Murat Menteş’in son derece tırt övgüsüyle başladığımız romanın ilk cümlelerinden sonra geri dönüp övgünün tırtlığından şöyle iyice bir temizlenmemiz gerekiyor, iyi başlayamazsınız yoksa. Menteş bu metnin kahkaha vanasını açtığını söylüyor, vanayı direkt geçiyorum, kahkahalık bir durum yok. Altınöz’ün kapkara mizahı komedi havuzunun giderindeki bir çatlaktan okurun üzerine foşluyor adeta, yani yazarın diğer metinlerine aşinaysak o karanlığı biraz seyrelmiş haliyle bulabiliyoruz. Uzuyor bazen, komiklikler bitmek bilmiyor, bu lüzumsuz uzama iyi bir seyreltici. Leyla ile Mecnun‘u izleyememe sebebim. İki kez teşebbüs ettim, kız istemeye taksimetreyle gitme muhabbeti bir türlü bitmek bilmediği, arkaya da o meşhur “dingolo dingolo” şeklindeki aşırı dandik müziği dayadıkları için kapadım. Altınöz’ün yarı kurmaca metinlerinde böylesi bir uzamaya rastlamazsınız, absürt durumlar kararında ve kısadır, kısalığı ölçüsünde başarılıdır, bu romandaki türevler zorlama. Laf sakıza dönünce lüzumsuz açıklamalar da giriyor devreye, mesela esas kodaman Faruk’un iktidarsızlığıyla ilgili bir mevzu var sonlarda, Faruk’un eşi Aslı’nın ortaya attığı bombayla alakalı koca bir paragrafın küçük bir bölümü: “Faruk salonda yattığı yerde düşünceler içinde televizyona bakarken büyük bir vehimin içine düşmüş durumda hissediyormuş kendisini. Her şey yalan olabilir mi? Hayatından geçen bunca kadın ona rol yapmış olabilir mi? Aslı’nın söylediği doğru mu? Hayatının daha önceki dönemlerinde yanından yöresinden geçmeyen ve şimdi sürekli kemirmekte olan bu sorulardan bir an önce kurtulmak istiyormuş.” (s. 127) Adamın gelmişini geçmişini öğrenmişiz çoktan, kaygılarını sezebiliriz, okur olarak tamamlayarak derinleştirebiliriz de anlatının sonunu en üfürme biçimde cinsel yetersizliğe bağlamak, karakterin çöküşünü takıntıyla sağlamak, bilemiyorum, çok ucuz ya. Menteş diyorduk gerçi, ikinci övgü metnin eleştiri tetiğine basması. Altınöz’ün bu tribe neden iştirak ettiğini anlamadım, zaten sağlam bir edebî duruşu vardı ama işe silah sokmak zorunda kalmış gibi gözüküyor. Kapakta gördüğümüz üzere bir silah var, namlusu iktidarsızlığı imliyor. Güzel, silah yerine bir fil ve filin hortumu da konabilirdi çünkü metinde fil yok. Kısacası bir meşhurun övgüsünde tetik yer aldığı için kapağa silah konmuş, mükemmel hareket. Altınöz Okumadan Kitap Eleştirileri 2‘ye bu kitabı hemen yazmalı.
Yapı iyi, kat kat. Hikâyeler iç içe geçiyor, Bahtiyar nam anlatıcımız kendi yaşamından mustaripliği ölçüsünde kurguladığı karakterlerinin yaşamını da yıkıklıkla beziyor, her yerden yenilgi akıyor üstümüze. Bahtiyar altmışlarında bir adam, canı sıkkın olduğu için “bize” bir hikâye anlatacak çünkü birine hikâye anlatırsak arada bir mesafe oluşturur, daha doğrusu halihazırda mevcut bulunan mesafenin sınırlarını belirler -hikâye anlatmak belli bir uzaklığı ve uzaklığın aşılmasına dair istenci gösterir- de iyileşme yolunda mühim bir adım atarız, Bahtiyar’ın niyeti bu. Bulunduğu yerde mağazalar var, kızlar ve erkekler dolanıyorlar, tüketiyorlar, insanlar tuhaf tuhaf yürüyor ve Bahtiyar gözlem yeteneğini konuşturup kendi yürüyüşünü de anlatıyor: “Duran birine arkadan yaklaşıp beline sarılarak aniden sağa sola sallamaya başlarsanız bu hareketi elde edersiniz.” (s. 6) Önce kendisini iyice bir belirginleştirmeli, böylece söylediklerine daha bir itimat edeceğiz. Etraftan, fiziksel özelliklerden sonra geçmiş geliyor, Bay Bahtiyar eski hanımına ödemeyi geciktirdiği nafakayı, can sıkıcı eski olayları ve çocuklarını düşünüyor o sıra, yediği bir halttan ötürü evden itinayla şutlanmış ve annesinin yanına dönmüş. Aldatmış, tipik. Büyük oğlu bunu dehlemiş evden, eşyalarını kafasına fırlatmış, gerisi sıkıntı. Romanda uçkuruna mukayyet olan kimse yok, öyle düşünürsek Bahtiyar’ı en arızasız karakter olarak görebiliriz, diğerleri gibi farklı kadınlarla değil de bir tanecik kadınla