Tuhaf tuhaf tuhaf! Tüm olasılıklara açık, yine de anlatımın ipi kaçmıyor, Xavier yolda yürürken denk geldiği bir adama bakıp neden o adam olmadığını sorguladığında o adam oluveriyor, o adam Xavier oluyor ama birbirlerinin hatıralarına sahip değiller, birbirlerinin yeni kimliklerini de benimseyemezler çünkü birbirleri değiller, o halde uzay-zamanda bir değişiklik olmaz, daha da önemlisi hafıza kişinin kim olduğunu muhafaza eder de kişiler oldukları kişiyle yaşama devam ederler mesela, bu bir oyundur ama anlamı sonda belirir, öyle rastgele bir buluş değildir zira Xavier’nin akıbeti inşa ettiği kişiliğini bir arada tutabilme becerisiyle biçimlenecektir. Zor iş bir kimliği benimsemek, ezberde sadece üç isim varsa daha da zor. Dört gerçi, arka kapakta üç: Xavier, Justine ve Saint Lawrence Irmağı. Bu ırmak Macaristan’da olduğuna göre Xavier nereden geldiğini hatırlar ama nasıl geldiğini hatırlamaz, Amerika’da yıkıcıların arasında eski binaların yerle bir edilmesiyle iştigal ederken yalancı anılarıyla oyalanır. Silik, arada sırada Justine’e yazdığı mektuplardan parçalar okuruz da o kadar zeki bir insanın nasıl öyle kötü bir işte çalıştığını anlamayız. Zorbalığa uğrar Xavier, iş arkadaşlarının psikolojik işkencelerine maruz kalır ama bozulmaz hiç, işini kaybetmemek için var gücüyle çalışır. Denizden geldiğini hatırlar, New York’a girmeden beş gün boyunca açlıkla boğuştuğunu da bilir, Filozof nam yaşlı bir işçinin yardımıyla işe girince yaşamının yola gireceğini düşünür ama geçtiğimiz yüzyılın başında New York karmakarışıktır, eski binalar yıkılırken evsiz kalanlar işçilere saldırırlar, polislerin orantısız kuvvetiyle yaralandıkça saldırıları sertleşir, kaos ortamı yaratırlar. Bir tokat da onlar indirirler Xavier’ye, Filozof olmasa hali dumandır, bu yaşlı adam diğer işçileri zaman zaman dağıtabilse de halkın önünde duramaz tabii. O sıra gerçekliği bükmeye başlayan olaylar belirir yavaştan, yıkım alanında bulduğu kutuyu açtığında Xavier’nin karşısına bacak bacak üstüne atmış bir kurbağa çıkar. Bu kurbağa şarkı söyleyebilir, esneyebilir, gösteri dünyasına yeni bir soluk getirebilir ve bir kova suyun içinde Guinness’e girebilir, sağı solu belli olmaz. Genç Xavier’nin kaderini belirleyecektir bu hayvan, öncesinde yıkımcılardan olaylı ayrılışının hikâyeleri geliyor. Soucy yan hikâyeleri öyle genişletiyor ki bazı karakterlerin anlatı boyunca esas oğlana eşlik edeceğini düşünüyoruz, tam tersi. Xavier’ye zorbalık eden Lazare’ın ailesine, acıyla dolu çocukluğuna kapı aralanıyor çoğu kez, adamın Sendika’dan kırdığı parayla ortadan toz olacağını düşünüyoruz ama Xavier’nin komşusu ve yakın arkadaşı Peggy’ye âşık olduğu ortaya çıkıyor, sanki iki farklı karaktermiş gibi işte zorbalık yaparken Peggy’nin karşısında tam bir sünepeye dönüşüyor. Oyunlu burası da, iki karakterin aslında tek bir karakter olduğunu Xavier’yle Peggy eğlenmeye çıkana kadar bilmiyoruz. Hikâye hikâyeyi açıyor, Xavier’nin gizemleri ortaya çıkıyor, mesela adamın göğüs çevresine sardığı tahtadan bir zımbırtı var, hiçbir koşulda çıkarmak istemiyor. Saçma sapan bir şey, anlamı yok. Peggy genç adamdan sevgili olmayacağını anlayınca da yakınlığı sürdürmek istiyor ve birlikte dışarı çıkmayı öneriyor, bunun için Xavier’nin kıyafet alması lazım ama zımbırtıyı çıkarması gerektiğini öğrenince asıveriyor kendini! Kısacık bir paragraf, neler olduğunu anlamadan ipin koptuğunu, Xavier’nin yeri öptüğünü görüyoruz, ne okuduğumuzu anlamaya çalışıyoruz çünkü öyle bir şey neden olsun, adam çıplak görünmemek için neden intihar etsin ki? Hemen veya hiç anlayamayacağımız olaylar yaşanıyor, ihtimal olarak sunuluyor, dağılmazsak çok tuhaf bir dünyada yaşamaya çalışan karakterlerimizi takip etmeye devam ediyoruz. Kaybetmek işten değil tabii, anlatının absürtlüğüne dayanamayıp okumayı bırakan insanların yorumlarına bakınca yarım bırakmak için ideal bir metin bu. Neyse, Xavier arkadaşını yitirir, Lazare tehlikesi ortadan kalkar, bu kez şantiyede başka bir facia gerçekleşir. Bu da başka bir hikâye, yani dört yüz sayfada o kadar çok hikâye birbirine bağlanıyor ki kurmaca ustalığını takdir etmemek elde değil. Şudur, Hollywood’un meşhur yönetmenlerinden biri film çekmek üzere şantiyeye gelir, kaprisleriyle milleti bunaltır, nihayet işini bitireceği sırada zorbalığıyla yaka silktiren asistanının elinde patlayan dinamit yüzünden işi yarım bırakıp kaçar. Hızın dehşeti yine, rolünü canlandırırken “elastiki ve yakıcı bir tür hava basıncıyla” bütün vücudunun ters yönde itildiğini hisseder Filozof, aynı anda bir arı kovanı uğultusu kulak zarlarını adeta patlatır. Asistan kara kırmızı bir dumana dönüşür, fırlayan bir parça Filozof’a çarpar ve adamı sırt üstü devirir. O parça adamdan geri kalandır, “Yardım edin,” diye inleyen adam tek eliyle Filozof’un pantolonuna tutunmaya çalışır. Aklım almadı yine, çekimler sakin sakin sürerken bir anda acayip gore bir sahneyle karşılaşıyoruz, sonra her şey normale dönüyor.
