Kandel’ın Sanatta ve Beyin Biliminde İndirgemecilik adlı metninin ekmeği az yenmez, soyut dışavurumcuların neyi nasıl dışavurduklarından beynin kaç biçimde çalıştığına dek pek çok mevzuyu açıklarken, beyin iki biçimde çalışıyor mesela, biri düz çalışma, klasik anlatıdaki örüntüyü sevenler muhtemelen standart bir kafaya sahipler. Diğeri “yenilikçi çalışma” diyebileceğimiz bir meşgale, şeyleri oldukları gibi değil de bambaşka biçimde kurmaya ve algılamaya yarıyor. Mesela iki kare var, biri yeşil de diğeri kiraz kırmızısı olsun çünkü canım çekti. Bu resmi “biz de” yapamayız söylenenin aksine, o yeşili ve kırmızı tutturamayız, iki tonun çağrışımlarını yakalayamayız, kafamızda yeni örüntüler, bağlantılar oluşmaz çünkü, düz adamsak o resme neden o kadar paha biçildiğini anlayamayız. Tamam, sanatın pahasına dair çok eleştiri, üstelik haklı eleştiriler var ama mevzu başka burada, bazı beyinler yeni yolaklar kurmaya daha meyilli olduğu için çoğunluğun işleyemediğini işler, havai fişekler patlatır, daha bir yetkinleşir. Ne konuda, renk hassasiyeti ve sanat sepetle ilgili, yaşamla ilgili diğer tüm konularda çünkü bunlar hep bağlı birbirine. Hasılı yine muazzam bir metin bekledim Kandel’dan, bu kez psikolojiyle nörolojinin tarihçesi ve akıl hastalıklarının dökümü çıktı karşıma. Yine iyidir ama meseleyle ilgilenenleri pek tatmin etmeyecektir, meşhur nörologların yazdıkları metinlerdeki vakaları incelemiş Kandel, hastalıklar konusunda benzerlerine göre çok daha derine inmesi fark yaratıyor bir. Belli başlı meseleleri özetleyeyim, beden ve beyin ayrımının köküne kibrit suyu döküldüğünü söylüyor Kandel özetle, William James’in dediği gibi beyin bedeni harekete geçirdiği gibi beden de beyni harekete geçirebiliyor. Bunun yanında psikolojiyle nöroloji birbirini tamamlayan iki bilim olarak karşımıza çıkıyor, psikiyatri tam bir bilim niteliği kazanamasa da nöral rahatsızlıkların terapiyle giderilebilen türleri açısından mühim. En kaba özeti şu herhalde, kimyasal bombardımanla iyileşebilecek anomalilerin yanında terapinin sağalmaya katkısı görmezden gelinemez. Önceleri psikiyatrik bozukluklar ve bağımlılıklar beyinde gözle görünür hasarlara yol açmadığı için davranış bozuklukları olarak değerlendiriliyormuş, çağdaş yaklaşımlar ve gelişmiş beyin görüntüleme yöntemleri sayesinde nörolojiyle sanılandan çok daha ilgili olduğu anlaşılmış. Kandel’a göre genetik etkenlerle birlikte çevresel faktörler de zihinsel bozuklukların ortaya çıkmasına neden olabiliyor, anlatmış uzun uzun. Meyve sinekleri üzerinde yapılan deneyler bu bozuklukların sebeplerini araştırırken çok işe yaramış, örneğin beyne zerk edilen veya beyinden mahrum bırakılan bir maddenin etkilerini çok kısa sürede görebiliyoruz meyve sineklerinde, bizim DNA örüntümüzle sineklerinki benzer. Teker teker bakayım, otizmle başlıyor Kandel. “Sosyal pusula” eksik, benlik algısı yok, spektrumun ucundakiler daimi bir depresyon ve bezginlik hissederlerken merkezdekilerin durumu malum. Sacks’e göre otizmlilerin çok azı filmlerdeki yeteneklerle donanıyor, otizme sebep olan pek çok gen ve çevresel faktör olduğu için yere düşen binlerce kibriti sayamıyor her otizmli. “Sosyal iletişim ağlarındaki işlev bozuklukları, beynin sosyal olmayan bir ağda uzmanlık geliştirerek bunu telafi etmesine yol açabilir; otizmli dâhilerde gördüğümüz olağandışı yetenekler de bu nedenle ortaya çıkar.” (s. 62) Diğer uçta da Williams sendromu varmış, yeni öğrendim bunu. Bu genetik bozukluğa sahip çocuklar aşırı sosyal, herkesle konuşmak istiyorlar ve müziğe meylediyorlar. Yaşı ilerleyen erkeklerin spermlerindeki mutasyonlar arttığı için çocuklarının otizmli olma ihtimali artıyor, %50’den fazla. Mutasyonların çoğu zararsız ama günümüzde bu tür yeni mutasyonların sebep olduğu otizm göz ardı edilemeyecek bir orana sahip. Depresyon ve bipolar bozukluk stresin etkisiyle ortaya çıkabiliyor, araştırmalara göre aşırı stres sinaptik bağlantıları tarumar ediyor. Görüntüleme sonuçlarına göre depresyondaki kişilerin amigdalaları büyüyor ve etkinlik düzeyi artıyor, bipolar bozukluk için de geçerli bu. Hipokampustaki hacim aynı anda küçüldüğü için hafıza sorunları ortaya