aldatmış eşini. Anne evi felaket, baba öleli on yıl olmuş ama anne nasıl kinlenmişse bütün acılarını dökermiş ortaya her gün, tarihleri bile verirmiş, şu gün şunu yaptıktan sonra bu gün bunu yapması derken Bahtiyar kafayı yiyecek hale gelmiş nihayet, yememek için uyduruyor zaten hikâyeyi. Abisinden de bahsetmeli, başkaları varken en büyük düşmanı olan bu adam dünyanın en iyi abisine dönüşebiliyor ama tercih etmiyor bunu, kompleksi yüzünden sağlıklı bir ilişki geliştirememişler. Eve gitmek için hiçbir sebebi yok, Nuri’yle Faruk’u bu yüzden yaratıyor. Kurmaca dünyasında bilemeyeceği çok şey var, mesela Faruk aşırı zengin bir gazeteci ve şaraplardan şarap, yemeklerden yemek beğeniyor, haliyle Bahtiyar’ın bilinçaltını en az Faruk’un bilinci kadar zengin saymalıyız, bir yerlerden okuduğu bilgileri aklında tutarak çıkarıyor Piemonte’de üretilen şarapların niteliklerini. Ben mesela bir kez gittim aşırı afili bir yere, tuhaftı. Evlilik teklifi için Beşiktaş’ta bir yerde rezervasyon yaptırdım, adı “Jö Mön Fua” tarzı bir şeydi. Yani ne yedim ne içtim hiç bilmiyorum, mekanın acayip lüks olduğunu ve orada ne aradığımı düşündüğümü hatırlıyorum bir. Benden kat kat anlatı çıkmaz yani. Neyse, Bahtiyar yalnız, Bahtiyar naçar, uydur Bahtiyar.
Nuri öküzün tekidir, arkadaşının eşi Hacer’le bumçikibum yapmaktadır, işi kolaylaştırmak için nikâh şahitliğini yaptığı arkadaşına yakınlarda tutturmuştur evi. Bu arada Bahtiyar’ın matrak bir adam olduğunu ekleyeyim, kafasına göre giriyor hikâyeye, Hacer’in saçlarının boyalı olduğunu söyleyip çıkıyor, kontrolünü her an hissettiriyor. İşte, Nuri cinsel eylemden sonra taksisine atladığı gibi işe çıkıyor ve Kadıköy civarlarında Faruk’a rastlıyor. Adamın bilekliği, saati, kıyafetleri fiyakalı, Nuri’ye piyango vurdu. Nasıl sağacağını düşünürken bir şey yapmasına gerek olmadığını görüyor, Faruk intihar edeceği için her şeyini birer birer Nuri’ye verdikten sonra deniz manzaralı ölümüne atlayacağı yerde taksiden iniyor, inemiyor, bir rüzgâr esiyor da hapşırtıyor. “Çok yaşa” muhabbetinin komikliğinden sonra bir yakınlık doğuyor aralarında, Nuri adamı intihardan vazgeçirerek otoban kenarındaki bir yeşilliğe götürüyor, üçüncü katmana burada geçiyoruz. Faruk ülkenin en hızlı, etkili gazetecilerinden, döneceği yönü iyi bildiği için kırk yıldır devrilmemiş. Sosyetik kadınların tamamıyla münasebeti var, kişiliğini bu münasebetlere yaslamış, geçinip gidiyor. Eşi Aslı zamanında ülkenin en güzel kadını seçilmiş, sonradan bir sanat galerisi koparmış kocasından, ayrı hayatlar sürüyorlar ama eşini “başıboş bırakmıyor” Faruk, erkekliğe sığmaz. Nuri’nin erkekliğine de sığmaz, Bahtiyar’a zaten sığmaz, erkek karakterler arasındaki geçişkenliğe dikiz. Faruk zehirli erkekliği yüzünden batana kadar keyfine bakıyor, bir gün eşi Aslı’nın orgazm taklidi yaptığını duyunca dünya başına yıkılıyor. Ucuzluktan kastım bu, anlatının dümeni boşa dönmeye başlıyor bu noktadan sonra, meselenin nerede noktalanacağını bildiğimiz için dertli bir okuma buradan sonrası. Faruk o güne dek birlikte olduğu kadınları arıyor, çoğu savıyor adamı başından, biri buluşma teklifini kabul ediyor ve Faruk’un sorduğu soruya baştan savma bir cevap veriyor. Evet, iyiydi. Herkesinki kadar iyiydi yani, öyle farklı bir durum yoktu. Hayır, Faruk kesinlikle en iyisi değil. Vasat işte. Kadın verdiği cevaplardan sonra Faruk’un dellenip masadan kalkmasına anlam veremiyor, biz veriyoruz ama o kadar çabuk bir çözülme de beklemeyebiliriz sanırım, Faruk’un erkekliğinin anında tuz buz olması fırlıyor anlatıdan dışarı. Sonrası Nuri’yle karşılaşmalarına varıyor, bu hikâye bittiği zaman Nuri’nin evine de bir göz atıyoruz da ne görüyoruz, onca böbürlenen Nuri de karısını evde tutamamış meğer, kadın çocuklarını da alıp gitmiş. Erkekler ayvayı yiyor hikâyenin sonunda, güzel.
Orta karar bir metin, Altınöz’ün diğer metinleri daha iyi.
Cevap yaz