Esas hikâyenin çizgisi ikiye bölünüyor bir noktada, Cagliari’nin ve diğer insanların Xavier’den bağımsız bir şekilde ortaya çıkışlarını izliyoruz. Xavier’yi arıyorlar, müthiş zengin Cagliari ebleh, sümüklü bir genci neden arar? Soucy öyle bir bağlayacak ki Stranger Things‘deki 001’in hikâyesinin yarattığı şaşkınlık tekrarlanacak, kurgu harikası. Döke saça anlatmanın da pek bir anlamı yok, metni kesinlikle okumak lazım ki Soucy’nin ne yaptığı tam olarak anlaşılabilsin. Ben kerteriz noktalarını işaretlememiş olsaydım kaybolur giderdim hikâyenin içinde, öylesi bir karmaşa. Neyse, Cagliari bizim çocuğu bulur, maymunundan çok etkilenir ve kendi eğlence merkezinde, Müzikhol’de iş teklif eder. Sağlam bir avans verir, gösteri için tarih ayarlar. Heyecandan altına işeyecektir Xavier, sahneye çıktığı zaman çok yetenekli maymununun hiçbir şey yapmadığını görünce bu kez korkudan işemeye yeltenir ve şor diye bırakıverir. Bırakmaz da bıraksa şaşırmazdık, hatta seyirciler de eşlik eder ve mekanı teknelerle terk ederlerdi, üstlerini Özgürlük Heykeli’nin meşalesiyle kuruturlardı, kim bilir? Sonuçta gözden düşer Xavier, borcunu ödeyene kadar Cagliari’nin it kopuk tayfayı eğlendirdiği mekanda çalışma zorunda kalır. Boks maçına çıkarılır orada, sağlam sopa yer. Sona da gelemiyoruz bu arada, atladığım kadar anlatamayacağım olayların sayısı da çok, tuhaflıklar daha çok, bir şekilde bağlamak gerektiği için bu yazıyı da saçma sapan bir olayla bitireceğim ama şunu söyleyeyim, önemsiz görünen birkaç şey Xavier’nin aslında kim olduğu ortaya çıkınca öyle bir önem kazanıyor ki metni ikinci kez okumamak için kendimizi zor da tutmuyoruz aslında, kim böyle bir deliliği yapar ki diyen böyle bir deliliği yapar. Mesela satrançtaki ustalığı çocuğun, mesela göğsüne sardığı zamazingonun önemi. Evet, bugün okula üç kişi gelince kime geldiklerini sordum, geldiklerini söylediler. Kim olduklarını sordum, polis olduklarını söylediler, telsizleri dülilüt dedi. Müdürün okulda olmadığını söyledim, odama çıktık. Bir öğrencinin not işleri, detay vermek isterim ama istemem. Muhabbetin nasıl açıldığını söylemek de istemem, fotoğrafımdan kim olduğumu kısa sürede bulup bulamayacaklarını sordum. Sempatik bir abi vardı, at kuyruğu yapmış saçlarını. İki dakikaya sülalemi bulabileceğini söyledi. Canım sıkılıyordu, “Bulun,” dedim. Fotoğrafımı çekti, WhatsApp yoluyla beraber çalıştığı bir arkadaşına gönderdi. İşleri bitti o sıra, kalkıp gitmeye niyetlendiler ama sonucu görmek istedim, abi, “Siz gidin, ben gelirim,” dedi, beraber beklemeye başladık. Birkaç dakika sonra bilgilerimi ekranda gördüm, doğru kişi olma ihtimalim %72’ymiş. Sabıka kaydıma bakmak isteyip istemediğimi sordu abi, “Sizi tutmayayım,” dedim. Nerede çekildiğini hiç bilmediğim fotoğraflarımı gösterdi falan, garipti. Evet, muazzam bir roman bu, satılmayacak kitaplarımın arasına uzun zamandan sonra yeni bir kitap koyuyorum şimdi.
Cevap yaz