1871’de Sardinya bölgesindeki Nuoro’da doğan Deledda’nın çocukluğu kalabalık bir evde geçmiş, otobiyografik metninde gördüğümüz üzere çok sayıda kardeşi var, sokaklar da kamusal alandan çok aile alanı gibi görüldüğünden komşuları da katabiliriz belki. Yüzlerce insan çok büyük bir ailenin üyeleriymiş gibi iç içe yaşıyor, dedikodu çarkları gacır gacır dönüyor, toplumsal denetim mekanizması kafada takır tukur yuvarlanırken Deledda kitaplara gömülmese çıldıracak kadar hassas bir kadın. Çok erken yaşlarda yazmaya başlamış, yaşadığı bölgenin coğrafyasını ve yerli halktan duyduğu efsaneleri yazmış daha çok, ada yalnızlığını adanın her şeyini benimseyerek katlanılır hale getirmiş, 1926’da da Nobel’e layık görülmüş. Selma Lagerlöf’le birlikte Nobel’i kazanan iki kadın yazardan biri. Türkçeye çevrilen kitapları var ama sahaflardan ulaşabiliyoruz ancak. Wikipedia’dan da çarpayım azıcık, Deledda on üç yaşındayken ilk öyküsü yerel bir gazetede yayımlanmış, ailesi yazarlığına dair destekleyici bir tavır almasa da romanda kardeşlerinden birinin destekleyici tutumunu görebiliyoruz. Gerçi anlatıcı kötürüm bir şaire âşık olup ilişkisi açığa çıkınca, bir de yazarlığıyla komşuların diline düşünce abisinden sağlam bir dayak yiyor ve çalışmalarına destek veren kardeşi pişman olup desteğini çekiyor ama olsun, yazıları Roma’da ses getirmeye başlamış artık, prenslerden mektuplar alıyor, adadan kurtulmak için birileriyle evlenip gitmenin hayallerini kuracak kadar başarılı olmuş. Deledda bir Fransız bakanla tanışıyor Cagliari’de, evleniyorlar, Roma’ya tanışıyorlar ve iki çocukları oluyor. Deledda yazmaya devam ediyor, ölümünden sonra bulunan Cosima son metni. Tamamlandığı söyleniyor ama yarım kalmışlığı var sonda, devam edebilirmiş. Etkisi o kadar uzun ömürlü olmuş ki 1980’de Sardinyalı yazarların başlattığı bir edebi akımın en önemli ilham kaynaklarından sayılmış Deledda, evi müzeye çevrilmiş, adına edebiyat ödülü veriliyormuş falan, önemli bir yazar yani. Doğayı merkeze alan bir gerçekçilik anlayışı var, karakterlerini yalnızlıkla boğuşturuyor ve doğayla ilişkilerini inceliyor ama mücadelenin öfkesini, soğukluğunu uyandırmıyor hiçbir zaman, onun insanları birbirlerine yaslanmayı bilen, yalnızlıklarının üstesinden gelebilen insanlar. Çoğu zaman. Roma’ya taşındıktan sonra hemen her yıl bir roman yazmış Deledda, ayrılmayı çok istediği Sardinya’ya uzaktan bakarak, anılarını derleyerek geçmişi kurgulamış. Ne ölçüde kurgu olduğunu bilemem ama anlatının başlangıcında bir ev tasviri var, Balzac’a taş çıkarmasa da aynı ölçüde başarılı. Ev sade ama rahat, her katta yerleri ve alçak tavanları ahşap, duvarları kireçle boyanmış ikişer oda var, giriş bir duvarla ikiye ayrılmış, sağda merdiven varmış ve merdivenin ilk basamakları granit, gerisi kayrak taşındanmış, sol tarafta birkaç basamakla mahzene inilirmiş, büyük bir demir kancayla sabitlenen küçük ama sağlam kapının tokmağı çekiç gibi bir ses çıkarırmış, böyle gidiyor. Evi kurduk, çevrede bostan yeşilliği ve dağların griliğiyle maviliği var. Bahçenin kapısı her zaman açık, ailenin dostları bu kapıdan istedikleri zaman giriyorlar.
