Patrick White’tan biliyorum az, Avustralya’da akrabalar başka şehirde yaşıyorlarsa ziyarete gelmeleri günler sürer, şehirler birbirine öylesi uzaktır. Çocuklar doğanın içinde büyürler, hayal dünyalarından çiçekler föşkürür. Duyguların şiddeti kafadan onla çarpılır çünkü bir başkasının dengeleyiciliğini bulmak, hatta bir başkasını bulmak zordur, arkadaşlar uzakta otururlar, duygusu içinde büyür de büyür insanın. Richardson’ın bu hüzün dolu uzun öyküsünde çocuklar ne acılar çekerler, insan zaten azdır da çocuk daha da azdır, iki kardeşin birbirine ve bakıcılarına tutunmaktan başka çareleri yoktur. Anneleri geçim derdiyle boğuşur, gerçi ölen eşin bıraktığı servet bir müddet idare eder ama hazıra dayanmayan dağ ufukta hemen belirir, çocuklar hiçbir şeyin farkına varmadan hayat bir anda değişiverir. Claire Keegan’ın Emanet Çocuk‘unun havası var biraz ortamda, inceden bir burukluk, sonra patlama noktası. Dört bölüm dört evre ediyor, her birinde ailenin atlattığı tehlikeler, mutluluk anları, umutlar çıkıyor piyasaya, sonra dağılıp birbirine karışıyor. İlk bölüm kocasının ölümünden on iki ay sonra Mary Mahony’nin aldığı kafa karıştırıcı mektupla başlıyor, el yazısını tanıyan Mary mektubu gün boyunca cebinde taşıyıp gece ortalık sakinleyince açıyor, baş etmeye hazır. Eski dostu Henry Ocock’tan evlilik teklifi. Oldukça kibar bir üslup, aşk ve arzu gibi sözcükleri kullanmaktan imtina ettiğini söylüyor Henry, mantık evliliği yaparlarsa kendi çocuklarına anne, Mary’nin çocuklarına baba kontenjanından girerler, güzel olur. Olmaz, Richard’ın çocuklarına Henry mi babalık yapacak, istemiyor Mary ama kafası iyice karışıyor. Gözlüğünü çıkarıyor, ağzıyla çenesi avcunun içine gelecek şekilde oturup düşünüyor. Mikro eylemler, yakın çekim. Richard olsa adama haddini bildirmesini söylerdi ama akıl hastalığından mustarip Richard aylar önce göçmüş, Mary oturdukları eve zar zor atabilmiş kapağı, işler yolunda değil. Henry’nin itibarı, bağlantıları, zenginliği, ayrıca Mary’nin bu yeni durumla baş etmeye yönelik egoizmi, diğer yanda özgürlükten bir kez daha vazgeçme fikrinin korkunçluğu. Meydan okuma bu yanda da mevcut, çocuklarını biraz yardımla tek başına büyütme fikri cezbedici. Richard’ın hastalığından çekmiş olsalar da iyi görünüyorlar, anneleri tekrar evlenmeden de yetişebilirler, eksikleri gedikleri olmaz. Mary çocuklarının yanına gidiyor ister istemez, Lucie’yi okşuyor, Cuffy’nin ıslak gömleğini değiştiriyor, güçlü çocuklar. Bir eğitim meselesi var, Cuffy’nin kafası çalıştığı için Mr. Burroughs’un kilisede verdiği derslerden fazlasına ihtiyacı var, Melbourne’deki ilkokula gönderse kurtulacak. Mary evlenirse olacaklar belli: “Ocock cebindeki akrebi çıkarmaya hiç de istekli değildi. Olsa olsa Cuffy’yi kendi yanında iş hayatına katar ya da onu tam yetişmeden, tam eğitilmeden bir bankaya yerleştirirdi.” (s. 19) Mary’nin kardeşi Jerry’den öğreneceğimiz üzere kariyer basamaklarını hızla çıkmak mümkün de kazanç öyle aman aman değil. Adamın eşi ve çocukları sağlam yiyici oldukları için burnu boktan kurtulmuyor adamın bir de, haliyle sorun bankacılıkta olmayabilir ama Mary’nin planı başka. Richard’ı tımarhaneden çıkarmanın hata olduğunu düşünüyor, pek hasar bırakmadıysa da evde terör estirmişti adam, şimdi bir adam daha mı? Çocukların nasıl serpildiğini görüp mutlu oluyor Mary, Richard yaşamaya devam etse hayatlarının giderek kötüleşeceğinin farkında. Onca sarsıntıdan sağ çıkmışlar üstelik, Lucie’nin ikizi ölmüş, evleri bir bir elden çıkınca oradan oraya taşınmışlar, en son babaları da ölünce son darbeyi yemişler ama son darbe onları düze çıkarmış, yoksullukla sınansalar da mutlular, keyifleri yerinde. Karar için son bir anımsama, Mary bir yerden duymuş Henry’nin çocuklara çok sert davrandığını, hatırlar hatırlamaz bitiriyor kafada.
