Tanrı’nın verdiği zaman bu şekilde kullanılmamalıydı.

Romanesk heykellerde suçludur, resimlerde mahkumdur, hikâyelerin hissesidir. “Paralar murabahacının kesesinden çıkarak, cehennemi bir kumbaraya dönüşmüş olan cesedin ağzına girer. Burada, Orta Çağ murabahacısının psikanalitik imgesi haksız kazanılan parayı oral ya da anal cinsellikle irtibatlandırır. Bu irtibat başka yerlerde de, mesela bir murabahacının duka dışkılarken betimlendiği Goslar’daki bir evin cephesinde de kurulmuştur.” (s. 35) Hancı, hamamcı, tavernacı ve akrobat şehveti yaydığı için kötüydü, tüccarlar ve hukukçular açgözlüydü, fahişeler zaten fahişeydi ve paradan para doğurtarak servetin gerçek kaynağı olan çalışmayı, işçiliği kıymetsizleştiren murahabacı toplumun yozlaşmasındaki en büyük etkendi. Sadaka verme ve defnedilme haklarından mahrum kılındı, tuhaf çünkü hem saygı görüp hem bu kadar aşağılanan başka biri yok. “Sosyal şizofreni” diyor Le Goff, iki farklı gerçeklik düzlemi, murabahacı var olabilmek için servetini ve gücünü gizlemek, çarpık dünyaya ayak uydurmak zorundaydı. Çok şeye benzetilmiştir ki Carlo Ginzburg Tahta Gözler‘de yabancılaştırmanın alçaltıcı etkisinden bahsederken değinir, muktediri hayvana benzetmek otoriteyi ve meşruiyeti sarsar. Vitryli Jacques’ın hikâyelerinde örümcektir, maymunla eşeğin hikâyesine girer, kurt olur, Tanrı’nın yarattığı insanlardan biri değildir artık. Ölümünden sonra malvarlığını bağışlarsa o zaman bir şansı olabilirdi Cennet’e gidebilmek için, yine de yeri her ne kadar Cehennem olarak gösterilse de alevlerin diyarından uzağa gitmeli, koşullar da Araf’ın ortaya çıkmasına müsait olduğuna göre bu gri bölgeye koyabiliriz murabahacıyı. Aldığını iade ederse oradan çıkar, yoksa kıyamete kadar bekler. “Açıktır ki Araf Hıristiyanlığın on üçüncü yüzyılda murabahacıya yönelttiği işbirlikçi göz kırpmalardan sadece biriydi ama murabahacıya sınırsız Cennet garantisi veren tek yol da oydu.” (s. 90) Herhangi bir iktisadî yeniliğe kapalı olan Kilise, çözümü kendinden devşirip murabahacının parasına çökmeye çalışmaktadır, süper olay. Sonuçta kapitalizmin gelişi gecikti ama murabahacı yüzünden değil, Cehennem korkusundan. Le Goff der ki murabahacı için uydurulan çözüm yolu Araf’tı, Araf’ın sunduğu umuttan faydalanan diğer bileşenler cesaretlenip toplumu kapitalizme doğru yönlendirecek gücü buldu. Sonuçta Araf’ta ne kadar uzun süre kalınırsa kalınsın gidilecek yer Cennet’ti, üstelik servetle birlikte. Yatarak kazanmanın başka yolları da bulunabilirdi ki bulundu, kabak murabahacının başında patladı. Gerçi büyük yıkımlara uğradığı söylenemez, toplumca ayıplanıp evi taşlanmıştır en fazla, belki iyice radikalleşen yöneticilerin lüzumsuz şiddetine maruz kaldığı da olmuştur, yine de varlığını sürdürmüştür.

Mevzuyu özetleyen bir alıntıyla bitirmek isterim: “Tanrı üç çeşit insan yarattı: Diğerlerinin geçimlerini sağlamak için köylüleri ve diğer işçileri, onları savunmak için şövalyeleri ve onları yönetmek için rahipleri. Yalnız Şeytan dördüncü bir grup daha yarattı: Murabahacıları.” (s. 56)

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!