Grazia Deledda – Rüzgârlı Kasaba

Nana balayı tatilinin tam bir felaket olduğunu söyledikten sonra geriye döner hemen, gidiş yolunda aklını karıştıran belli başlı olaylardan bahseder. Hassas, sarsılmaya son derece müsait bilişsel yapısı -dinî referanslarının âşık olma şeklini belirlemesi tanıdık, Gide’in Dar Kapı‘sındaki Alissa’nın edimleriyle denklenebilir, hassaslığının başka yüzleri de var tabii- yara almaya çok müsait olduğu için Nana’nın çoğu durumda aşırı tepki verdiğini düşünebiliriz ama on yedi yaşının umutsuz aşkını görmeden, doğayla iç içe geçirerek incelttiği benliğini anlamadan tam bir karakter olarak biçimlenmiyor zaten. Adım adım, zamanda ileri geri salınarak ailenin, çevrenin etkisinin Nana’yı duygusal patlamalara ne kadar yakınlaştırdığını görüyoruz. Nedir, trenle yolculuk ederlerken karşılaştıkları askerlerin kabalığına eşlik eden kocası Emanuele’nin yarattığı hayal kırıklığını temellendirir önce. Asıl çalkantıya altlıktır bu: ilk durağa kadar her şey yolunda gitmiş, genç çift bereket getirecek pirinçlerle kutsanmış, evliliğin toplumca tasdikinin tadını çıkarmıştır, sonra “gerçekler küçük trenin ilk durağında küstah hayallerini mahveder”. Aslında bir Nana’nın hayalleri mahvolmuştur, Emanuele askerlik hikâyelerini anlatıp marş söylemeye başladığında Nana’nın şaşkınlığını fark etmez. “Önemli bir şeye benzemiyordu; ama hâlâ, üstünden uzun yıllar geçmesine rağmen, anılarımı o an yaşadığım dehşeti hissetmeden hatırlamam mümkün olmuyordu.” (s. 7) Kendini yalnız hisseder Nana, dünyanın en yalnız insanı, daha da kötüsü yanlış anlaşılmış bir köle. Kadınların “hâlâ” doğulu kıstaslara göre değerlendirildiği bir yerde doğmuştur, tek görevinin çalışmak ve doğurmak olduğu dayatıldığında çoktan sertleşmiştir, şüpheci ve hayalcidir. İyi okur ama, evdeki kitapları hatmetmiştir, hayalciliğini bu da besler. Saflığını ve bedenini korumayı Tanrı arayışında olduğu gibi ulaşılmaz bir noktayı arayışına benzetir, bu nedenle insanların yaşamına nüfuz etmesini önleyebilmeyi ister. Aşk gediktir bu önlemde, Nana yıllarını acı içinde geçirecektir ama yolculuktan sıyrılamadık daha, buraya daha var. Nihayet inecekleri istasyona gelirler, tatillerini geçirecekleri evle ilgilenen Marisa piyasada görünmeyince rüzgârı bir nevi uğursuzluk işareti olarak düşünür Nana. Tuhaf duygu, o güne dek doğanın her ögesini varlığının bir parçası olarak görmüştür, oysa hiç durmadan esen rüzgârda bir tür yabancılık, tehdit vardır. “İlkbahar aniden sonbahara dönüşmüş gibiydi. Sonbahardaki otların soğuk yeşili, çitleri kaplayan çiçeklerin, bazı ağaçların yapraklarının ve hatta gökyüzünün sarı-kırmızı arası renkleri… Bu belki rüzgârın eseriydi; tabii rüzgârın eseri, ortasına saklanan gri, kapalı, bana konuk sevmez ve neredeyse acımasız gelen kulübenin etrafındaki söğütlerin ve kavakların karmaşası ve misafirperver görünen fısıltılarıydı.” (s. 11) O zaman dek Nana’ya keyif veren doğa tekinsizleşmiştir, patoloji fiştekleyici haldedir, Marisa’yı aramaya giden eşi tarafından terk edildiğini düşünen Nana çocuksu bir kedere kapılır, zaten bir gün aldatılacağını düşünürken terk edilmek korkunçtur. O sıra keman sesini duyar, gerçekliği paramparça edecek ses ne öyle usta ellerden çıkmakta ne de etkileyici bir melodiyi oluşturmaktadır, yine de doğrudan bilinçaltını etkiler. Nana o ânı trajedi ve komedinin arasında kalmış bir rüya gibi görmeye başlar, asıl gerçeklik dağların arasındaki kasabada, demir çağından beri pek değişmemiş meskendedir.