Cosima’ya geliyoruz nihayet. Küçük bir kız, kestane rengi kocaman gözleri, kahverengi saçları var, tatlı bir çocuk. Karşıdaki eve, münzevi bir rahiple yeğeninin yaşadığı yere bakıyor, olağanüstü insanlar olarak gördüğü ikisini görmeyi umuyor sabah saatlerinde. Yeğen Peppina cama çıkınca haberi veriyor Cosima, bir erkek kardeşinin olduğunu söylüyor. Çocuk kızmış aslında, Cosima kendi isteğini gerçekmiş gibi söylüyor, yalnızlığını dindirecek bir kız kardeş yaşamını daha da güzelleştirebilirdi. Mutfağa dönüyor Cosima, evdekileri tanımaya başlıyoruz. Hizmetçi kadın Nanna evin bütün işlerini görüyor, süt kaynatıyor, yemek yapıyor, ortalığı temizliyor, ne iş varsa. Cosima’nın abilerinden biri Santus, akıllı bir çocuk, okumayı seviyor. Bir küçüğü Andrea, Cosima’nın canını en çok sıkacaklardan biri. Enza ve Giovanna üç ve dört numara, birbirlerine çok benzeyen iki kız kardeş. Cosima henüz okula gidecek yaşta olmadığı için onların gidişini hayranlık, imrenme ve korku karışımı bir duyguyla izliyor. Üç yaşındaki Beppa nineye emanet, bu ninenin önemini şuradan anlayabiliriz: “Torunları nineyi kendilerinden biri olarak görürler, annelerindense çekinirlerdi ve Cosima onu aniden gördüğünde kendini tuhaf bir şekilde rüyadaymış gibi hissederdi. Ama bu bir rüyada olma duygusundan ziyade kalıcı izler bırakan anıların yarattığı fiziksel histi, ani bir şokun yarattığı hafif bir baş dönmesi gibiydi. Cosima daha sonra bu durumu kendisine, bilinçaltında kalmış veya orada yeniden canlanmış önceki hayatın yüzeye çıkıp hemen ardından yeniden dibe batması olarak tarif edecekti. Ninesi ona, halk efsanelerine göre bir zamanlar özellikle bölgenin granit yaylalarında kayaya oyulmuş küçük taş evlerde yaşayan bazı masalsı küçük kadınları veya duruma göre iyi ya da kötü kalpli küçük perileri de hatırlatırdı, fakat bu, ninesiyle karşılaştığında istemsizce duyduğu histen farklı olarak kendi isteğiyle bilinçli olarak düşündüğü bir şeydi.” (s. 15) Ninesi deneyimlediğinden farklı bir yaşam olabileceğini hissettiriyor Cosima’ya, hayal gücünü tetikliyor, yazarlık kariyerinde bu güce yaslanacak müstakbel yazarımız. Kırlardan dönen hizmetçilerin anlattığı soygun hikâyelerini düşünerek kusursuz suçları düşünmeye başlayacak, dağlık köylerden gelenlerden dinlediklerini de katarak neler neler yazacak. Yazdı. Alıp okumak lazım, bilemiyorum. Babasıyla arası iyi Cosima’nın, adam evi çekip çeviriyor. Burjuvalık var biraz, topraklarından elde ettikleri şarapları ve zeytinyağlarını satarak yüksek sayılabilecek standarttaki yaşamlarını sürdürüyorlar. Cosima sonraları öykü göndermek için gereksindiği posta masrafını yağ çalıp satarak çıkaracak, günah çıkarana kadar da içi rahat etmeyecek. Ada insanlarının genellikle iyi insanlar oldukları söylenecek o sıra, bazıları bir ip çaldıklarını söyleyerek ipin ucundaki hayvandan bahsetmese de fena insanlar değiller işte. Ne yazık ki kısa süre sonra baba ölecek ve evin işleri anneye kalacak ama pek kuvvetli değil o da, çocuklar biraz savrulacak ölümden sonra. Santus tıp eğitimi alırken kendini kumara ve içkiye vuracak, Andrea’nın başka dertleri çıkacak ortaya, Cosima yirmi yaşına gelene kadar birkaç kardeşini toprağa vermek zorunda kalacak. Bol bol âşık olacak, bu yüzden çektiği acıları kurguya dönüştürdükten sonra kolaylıkla unutacak ve yeni bir serüvene yetecek gücü toplayacak. Evlenmesi zor biraz, ailenin statüsüne uygun bir aday bulmak Sardinya’da zor olsa da bir iki talip umut verecek kadar yakınlık gösteriyor, hatta biriyle nişanlanıyor Cosima, adam kısa bir süreliğine gittiği yerden mektup atarak Cosima’nın ailesinin pek zengin olmadığından şikayet edecek ve bitirecek ilişkiyi, Cosima için yıkım. Basılan ilk metnin eleştirisi ayrı bir yıkım, büyük umutlarla bastırdığı metni genelde beğenilse de tek bir eleştiriyle yıkılıyor Cosima, bir daha hiçbir şey yazmamaya karar verip gündelik yaşamından başka bir şeye odaklanmıyor, kısa süre sonra kalemi tekrar eline alıyor ve yazılarına devam ediyor. Prova metni geldiği zaman doğrudan metin üzerinde düzeltmeler yapıyor ve dizgiciye kafayı yedirtiyor Roma’da, bir daha prova falan yollamadan kafalarına göre basıyorlar kadının yazdıklarını. 1800’lerin sonundaki edebi işlerin nasıl yürüdüğüne dair bu tür detaylar var, ilginç. İtalya’nın kırsalında ve Akdeniz’in kalbinde yaşayan insanların günlerini nasıl geçirdikleri de öyle, bizim dramdan drama koşmayan anlatılarımızdaki insanlarla Deledda’nın insanları çok benzer.
Yaşamdöküm bu metin, küçük bir kızın yetişkinliğe yolculuğu, erkekliğin gölgesinde yeşeren bir bağımsızlık. Hoş.
Cevap yaz