Pek bir şey olmayabilirdi, Antonio gidip Kevin’ı okuldan alır, eve dönünce de Anne-Marie’ye çay çorba bir şey yapardı. Véronique Chambon yine beklerdi öğrencisinin babasını, ayaküstü muhabbet bile etmezdi, iyi günler dileyip tek başına yaşadığı evine gider, kemanını çalardı, kitabını okurdu. “Montmirail, Marne, 51’deyiz. Orada kışlar hüzünlü olur. İlkbahar da geç gelir. Sakinlerinin -olsun olsun sekiz bin kişi- en büyük saplantısı da galiba gürültü yapmamaktır. Sokaklardaki evler ne soğuk, ne de konukseverdirler. İnsanları karşılarına çıkan olayların ritmiyle yaşamaya çağırırlar: eskiden savaş, şimdi ise kesintiler ya da aylık vergiler ya da Sosyal Sigorta’nın bedeli. İnsanlar orada kibar değildir – niye olsunlar ki? Asık suratlı da değildirler.” (s. 8) Fransa’nın taşrası, küçücük bir kasaba, sıkılanların yapabileceği pek bir şey yok ki yetenekleri parlamayanlar için daha da sıkıcı, yaşanabilecek görkemli günlerin yasını ömür boyu tutmak için ideal bir yer. Diğer yanda sıradan bir ailenin sıradan bir parçası olmak var, iyi bir eş, her çocuk gibi bir çocuk, zar zor geçindiren bir iş, hayalsizlik. Haliyle çok şey oldu, Antonio okula gitti, Véronique hiçbir serzenişte bulunmadı, zamanı olduğunu söyledi, Antonio’yla tanıştığına memnun olduğunu da. Antonio bakışlarını kaçırdı, gözlerini yere eğdi ve özür diledi. Kevin’ın perçemi, kara gözleri. İkisi de yirmilerinin ortalarında, havada yoğun bir şey var, birbirlerine daha fazla bakamıyorlar. Antonio özür dilemese ne söyleyebileceğini düşünüyor hafta boyunca, Véronique kıyafet alırken Antonio’nun hoşuna gidip gitmeyeceğini düşünüyor üzerindekinin. Birbirlerinin düşüncelerine sızmışlardır. İlk kıvılcım. Mekânla ilgili bir başka alıntı, temel bunun üzerine atılıyor: “Çöküşün ağırlığını duymak, bir banka hesabının boyutlarına indirgenmiş büyük umutları; açılan bir mağaza, kapanan bir başkası, yeni bir çeşmenin belediye meclisinde oya sunulması gibi kimi ufacık ayrıntılarla kaçılmaya çalışılan sıkıntıyı anlayabilmek için, taşranın göbeğindeki bir kasabada büyüyüp, sonra da aynı yerde yaşamak gerekir.” (s. 23) Antonio orada büyümemiştir gerçi, en azından çocukluğunu Portekiz’de geçirdiğini biliyoruz, Fransızca öğrenemediği için zorbalığa uğradığını da. Çatık kaşlar, kara gözler, dayak yese de karşı koymuştur, kollamaya çalıştığı arkadaşı Georges’in yardımıyla. Çocukluk arkadaşları, bağ kopmamış, hikâyenin kilit noktasında Georges’in oyunu nasıl değiştirdiğini göreceğiz.
Duvarları yeniliyor Antonio, patronu Van Hamme’ın en güvendiği adamlarından biri. Sağlam işte, aile babası, genç, çalışkan. İki dangalağın yerine oğlu Antonio olsa iyi, belki daha çok sömürebileceği için? Doğrudan emare yok, geçim sıkıntısı yaşamın tamamına yayılmış ama, Kevin’ı Katolik okuluna göndermeyi “başarmaları” gibi aralara sıkışan bir sürü şey. Anne-Marie’nin, sıradanlığından demek de istemem, Anne-Marie anlatıldığına göre öyle bir intiba mı uyanmalı, Antonio sıkılıyor mu yaşamından, belki. Kâseleri katalogdan seçerek almış Anne-Marie, evdeki eşyalar heyecan uyandırmıyor, Antonio’nun yaşamında işle evden başka bir mekân yok. On altı yaşında tanışmışlar, on sekizde evlilik, hemen ardından Kevin gelmiş, belki daha fazlasını istiyordu Antonio, hele Anne-Marie’nin aşka inanmadığını gördükten sonra. Kitaplardaki, filmlerdeki, şarkılardaki bir duygu aşk, öğretildiği şekliyle pek bir anlam ifade etmemiş ama daha da önemlisi yaşamamışlar bu duyguyu, Kevin daha çok Anne-Marie’nin eseriymiş, zaten ilk adımı da Anne-Marie atmış, hayatın olağan akışında birbirlerine denk gelip toplumsal “görevlerini” yerine getirmişler sadece. Bunun yanında ailesine verdiği kıymeti başka hiçbir şeye vermiyor Antonio, eşine ve oğluna hiçbir şeyin yaklaşmasını, dokunmasını istemiyor, yemeğe çağırdığı Van Hamme dahil. Véronique’in hikâyesi daha açık, yakın arkadaşı Mathilde’le beraber verdikleri konserden sonra yerel gazetelere çıkmışlar, Mathilde yetenekli bir müzisyen olarak önce ülkeyi, sonra kıtayı dolanmaya başlamış ama Véronique o adımı atamamış bir türlü, küçük bir kasabada günlüğündeki arkadaşıyla konuşur hale gelmiş. “Ben bunun için yaratılmamışım Laure. Herhalde benim hatam bu: asla herhangi bir istekte de bulunmuş değilim. Belki de evet, bir seferinde, greyfurtların ayaklarının ucuna yükseldiğinde yakalayabileceğin yükseklikte yetiştiği bir ülkede yaşamak istemiştim. ama insanlar bana bir garip bakmışlardı. Greyfurtların yetiştiği ülke mi, gerçekten mi, demişlerdi bana.” (s. 17) Gözlerinde hüzünlü bir bakış, olmayanın yası sürerken o heyecanı tekrar yaşamak istediğini anlıyor Véronique, benzer bir “yükselti”yle karşılaştığı zaman, greyfurtların sunduğuna benzer, o zaman yaşadığını hissedecek. Antonio’yu düşünmeye başlamasının nedeni, Antonio’nun Véronique’i düşünmeye başlamasının nedeni, buğday tarlalarının denize doğru eğimi, rüzgârın uçurduğu saçlar, Mallard’ı hikâyenin neresine koyarız bilemiyorum ama âşık olma mevsiminin bir yerine tıkıştığına göre. Dallama bir işçidir bu, bir mevzuyla ilgili Antonio’yu kışkırttığı zaman sağlam bir dayak yiyecek, günü gelince intikamını alacağını söyleyecektir. Aldıysa da görmüyoruz, bir tek Antonio’nun sıkıntılarına şahit oluyoruz, Véronique’e neden tutulduğunu çıkarmak için olabilir, olmayabilir, sonuçta aşk en umutsuz durumu bile apaydınlık kılabilir.
