Herbert Clyde Lewis – Gemiden Düşen Adam

Henry Preston Standish bir sabah güneşin yeni yeni yükseldiğini görür görmez devcileyin bir su kütlesinin içinde debelendiğini, Henry Preston Standish bir sabah öyle büyük bir düşüş düşer ki devcileyin bir okyanus onu hemen bağrına basar. “Henry Preston Standish baş aşağı Pasifik Okyanusu’na düştüğünde, güneş ufuktan yeni yeni yükseliyordu. Deniz bir göl kadar sakindi; hava o kadar yumuşak ve ılık, esini o kadar tatlıydı ki insan kendini hüzünlü hissetmekten alıkoyamıyordu.” (s. 9) Üsluba örnek olsun, bir de Standish’in nasıl düştüğünü ileride göreceğiz ama şimdiden söylemek isterim, hayallerindeki gibi düşmüştür. Önce kollar, sonra kafa ve ayaklar, bir insan öyle düşer tepetaklak. Detaylandırıyorum, Standish aslında utanıyor düşmekten, hayalini hiç kurmamış ama sonradan düşündüğünde düşmenin estetiği varsa, işte, meydandadır. Okyanus insanıdır artık. Standish on iki saat sürecek yeni hayatını hemen benimsemez çünkü Amerikan Rüyası’nın yılmaz bir neferidir, iyi bir ailede doğmuş iyi bir adamdır. Sıkıcı iyilikte bir adamdır. Babasıyla Stanford’a mı, Yale’a mı gideceği konusunda kavga edebilecek kadar iyi ve sıkıcı. Çocukken sıcak sudan soğuk suya şorlamamıştır eli, gençliğinde doğru kulüplere katılıp doğru kişilerle tanışarak finans sektörüne zıplamış, çalışmaya başladığı şirketin ortaklarından biri olmuştur birkaç yıl içinde. İyi bir eş, iki güzel çocuk, tahvil almaca, danışmanlık derken mazbut hayatının tadını çıkarır. Tamam, ara sıra yanlış kararlar alıp danışanlarını zarara uğratmışlığı vardır da kaç tane dolandırıcı vardır, spekülatör, başarısızlığını onlara bağlar. Şık adamdır, sekiz takım elbiseyle çıktığı gezide de klasını konuşturmaya devam etmektedir. Halkla etkileşmekten geri kalmaz gerçi, yük gemisindeki sekiz yolcudan biri olan çiftçiyle her gün muhabbet eder, kırsaldan esen yelin kokusunu şöyle bir içine çeker, oysa çiftçi bu beyefendiyle konuşabilmesinin bir ayrıcalık olduğunu düşünmektedir zira Standish gerek efendiliğiyle, gerek etiket kaidelerine uymasıyla tam bir şehirlidir. New York’un göz alıcı prenslerinden biri. Çiftçi, hayatta çiftçilikten başka bir şey olduğunu düşünüp geziye çıkmasına rağmen Standish’in de Standish olmaktan başka bir şeye erebilmek için yolculuk ettiğini düşünmez. Ne düşünür, kârlı bir iş anlaşması için yoldadır adam, başka herhangi bir soylu gerekçeden ötürü binmiştir gemiye, bu yüzden kafasına estiğinde Standish’i görmeye çalışmaz, bu ayrıcalık Standish’indir. Üst üste gelen aksiliklerden birine yol açan bu anlayıştır, Standish’in üst sınıftan olması: arkadaşının kaybolduğunu fark edemeyecek kadar körleşmiştir çiftçi, gidip adamın kamarasına bakar ama üstünkörü. Saatlerdir ortada yoktur, kahvaltıya gelmemiştir, öğle yemeğinde yoktur, akşam yemeğinde herkesin sessiz sedasız yemek yemesinden anlaşıldığı kadarıyla denize düştüğüne kimse inanmamaktadır henüz. İnkâr evresi. Ve suçlama. Standish’in nerede olduğunu sabahtan sormuştur yolculardan biri, sorduğu çift baştan savma cevap verir, böylece Standish’in gemide olduğu kanısı yayılır. Yanlış bilgi verenlerin suçluluğu Standish’in intihar ettiğine dair fikir birliğine varılmasıyla diner, kim günahkâr bir adamın arkasından o kadar üzülür ki? Vicdanlar rahatlatılır, o tatlı adam için mumlar falan yakılır herhalde, Standish’e dair kısa hikâyeler anlatılır. On günlük yolculukta ne biriktiyse o. Çiftçiye göre güneşin sunduğu o güzel manzaraları istediği zaman izleyememekten yakınmıştır Standish, yaşamın zorluğunu imlemiştir aslında, intiharının sebebi bu zorluğa dayanamamasıdır. Öyle midir, çiftçi pek çabuk kabulleniyor durumu sanki. Aşırı yorum alarmı: şehirlinin gücü gemiye, okyanusun yabanlığından kurtaran sanayi hamlesine, kudretinin uzantısına bağlıdır, bir adım atar atmaz kendini denizde bulmasının sebebi işini savsaklayan tayfanın –işçilerin çalışma ortamına daha da aşırı yoruma kaçacağı için girmiyorum ama iyi şartlarda çalışmadıklarını düşündüren bir iki olay var- güverteye döktüğü çöplerden sızan yağlar olduğuna göre gücü aynı zamanda zayıflığıdır, kendi ayağını kendi kaydırmıştır ve denizi boylamıştır. Çiftçinin Standish’i aşağı gördüğüne dair elle tutulur hemen hiçbir şey yoktur, ama, yani doğanın bağrından gelen birinin ortadan kaybolan şehirliye intiharı şak diye yakıştırmasından niyet okuyorum çünkü diyeceklerimin çok su götürebileceğini söylediğim takdirde neden olmasın. Bunlar bir yana, Standish’’n oyun oynadığı çocuğun hiçbir şey fark etmemesi tamam, diğer yolcuların yokluğu başka şeylere yormaları da tamam, lütfedip bağırmaya başlayan Standish’in sesini duyabilecek üç beş insanın o sırada kafa göz birbirlerine girmeleri büyük talihsizlik. Sabahın körü, adam güvertede dolanıyor, güneşin doğuşunu izleyecek çünkü şehirde öyle bir doğuşu görmek mümkün değil, mutfakta kahvaltı hazırlayan bir tayfa selam veriyor, Standish geminin arkalarında bir yere gidip her zaman ne yapıyorsa onu yapıyor, daha doğrusu bir süredir ne yapıyorsa onu: yaşamın sıkıcılığından kurtulmak için yapılacak üç beş şeyin tekrarı. Güneşin doğuşunu gemiden izlemek şimdilik, Hawaii’de gezinmesi vardı, birileri ona gemi seyahatini önermeden önce evine dönmeyi düşünüyordu ama yolculuğu biraz daha uzatabileceğine karar verdi, sonuçta kim ailesini bırakıp da bir başına seyahate çıkma imkânını bulabilir ki o kadar kolay? Standish. Orta boylu, orta yaşlı, ortalama Standish suya düşmeden çok önce eşinin özlem dolu sesini duyuyordu almaçtan, çocukları da özlemişti babalarını, eve dönmeyeceğini biraz duygusuzca söyleyip konuyu kapattı ve arzularının peşinden gitti. Dandik aslında, bir gün işyerinde gözlerini açıp etrafına bakar ve yaşamak istediği hayatı yaşamadığını fark eder, hastalanarak evine döndüğünde eşi hemen doktor çağırır, sevdiği adamın iyileşmesi için elinden geleni yapar. Sinir harbidir adamın yaşadığı, pek de sağlam bir dayanağı yok ya da dayanağın sağlamca anlatılmadığını söyleyebiliriz. Novelladır, anlatılmaz da gösterilir, gösterilmez de cortlatılır, hiçbiri yok, bir gün can sıkıntısından delirmemek için yola çıkıyor Standish. Can sıkıntısı yeterli de o geçiş keskin olmadıktan sonra gündeliğin olağanlığı algılanıyor, Standish’in yaşadığı olağan bir şey değil, hikâye sallanıyor yani. Önemli değil, adamımızın denize düşmesi önemli.