çıkıyor, depresyondaki insanların bir şeyi kolaylıkla hatırlayamamalarının sebebi. Ruhen ölmüş gibi hissediyor depresyondaki kişi, yataktan kalkamıyor çünkü ölüyse kalkıp ne yapacak, yatıyor. İlaç tedavileriyle bir ölçüde engellenebiliyor bu rahatsızlıklar, yine de kusursuz bir tedavi henüz geliştirilemedi. Kandel açıkladığı her rahatsızlığın giderilmesi konusunda çok umutlu, orta vadede her türlü tedavinin bulunabileceğini söylüyor. Ağır depresyon vakalarında psikoterapi antidepresanlar kadar etkili olmasa da iki koldan sürdürülen tedavinin çok etkili olduğu görece yeni keşfedildi. Şizofreninin çevresel etkeni olarak hamilelikte yetersiz beslenme, enfeksiyonlar, toksine ve strese maruz kalma sayılabilir, anlaşıldığı kadarıyla şizofrenide sinaptik budanma ergenlikte kontrolden çıkıyor ve gereğinden fazla sayıda dendrit dikeni kırpılıyor. Çocukluğun büyülü dünyası da bu kırpılmanın kurbanı diye tahmin ediyorum, mesela motor kasları tek bir amaç için kullanmak, diğer ihtimalleri harekete geçirecek dendritlerin ortadan kalkmasına yol açıyor, böylece belli bir yaştan sonra rumba öğrenmek zorlaşıyor. Buna bir bakayım, akıl yürüttüm. Neyse, depresyon ve bipolar bozuklukta böylesi bir arıza yok, bu iki rahatsızlık gereken şekilde oluşmuş nöral devrelerin çalışmamasından kaynaklanırken şizofreni ve otizm nöral devrelerin düzgün gelişemediği anatomik bozukluklarla ilintili. Şizofreninin gen zincirindeki silinmiş bir genle ilgili olduğu fareler üzerinde yapılan deneylerle anlaşılmış, farelerin genlerini silmişler ve insanlardakine benzer arızalarla karşılaşmışlar. Demanstan Freud’a upuzun bir yol var sonrasında, okurun ellerinden öper. Birkaç ilginç bilgiyle bitireceğim.
“Doğuştan Gelen Yaratıcılığımız: Beyin Bozuklukları ve Sanat” bölümünde ilginç vakalar ve olağanüstü sanat eserleri yer alıyor, mesela disleksi hastası Chuck Close’un resimleri ne öyle? Hiper gerçekçiliğe yakın bir üslupla çizdiği otoportresi muazzam, zihindeki milyarlarca nöronu andıran ufak karelere böldüğü tablolarındaki deneysellik müthiş, Close’un çizdiği her yüz ayrı bir şaheser. Ne ki yüzleri ayırt edemiyor Close, “anlayamadığı bir dünyayı anlamlandırmaya çalıştığı için” portrede uzmanlaştığını söylüyor. İzleyicilerin yorumlarına göredir portrelerinin güzelliği tabii, Kandel hemen gözlemcinin niteliklerine odaklanıyor ve eseri “tamamlayan” seyircinin, izleyicinin, okurun öneminden bahsediyor. Kendimize has bir algı oluştururuz, eseri yorumlarız, aşırıya kaçarız veya kaçmayız ama Eco’yu sinirlendiririz muhtemelen. Diyelim ki sanatçıyız, bu işin bir formülü yok ama yaratıcılığı “artıran” birkaç özelliğin tespit edildiğini söylüyor Kandel. Öncelikle kişilik sahibi olacağız, en azından “tuhaf” damgası yiyecek kadar orijinal olacağız, ilk adım bu. Olunmuyor orijinal de öyle bir damarımız, bir parıltımız olacak yani. İkinci adım hazır olmak. Yürürüz, banyo yaparız, sıradan bir işle uğraşırız ama nadasa bırakmışızdır kafayı aslında, parıltıyı yakalayabilmek için pusuya yatmışızdır, geldiği zaman tabağı çanağı evyeye fırlatıp işimizin başına geçeriz ve takır tukur yazar, harş harş çizeriz. Gecenin bir yarısı yataktan fırlayıp süper bir fikri not alırız, heyecandan uyuyamayız belki. Kavrayış ânını beklemek bu, üçüncü adım. Doğaçlamayla ilgili bir bölüm var, aydınlandım. Bu bende öyle pek olmayan bir yetenekti, sahnede doğaçlama çaldığım olurdu ama rahat olmazdım, bildiğim örüntülerin dışına çıkamazdım açıkçası. Kandel’a göre beynin dürtü kontrolüyle ilişkili olan dosolateral korteks nam bölümü doğaçlamayla birlikte ketlenmekten kurtuluyor, en saf yaratıcılık o zaman başlıyor. Coltrane bunu sezdi sanıyorum, yaratmadan önce her şeyi öğrenip unutmayı salık veren ustamız doğaçlama ustası olarak bilinir. Ben o ketlemeyi bir türlü durduramadığım, sahne heyecanından ötürü kaygılardan kaygılara koştuğum için gamlar arasında serbestçe gezinemezdim ama bazen gezinirdim, çok daha büyük bir dünyaya pencereden bakıyormuşum gibi hissederdim. Coltrane gibiler camı çerçeveyi indirip hoplaya zıplaya dolanıyorlar orada, müthiş bir yetenek bu.
Kandel bilgiye boğuyor, iyi yapıyor. Kafayla ilgilenenler kaçırmamalı bu kitabı.
Cevap yaz