Cuffy dokuz yaşında, Lucie sekiz, bakıcıları Bowey kaç yaşında bilmiyoruz ama yaşlıca, anne kırklarında, topraklar kadim. İkinci bölümde kardeşlerin gündelik yaşamlarına pencere açılıyor, Lucie’nin sırttan sırta dolandığını, Cuffy’nin derslere katılıp bir şeyler öğrendiğini görüyoruz. Papaz Burroughs bölgedeki en süper öğretmen olabilir, çocuğun ilgi alanlarına göre anlatıyor dersi, soru sorulmasına müsaade ediyor, daha da önemlisi Cuffy’nin yeteneğini keşfediyor. Kutsal metinlerden birini okurken çocuğun Latince bilmemesinden ötürü yaptığı bir yanlıştan yola çıkarak karar veriyor papaz, Latince bir iki şey öğretiyor, Cuffy’nin şak diye kaptığını görünce Latinceye girişiyorlar. Çocuğun taktiği müzik, dili melodilere uyarlayarak öğreniyor. Tarih derslerine ilgi duyuyor, Romalılar ve Yunanlar tarihin ötesinden burunlarını gönderdikleri için baş tacı. Pederde Romalı burnu varmış, Cuffy aynada kendine baktığında burnunun Romalı burnu olduğunu görünce seviniyor, yakışıklı delifişek. Oyunları bitene kadar durmuyorlar, kurdukları salıncakla neredeyse takla atacaklar, iki kardeş çocukluğun sonsuzluğundan çıkmamışlar henüz. Küçük gariplikler: Cuffy’yi Bowey yıkıyor, çocuk kendi başına yıkanmak istiyor ama annesi izin vermiyor. Çocuk annesinin kucağına oturuyor akşamları, öylece kalıyorlar. Anneyle çocuğun arasındaki parıltılı anlar.
Üçüncü bölüm, Mary yola düşüp Melbourne’e gidecek, çocuğa okul ayarlayacak. Konuyu papazla görüşüyorlar, pazar günü yola çıkacağını düşününce Tanrı’nın anlayış göstereceğini umuyor, iki çocuğu bir başına büyütmenin bedeli. Henry’den ses soluk çıkmıyor artık, Mary’nin tam beklediği gibi, neyse ki nüfuzlu başka tanıdıklar var da Melbourne İlkokulu’nu ayarlayabilecekler. İdari izin tamam, birkaç elbise kesme biçme tamam, günün gelmesini beklerken evdeki tadilat işlerine gömülüyor çünkü yapacak başka bir şey yok, o da ev işlerine sarıyor. Beyaz kova, boyalar, fırçalar, merdiven, tam teçhizat. Boya günlerinde çocukların evde dolaşmaları yasak, bahçede oynuyorlar, bu yüzden kazayı görmüyorlar. Kova düşecek gibi olunca Mary hamle yapıyor, merdivenin dengesini bozuyor, lambır lumbur devriliyor Mary, merdivenle kova güm diye üzerine düşüyor. Pek bir şeyi yok gibi görünüyor aslında, soğuk suya batırılmış bezleri bacağına sarıp istirahate çekiliyor Mary de ıstırabı bitmiyor, çağırdığı taşra doktoru bir halttan anlamıyor zaten, bilinen teknikler işe yaramayınca ölüm korkusu sarıyor kadını. Çocuklara ne olur o zaman, duvarlar da pis kalsaydı, boya yapmanın zamanı mıydı, kim büyütür çocukları, uykular haram. Tilly geliyor son çare, Mary’nin en yakınlarından biri. Çocuğu öldükten sonra değişmiş, buz soğuğu bir insan, sorunları hemen çözebilir. Şehre gidip gösterecekler bacağı, yola çıktıkları zaman çocuklar birazcık rahatlıyorlar, özellikle Cuffy. Annesi tahta bacakla gelmediği sürece sorun yok, biraz yalnız kalmak iyi geliyor. Son mutlu anlar. İki kardeşin kaygısızlığı bitmek üzere, özellikle Cuffy’nin yaşamına kara bulutlar çökecek artık. Tilly eve tek başına dönüyor, çocuklara annelerinin öldüğünü dan diye söylüyor. Yıllar sonra kendini savunmaya kalkmış, pattadanak söylemek istemediğini belirtmiş de, yani, çocukların dank diye büyümesine yol açtı bir kere.
Kapkara günler, son bölüm. Jerry Dayı geliyor, Tilly’yle tartışıyorlar, konuşuyorlar, kapalı kapılar ses geçirmiyor, çocuklar acıdan donuk durumda bekliyorlar. Çözüm bulunuyor, çocuklara açıklanıyor ama o tarafta değiller daha, annelerinin kaybından ötürü girdikleri şoktan çıkamamışlar. Cuffy ne söylendiğini anlayınca ikinci şok: ne Tilly ne Jerry zengin olduğu için çocuklardan biri oraya, biri buraya gitmek zorunda. Cuffy’nin büyüdüğünü şöyle anlıyoruz, gözpınarları kuruduktan sonra sakinleşiyor, kardeşine bakıp en kısa zamanda deli gibi para kazanacağını, gelip kardeşini alacağını, süper bir hayat kuracaklarını söylüyor. Hiçbir insan kendinden o kadar emin olmamıştır. Bu noktada bırakıyoruz kardeşleri, Richardson’ın birkaç metninde daha yer alan bu evrende hikâyenin ötesini berisini bulmayı umuyoruz, denk gelirsek artık.
Cevap yaz