Kirişlerden üzüm salkımları sarkıyor, meyveler, soğanlar, domatesler kokularını salıyor, evin taşlı ve dar yolu dağ patikası adeta. Vadide küçük bir çiftlik var, Nana’nın ailesinin çiftliği, keşişlere benzeyen ortakçının getirdiği zerzevattan has hiçbir şey yok, yaşlı adam güzel vahşiliği, yeryüzü efsanesini temsil ediyor. Çocukluğun büyüsünü yetişkinliğine kadar taşıyor Nana, annesinin “en büyük günah” dediğini yapmaya devam ederek sanıyorum, okuyarak yani. Latince ciltler, sofu kitapları, azizlerin hayatları ve piskopos akrabalar, kardinaller de vardır belki, yaşlı bir aile ağacının ucunda yer alan Nana için Hıristiyanlığın mirası ağır. “Aziz doğulur, eğer Tanrı ana rahminde bizi zarafet kutsal suyuyla işaretlemediyse sonradan tamamen aziz olmamız mümkün değil. Ama bu zarafetin gizemini anlamayı başarırsak, bu zaten bizim için ilahi iyiliğin işaretidir.” (s. 16) Çevirinin pek iyi olmadığını söylemeye gerek yok sanırım, neyse, Nana’nın balayında kendi sınırlarını dahi zorlamasını bu veriyle temellendireceğiz zira aziz gibi hissetmek yüce bir amaçtır, Nana yüceliğe ermek isteyen bir insandır, bu yüzden keman sesinin anımsattığı Gabriele’yle karşılaştığı zaman zihni allak bullak olur da duvarlarını yıkıp bir zamanlar âşık olduğu adamla yüzleşmeye karar verir. İnancını, sevgisini sınamak ister, Alissa’nın sevgilisine kavuşamamasının ardındaki ilahî bağ bu metinde de karşımıza çıkacaktır. Genç Nana’nın yapıp ettiklerine bakalım, babası öldükten sonra çiftliğin işleri iyi gitmiyor, hizmetçileri çıkarıyorlar işten, sonra çiftlik evinin üst katındaki bir odayı kiraya veriyorlar. Şen bir noter geliyor, dilinden düşürmediği oğlu Gabriele’nin hikâyeleriyle masadakileri büyük bir şeye hazırlıyor aslında. Nana gölgeyi sevmeye başladıktan sonra oğlanı da görüyor, Gabriele ziyarete gelince tutuluyor bir güzel, oğlanın Avrupa’daki eğitimini tamamlayıp dönmesini bekliyor ama haberler kötü: Gabriele har vurup harman savurmaya başlamış, fahişelerle birlikte olduğu da söyleniyor, nihayet ortadan kaybolduğunda yas havası. Zerzevat getiren adamın yanan kâğıtları gördüğü zaman Tanrı’yı görmüşçesine haykırması Nana’yı Gabriele’den uzak tutmazdı da kuşkulandırırdı, batan güneşin kızıllığıyla uçuşan kâğıtları top haline getiren Gabriele olduğuna göre kandırmacanın ardında inanca dair saygısızlık bariz. İnsanları güldürür, zekâsıyla kendine hayran bırakır ama güven vermez Gabriele, yine de Nana’nın aşkı yıllar boyunca yaşar. Karanlık akşamlar, gözyaşları, kitaplar derken yıllar geçer, Marisa’nın gelininin doğumu için kasabaya indiğini öğreniriz, o gelene kadar Emanuele ve Nana işleri birlikte kotarmaya çalışırlar mı, hayır, eve gelir gelmez kendini yatağa atar Nana, eşiyle konuşmamaya karar verir, iç monologlarını duysak da Emanuele’ye tek kelime söylemez. Karakterin psikolojik durumundaki değişimler çok hızlı, özellikle keman sesini duymasından sonra: “Kocamın kendisine verdiği anlamsız önem beni biraz güldürdü; geceyi karanlıkta, bu yabancı evde, artık kocam olmayan ve her saniye adeta düşmana dönüşen adamla geçirmem gerektiği düşüncesini biraz unuttum. Ama Marisalara ışık bulmak için yeniden gitmek istediğini söylediğinde, varlığının ışığın kendisinden daha çok gerektiğini iyice anladım.” (s. 45) Yalvarır Nana, eşinin gitmesini istemez, Emanuele neler olduğunu anlamaya çalışır garibim. Geleceği parlak bir adamdır, ileride meclise de girecektir, o güne dek ailesini kurması gerektiğinden ama daha da önemlisi Nana’yı -bence- sevdiğinden evlenmeyi gönülden ister.

Gabriele’nin ortaya çıkışıyla üçüncü safha başlıyor, beklenen yüzleşme gerçekleşene dek küçük burjuvaların, aristokratların dünyasına yakından bakıyoruz, Emanuele resmen sosyeteye sokuyor Nana’yı. Sorun yok, Nana her sıkıntının üstesinden gelse de Gabriele’nin yaşadığı eve gittiğinde saldırıya uğramaktan kurtulamıyor. Pirandello’nun dediği, herkes sözcüklere kendi anlamını yüklediği için kimse anlaşamıyor aslında, bu yüzden gençliklerinde acı çekmişler, bu yüzden Avrupa’da mutsuzluğuyla can çekişmiş Gabriele. Nana’nın konuşmasındaki dinî tınıyı da anlamıyor zaten, kurtuluşunu arayacak biri olmadı hiçbir zaman, açıklamaları pek tatmin edici açıklamalar da değil, bu yüzden kadının üzerine atlıyor? Gabriele’yi çok saygı duyduğu kör adam durduruyor, adamın o an orada bulunması şans. Değil, Emanuele yollamış. Yani sürpriz kaçmasın, ikinci bir yüzleşme daha gerçekleşecek, ardından azizelik hayallerine veda edip etmediği ortaya çıkacak Nana’nın. Müthiş romantik bir karakter, Emanuele de bu sebeple suçluyor ara sıra, Nana rasyonel davranmadığı için.  Oysa ağaçların düşüdür Nana, rüzgârın kendisidir, bir önceki ânında kimse ondan çok uzaktadır artık.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!