“Kısmi Doğrular”: Otonom araçlar. Boş zaman yaratır, milyonlarca insanı işsiz bırakır, optimal sürüşle emisyonu azaltır, trafik kazalarını azaltsa da bitirmezse daha iyisi lazımdır, araç sigortası üretici hatasına odaklanacağı için sigorta endüstrisini mahveder, şehir merkezinde park edilmesi gerekmediği için iyidir, şehir merkezinde park edilmesi gerekmediği için kötüdür, kısacası nereden bakarsak odur. “Doğrulama yanlılığı son derece yaygın. İnandığımız şeye ters düşen fikir ya da verileri bilinçaltımız filtreliyor. Bu da bizi hayati önem taşıyan konuların tanımlanmasında yapılan seçiciliğe karşı zayıf bırakıyor. Birçok konuda rakip doğruların sadece ufak bir kısmını duyabiliyoruz.” (s. 35) Bir güvenlik uzmanı bu araçların hacklenebileceğini söylüyor, uç örnek ama olabilir, yapay zekâyla ilgili aşırı büyük önlemlerin alınmasının gerektiğini söyleyenler haklı ama bu yapay zekâ çalışmalarını engellememeli. Amazon kitapçıları mahvederken periferiye var olma imkanı sunuyor, belli şartlarla metin yayımlıyor. Biri diğerinden daha önemsiz değil, neyi görmezden geldiğimiz veya öne çıkardığımız önemli. Güney Afrika’da Gupta ailesinin sahip olduğu güç, ülkenin hava kuvvetleri üssünün bu ailenin kullanımına sunulduğu ortaya çıkınca insanları dehşete düşürdü. Ailenin sahip olduğu şirketlerden birinin çalışmaya başladığı halkla ilişkiler şirketi Güney Afrika genelinde ekonomik ayrımcılığın olduğunu ve ekonomik serbestliğin rafa kalktığını pompalamaya başladı. Doğru ama diğer doğrunun üzerini örtmek için kullanılan bir doğru, sonuçta şirket ayrımcılığın bileşenlerinden olduğu için kendi kendini yaktı. Dangalak evlat Bush’a göre El Kaide ve Irak arasında birtakım ilişkiler vardı, doğru ama kitle imha silahlarının hazırda beklediği ve Irak’ın El Kaide’yle işbirliği yapıp 11 Eylül’ü planladığı doğru değil. Kısmi doğrular bağlamı görmemizi engelliyor.
“Tarih”: Fransa Kralı IV. Henri, 1598, Nantes Fermanı. O güne kadar yapılanlar yok sayılacak, unutulacak da Katoliklerle Protestanlar arasında otuz yıldan fazla süren savaşı unutmak? “Bir Huguenot olan IV. Henri, fanatik bir Katolik eliyle 1610 yılında suikasta kurban gitti ve birkaç yıl sonra dinî çatışmalar yeniden başladı. Nantes Fermanı’nın 1685 yılında XVI. Louis tarafından feshedilmesi, Huguenotların Fransa’dan toplu göçüne sebep oldu.” (s. 53) Kralı gelse o iş öyle olmuyor, resmî tarih ders kitaplarını ele geçirse de yaşananlar unutulmuyor, Macdonald’ın örnekleri ABD ve İsrail’deki uygulamaları ele alıyor da bizim durum ayrı bir seviye resmen. Hikâyeler etrafında toplanan halkın dinamiklerini Anlatının Gücü‘nde görebiliyoruz, Robert Fulford öne çıkarılan veya görmezden gelinen doğruların savaş çıkarabileceğini, onlarca yıl sürecek çatışmalara sebep olabileceğini anlatıyordu. Eh, Dersim’in tarihini ders kitaplarından öğrenemeyiz. Bunun yanında Bush’un sıtmayla ve AIDS’le savaşmak için bütçe ayırdığını da bilmeyiz. Mesela doğrunun üzerini kapadım şu an, ayrılan bütçenin kuş kadar olduğunu söylemedim ve paranın nasıl kullanıldığını bilmiyoruz, gerçeği öğrenmek için araştırmamız lazım. Hikâyeleri nasıl okuduğumuz da önemli, Vietnam’ı büyük bir utanç olarak gören ABD’nin karşısında Dunkirk’ü zafer belleyen İngilizler var. Churchill askerî bir felaketten bahsetse de Britanya halkı “miti gerçekliğe tercih ederek” cesareti, birliği ve kararlılığı yüceltti. “Britanya’da Dunkirk, Alman ordularının Fransa’yı istilasıyla sonuçlanan Fransa Muharebesi’nde İngiliz askerlerinin tam yenilgisine rağmen bir çeşit zafer olarak görülmektedir. Britanya başka bir ülkenin unutmayı seçeceği bu olayı kutlamayı tercih etmiştir. Bu tercih muhtemelen Britanya kültürüne şekil de vermiştir. Britanya’nın savaşı kazanmasına yardım ettiğiyse kesindir.” (s. 68) Çinliler’in bilinçli ve kararlı öfkesine de bakmalı, Aşağılanma Yüzyılı’ndan sonra müthiş bir devinimle ve canlar pahasına gelişmeye adanan bir seyir. İngiliz ve Fransız vahşetini göstermek için Yaz Sarayı’nın yıkıntılarına geziler düzenleniyor, Nanjing Katliamı’nın anıtı en çok ziyaret edilen yerlerden biri. “Söylem, o kadar uzun zaman aşağılanmış olmanın sebebinin Çin İmparatorluğu’nun Batı’nın teknolojik gelişimine ayak uydurmadaki başarısızlığı olduğu şeklinde kuruluyor. İmparatorluk düzeninin marifeti olan bu başarısızlığın asla tekrarlanmaması gerektiği ima ediliyor. İşte bu yolla Çinliler inşa etmeye, ilerlemeye, icatlar yapmaya ve kazanmaya motive ediliyor.” (s. 70)