Beyefendi cupladığı zaman aklına ilk gelen utançtır, nasıl düşer yani onun gibi bir adam, o nasıl iştir, hele geminin pervanesine yaklaşırken. İyi bir yüzücüdür Standish, pervanenin çekim gücüyle lüpletilip parçalanmamak için kendini paralar, kurtulmayı başarır. Gemi giderek uzaklaşmaktadır, yapılacak en iyi şey bağırmaktır ama tavrını değiştirmez Standish, bir beyefendi gibi durur suyun içinde. Biri görecektir illa, ne ki görecek kimse yoktur. Kaygı bir süre sonra gelir, adam haykırmaya başlar ama tayfalar arasında kavga çıkmış, birileri birbirine girmiştir, Standish’in sesi duyulmaz. Aslında Stephen King’in bu metni okuyup okumadığını merak ettim Standish kafayı kırmaya başlayınca, “The Long Walk”ta ölesiye yürüyen çocukların psikolojisini oluştururken Standish’ten esinlenmiş midir? Lewis pek iyi anlatır o değişimi, denizdeki adam ufukta giderek küçülen gemiye bakıp kaygıyı, korkuyu, umudu dönüşümlü olarak hisseder, ölmeye başladığı ânın farkına varmasıyla dehşete de düşürür. Muhteşem geçişler. Kıyafetlerini çıkarır Standish, sonra donuyla çoraplarını da çıkarır, ölüm karşısında çırılçıplaktır artık. Son nefeslerini verirken kendisini düşünen insanları tek cümlelik epizotlarla şöyle bir görürüz, sonra yaşam devam eder.

Lewis’in unutulmuşluğuna dair bir önsöz var, bir de sonsöz niteliğinde bir yazı, özetlemek gerekirse Lewis de bir nevi düşkündür. Hayattan düşmüştür. Vov. Hatırlanmasına yardım edelim, iyi bir yazar.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!