Anne-Marie? Atölyede dikim işleri, geçim sıkıntısı yüzünden kriz geçiren yaşlı kadınları teskin etmece, yine de işin zor olduğunu düşünmeyecek kadar odaklı. Antonio varsa apaydınlık, âşık olmasa bile. İkinciye hamile kaldığını söylediği zaman işleri daha da çıkmaza sürdüğünü bilmiyor, Véronique’le arkadaş olduğu zaman neye yol açacağını bilmiyor, Antonio’nun huyu değişince neye yoracağını bilmiyor, kısacası görüsü kısıtlı ama kim düşünürdü ki aşkın yeşereceğini o çorakta, Anne-Marie sadece huzur istiyor ve sunuyor. Babasının doğum günü partisi, Antonio’nun fikri değil Véronique’i çağırmak, Anne-Marie arkadaşını da yanında görmek istiyor. Van Hamme bakışları yakalayıp şaşırıyor ama hiçbir şey söylemiyor, Antonio’nun dayak atma faslını, dalgınlığını, giderek kötüleyen işçiliğini bağlıyor sadece, izin veriyor ki kafa dinlesin adam. Partinin sonunda eve bırakmaca, belki ilk kez temas edecekler, tutuyor kendini Véronique. O kadar, ötesi için başka yaşantılar gerek. Tatilden sonra belki, ikisi de kaçınamazlarsa. Véronique ailesinin evine gideceğini söylüyor, deniz kıyısı, Antonio tatil planlarının dışına çıkarak aynı yere gitmelerini öneriyor Anne-Marie’ye, bir korkuya kök saldırıyor. Georges’un karavanını almışlar, kendi evlerini Georges’a bırakmışlar, henüz kıyıya gitmeyen Véronique evin önünden geçerken şöyle bir, Georges’a rastlayınca, eve girip fotoğraf albümlerine bakınca, Georges’un incecik imalarını anlayınca, olacak şey değil. Kimseye yapamaz öyle bir şey, ne Anne-Marie’ye, ne Kevin’a, ne Antonio’ya, fotoğraflardaki aileye dokunmayacak. Hızlı geçişler, Véronique eşyalarını toparlıyor, Antonio deniz kıyısında yürüyüp Véronique’e rastlamayı umuyor, Anne-Marie’ye ne yalanlar söyleyerek. Bir ay sonra, tatil bitince görecek artık Véronique’i, umudunu kesip ailesiyle vakit geçiriyor. Rastlamadığı daha iyi, huzur var içinde. Acı var, rastlasa dünya onundu. Anne-Marie’nin anladığını biliyor, arka arkaya yakılan sigaralar, mide bulantıları, hızla zayıflamak, uykusuzluk, eşi günden güne eriyor yanında.
Çok fena bir oyun oynamış Matmazel Chambon, öyle diyorlar, bırakıp gitmiş. Keman çalışını dinlemişti Antonio, büyüydü, kulakları anlamıyordu neler olduğunu. Hasat biteli epey olmuş, yol artık başaklara uzanmıyor, çamurlu bir renk kalmış geride. Emekli olsa aylık dört bin frank, kaç yıl çalışmak zorunda. Babası gibi meyve sebze ekecek, hayvan yetiştirecek ki geçinebilsin. Rüyadan uyanmıştır kısacası, önünde bıktırıcı bir ömür vardır. “Antonio dindirilmez bir titremeye tutulmuştu, boşu boşuna ovunup duruyordu, bu hiçbir işe yaramıyordu. Onu sarmakta olan soğuk, toprağın soğuğundan daha kötüydü. Kışın, bitmek bilmez bir kışın yokuştan aşağı yuvarlandığını görüyordu. Gece çökmeye başlamıştı. Biteceğini de sanmıyordu hiç.” (s. 102)
Karşılaşmanın, ayrılığın, ihtimalin romanı. Uzaktan görüyoruz karakterleri, iç dünya temsilleriyle var, yine de umudu, acıyı sezebiliyoruz. İyi romanın sezdireceği.
Cevap yaz