Sunuş yazısındaki eleştirileri düşününce toplumcu gerçekçiliğin arşa çıkarılmasının romandaki arızaları belirlemeye, estetik duyarlılığı göstermeye engel olmadığını görmek, buna paha biçilemez. Günümüzde borazancılık kafa bırakmıyor, 1950’lerdeki bu tutumun bir benzerini arıyor deli gönül. Sol tarafta kokuşuk toplumculuk, sağda iman mangaları, sanatın ne olduğunu düşünmek gerekiyor. Başka yazıda. Ali’nin dünyasına bakalım, metni inceden eleştiren Rıza Mollov’un tespitlerini aralara sıkıştıracağım. Kurtuluş Savaşı zamanındaki ağalarla Demokrat Parti’nin iktidara geldiği yıllardakiler arasında fark yok, zaten babadan oğula nesil bunlar, Erdinç’in toprak reformunu bulandıran Cumhuriyet’e yönelttiği eleştiriler açık. Rahim Ağa gibilerin iyice palazlandığı, köylülere kan kusturduğu zamanlarda jandarması, savcısı, devletin hemen her kurumu bu ağaların yanındadır, mesele toprak olduğuna göre oradan bakalım: Ağa bir zamanlar köylülerin olan toprağı ele geçirmiş, dava üzerine dava açılınca hukuki oyunlarla tapuyu da üzerine almıştır. Halkın ağır vergiler altında ezildiği zamandır, iki askerle köye gelen Ağa ondan bundan hayvanını, eşyasını ölü fiyatına almakta, karşılık olarak borcun ancak yarısını vermektedir, ayaklanmaya niyetlenen varsa da belini doğrultamaz. Tam o sıra çıkar hapisten Ali, on beş yılın ardından köyüne döner. Burada bir ara, Erdinç’in sahnelerini anlatmalı. Tam bir roman formunda değil metin, niyet romansa da yol çok parçalı bir anlatıya çıkmış, dolayısıyla Mollov’un belirttiği gibi tansiyonun yükselmesi gereken noktalarda sahne değişiyor veya karakterler iç monologlara gömülüyor, hani tempo da bozuk. Nedir, Ali’nin askere giden oğlu Yaşar’dan mektup geliyor, Kore’ye gideceğini söylüyor oğlan, Elif hemen mektup yazıp elin evladını öldürürse oğlunu evlatlıktan reddedeceğini belirtiyor ama yetinmiyor bununla, İzmir’e gidip oğlanı kaçırmak için Ali’yi ikna ediyor, düşüyorlar yollara. Onca perişanlığın sonu şu çevrilen toprakta geliyor, Ali delifişek arkadaşının, eski çetecilerden birinin pek çok adamla birlikte tarlayı sürmeye gittiğini öğreniyor yolda, dümeni kırıyor, mekâna geldiğinde çatışma çıkıyor. Ağa almış haberi, jandarmaya da haber vermiş, tüfekler patlarken Elif de saldırıyor adamlara? İzmir’e gitseydi bari, savaşa girmek nedir oğlunun hasretiyle yanarken bilmem. Başkalarının da eşleri gelmiş, kadınlar birlikte hapse giriyorlar sonra, tek bir cümleyle akıbetleri belirleniyor. Birileri ölüyor, Ali dostlarıyla ayaküstü helalleşip kalanlarla birlikte dağa çıkıyor. Eski çeteci, babasının arkadaşı ulu bir zattan aldığı sırrı romanın yarısında taşıdıktan sonra bakıyoruz ki dağda kimselerin bilmediği bir türbe var, meğer o türbenin altında cephanelik varmış, sır bu. Bitmedi, çetelerin çift sayıda adama sahip olması uğursuzlukmuş, neyse ki Yaşar gelmiş de sorun çözülmüş. Gemiden atlamış çocuk, ne mektup ne annesi ulaştı ona, kendi karar vermiş demek. Ha, başına gelenleri ayrıntılarıyla gördüğümüz yavuklusu Fadime’nin öldüğünü bilmiyor, aslında Fadime’nin neden öldüğünü biz de bilmiyoruz, iyi bağlayamıyor Erdinç. Şudur, bu Fadime’nin babası ağa takımındandır, kızınınsa o taraklarda bezi yoktur. Yaşar’a tutulmuştur zamanında, çocuk askerden dönene kadar beklemeye söz verir. O sıra Ağa’nın oğlu Emin şerefsizlik eder, Fadime’ye saldırır ama kendini kollar kız, frengili dallamayı uzaklaştırmayı bilir. Yine de kurtulamaz çirkeften, “bozulduğu” duyulunca babası hemen bir plan yapar da köyün öğretmenini dehlemek için ikisini bastırmaya karar verir. Fadime onurlu kızdır, tekme tokat yollandığı öğretmenin evinde her şeyi anlatır, Ali’yle arkadaşları hemen plan yaparlar, baskına gelen tayfayı yerin dibine sokarlar. Kasabadan müfettiş gelir olayları soruşturmak için, Fadime’yi bulamaz, kız çoktan kaçmıştır Elif’in yanına. Konuşurlar, ağlaşırlar, sonra Yaşar’a bir mektup bırakıp intihar eder Fadime, alnına çalınan karayla yaşayamayacağını yazmıştır. Parçalı yapıdan kastım bu, Fadime’nin dramı müstakil mevzu, Yaşar’la münasebetlerini derinlemesine veriyor Erdinç de ölümünün yol açtığı etkiye dokunmuyor. Dokunmadığı, havada kalan pek çok şey var, Ağa’nın evinin basılması diyelim, toprağı geri almaya çalışanlar çatışıyorlar, tamam, çiftlik evine nasıl geliyorlar, kurnaz Ağa nasıl bodoslamadan giriyor çatışmaya da eviyle birlikte küle dönmeyi başarıyor, bu nasıl Ağa ki fedaileri yok, askerler nasıl patır patır öldürülüyorlar, yerden bitmediklerine göre çatışma haberine geliyorlar da üç beş kişi mi geliyorlar, yani tutarsızlıklarla dolu bir hikâye.