“Bağlam”: İkinci Dünya Savaşı’ndan kısa bir süre sonra ortaya çıkan de Hory elindeki Picasso’ları acayip paralara okuttu, savaşın tozu dumanı dağılmamışken de Hory’nin hikâyesini doğrulamaya kalkan olmayınca dolandırıcılık başarıya ulaştı. Adamın asıl adı Elemér Albert Hoffmann, iyi bir ressam, ünlü ressamların “yapmış olabilecekleri” resimleri yapıp satmış. Matisse’ten daha Matisse, o kadar başarılı, orijinal resme biçilen değeri istiyor ve uydurduğu hikâye bu değeri ortaya çıkarıyor sadece. Eti düşünelim, şu anki tüketimimiz devam ettirilemez çünkü muazzam ölçüde kaynağın harcanmasını gerektiriyor, hayvanlar korkunç şartlarda yetiştiriliyor, dışkısı ve idrarı yeraltı sularını kirletiyor, küresel ısınmayı da hızlandırıyor. Laboratuvar ortamında üretilen eti yer miyiz peki? “Temiz et” üretimi için şimdiki harcamanın yarısı yeterli. Böcek yer miyiz? Tadı bildiğimiz bir tat ama işlenmiş böcekten geliyor malzeme. Dinen sakıncalı olabilir, tanrıcılık oynayarak et üretmek kabul görmeyebilir, açıkçası kültürel bağlam çoğunluğun eğilimlerini belirleyecek. Arzunun Botaniği‘nde hoş bir hikâye anlatıyordu Michael Pollan, laboratuvar ürünü tohumları bahçesine ekmiş de kütür kütür patates üretmiş, çocuğunun katılacağı bir etkinlik için patates salatası hazırlamış. Düşünüyor, salatayı masaya koymadan önce insanlara o patateslerin genetik şaraloptan çıktığını söylemeli mi? Kesinlikle söylemesi gerektiğini düşünüyor çünkü topraktan doğal bir şekilde yetişmeyen ürünü yiyip yemeyeceğinin kararını kendi vermeli insan. Bağlamı politik bir zeminde de kurabiliriz, kanallı über projemiz yine betona gömmelik enfes bir bölgede hayata geçirildiğinde tam olarak ne kazanacağız ve ne kaybedeceğiz, anlamak için sunulan bağlamı iyi değerlendirmek ve gölgelenen doğrular varsa ortaya çıkarmak zorundayız. Macdonald bugün bilgileri hap büyüklüğünde sevdiğimizi, uzun makaleleri okumaktan kaçındığımızı ve bilgiye vakit ayıramadığımızı söylüyor. “Bunun kaçınılmaz sonucu ise bağlamı kaybetmemiz. Olaylara, yorumlara, bildirilere ve söylentilere, ne olduğunu gerçekten bilmeden tepki veriyoruz. Hızlanan dünyamız ve azalan dikkat aralığımız yeteri kadar anlamadığımız durumlarda tehlikeli bir hızda hareket etmemize sebep oluyor. İnsanları haksız yere teşhir etmekten, politikacılar ve yorumcular tarafından kandırılmaktan ya da yanlış seçimler sonucu kendimize zarar vermekten kaçınmak istiyorsak konuyla en ilgili bağlamı bilmek zorundayız.” (s. 91)
“Sayılar” aslında en çok maruz kaldığımız kandırıkçılığı içeriyor, mevcut iktidarı da düşününce. Macdonald’ın örneği solakları ilgilendiriyor ama korkacak bir şey yok, yanlış yorumlamayla ilgili. Bir gazetede solakların sağlaklara göre erken öldüğüne dair haber var diyelim, okuyunca panikledik çünkü ne iş, neden? Aslında bakış açısının değişimi bu, solaklar şeytanın dokunduğu insanlar olarak görüldükleri için sağ ellerini kullanacakları şekilde eğitiliyorlardı, 1990’larda bu mevzu yavaş yavaş ortadan kalktı ve solak nüfus arttı, sağlaklar için üretilen nesneleri kullananların kaza geçirme ihtimali de arttı, sonuç bu. Solaklar kesinlikle erken ölüme mahkum değil, uzun yıllar yaşarsınız inşallah. Ya da istediğiniz kadar yaşarsınız ama bu tür haberlere dikkat etmek lazım, laboratuvar ortamında ispatlandığı söylenen şeylere de dikkat edilmeli, mesela Signal’in miydi o yumurta deneyi? İki yumurta koymuşlar, birini fırçalayınca beyazmış da diğeri bilmem neymiş, yedik valla yıllarca. Detaylarını öğrenmek için verilere bakmalı. Sunulmuşsa tabii.
Eğriyi doğruyu anlamak için şahane kaynak, günümüzde daha bir şahane.
Cevap yaz