Sanatı bir kenara bırakıp Erdinç’in karakterleri hatip kılıp söylettiklerine odaklanmak daha iyi aslında. Bir gecede kırk köyün “demirkırat” kesilmesinin örneğini bu köyde görebiliyoruz, muhtar tabelayı asıveriyor, köylülere toprak verileceği söyleniyor, tamam. Gazi’yi sevmeyen var, yeni geleni de sevmiyorlar, boş zarf atacaklar. Köyün öğretmeni uyarıyor saf köylüleri, evet, diğerlerini denemekte fayda var ama o zaman kadar tam da böyle kandırılmadılar mı, söz verildiği gibi topraklarına kavuştular mı, vergiler azaldı mı, öyleyse yenilere de kulak asmamalı. Arif ilginç bir karakter, köyde şamarlamadığı öğrenci az, bu yüzden çocukların kin güttüğü var ama yine seviliyor, aklı başında olduğu için anlaşmazlıklarda başvurulan kişi o. Biraz din min öğretse iyiymiş, namaz da kılsa tadından yenmezmiş ama yine razılarmış ondan. Ağa hariç, o bir an önce şutlamaya çalışıyor adamı, bir dövdürmediği kalıyor. Makal’ın metinlerindeki öğretmen bu aslında, çekmediği dert yoktur ama yine kalır, çocukları eğitmeye çalışır. İşler zora bindi mi kasabaya gidip baş öğretmenle konuşur, adamın iktidara yanlamasından rahatsız olarak döner köyüne, mücadeleye devam. Fadime’nin olayından sonra köyde kalamaz tabii, ilk trenle memleketine gönderirler. Rüzgâr gibi girdi hikâyeye, aynı şekilde çıktı. Emin var böyle, kasabada kumarıydı, fahişesiydi derken babasının parasını havaya savuruyor, bir de Fadime’ye düşüyor ama paparayı yedi mi oturuyor aşağı. En son iğne vurulmaya giderken gördük onu da, döndüğü zaman geride pek bir şey kalmadığını görecek. DP’ye dönelim, iktidara gelecekleri kesin gibi bir şey, ezanın Türkçe okunmaması için emir veriyor muhtar, imam biraz da “emerige”yi överse tamam, tabii İsmet Paşa’yı gömecek arada. Kürt Memo diye bir karakter var, geçmişi şudur: “On iki sene oluyordu artık. Vatandan ırak. Dersim neresi, Sandıklı neresi? Çil yavrusu gibi dağıtmışlardı onları. Babasını candarmalar vurdular. Anası kargaşalıkta yardan uçtu. Parçasını kurt kuş bile bulamadı belki. Memoyu ele geçirdiler. Karısıyle beraber. Bir de iki yaşındaki oğlu, Halim… Sürdüler bunları. Binlerce Kürdü Anadoluya. Egeye dağıttılar. Her birini ayrı kasabaya, ayrı köye. Mecburi ikamet. Rejime alışsınlar, ‘ıslah’ olsunlar diye. Dağıtıldıkları köylerde bunları çobanlık, bekçilik, amelelik gibi işlere yanaştırdılar. İşte o gün bu gün, karısından haberi yok Memonun.” (s. 119) Öğretmene dilekçeler yazdırır, kasabadan sordurur ama cevap çıkmaz, ailesinin nerede olduğunu bir türlü öğrenemez Memo. Ağa’nın adamı gibi görünür ama son çatışmada tüfeği elinde, mermiler belinde, bizimkilerin yanında Ağa’yı yakar. Cesaretin bulaştığı karakterlerden biri, yoksa kimsenin dikleneceği yok. Kurtuluş zamanı askere gitmemek için para yedirmiş Ağa’nın babası, çiftliğe kapanmış da öyle kurtarmış paçayı, Ali’yle birlikte diğer tüm çetecilerin hıncı bundan. Düzenli orduya geçmek istemeyenlerden biriymiş Ali’nin babası, bu yüzden asılmış, Ali’ye de hapis yolları görünmüş. Eve dönen intikamcı değil, tipik eşkıya değil, aptalca bir adam aslında. Eve gelir gelmez oğlunu dövmesi, evlatlıktan reddetmesi, saçma sapan hareketleri bela, yine de kahramandır. Destanımızda yalnız onun kahramanlıkları vardır.
Cevap yaz