Yeni bir şey yok, neredeyse on yıllık metin zaten. Norveç’teki mahremiyet ihlallerinin ve gizliliği korumak için alınan önlemlerin anlatıldığı kısım ilginç, geri kalanını biliyoruz. Dave Eggers’ın Çember‘iyle başlıyor Løkke, romandaki açık dünyanın pek parlak gözükmesine rağmen gizin ortadan kalkmasıyla meta hayatlar ortalığa saçılır malum, günün her saati gözleniriz, gözlenmediğimiz an repütasyonumuz düşer, ağımızdakilerin paylaşımlarına tepki vermezsek tepki görürüz, yaptığımız seks kayıt altına alınır da yedi düvele yayılır, alkışlanırız, ne bileyim, yediğimiz her halt gözler önündedir. Çemberin dışına çıktığımız an ortadan kalkarız, bu yüzden analog bir yaşam sürmek zordur. Necati Tosuner bile Twitter’a girmeyi düşünüyor, gerçi üslubunu göz önüne alınca o mecra tam Tosuner’in kalemi de nasıl olacak, o kadar gözetlenmek isteyen biri de değil Tosuner, edebi kaygılarından ötürü girecek. Bu da bir tür muamma, nasıl görünürüz de görünmek istediğimiz gibi görünürüz? Göstermediklerimiz bir gedikse bir o kadar da görünmez miyiz? “İnsanlarda, söz konusu kişinin saklayacak bir şeyi olduğuna dair, pek de nedensiz olmayan bir merak uyanacaktır çünkü o kişi, sadece elektronik iz bırakmamak adına, bir sürü angarya işe katlanmayı kabul etmeye razıdır.” (s. 11) Personayı sürdürmek için paylaşırız, mesela üfürükten bir alıntıyla kitabın kapağını paylaşırım da, “Buradayım paşam,” derim, neden? Bakışa bir yerden girmek isterim, varlığımı orada da “kanıtlamaya” çalışırım, beğenilmek isterim ama o kadar, saçma sapan bir iki fotoğraf dışında bir şey yoktur bana dair. Sınırı oradan çizerim, bir dünya aptalca şey yazasım gelir de Sözlük’e dökerim, başka bir şeyi başka yere, izleri bir yerde toplamamak için birçok yerde bulunurum. Yorucudur, uzun süre bulunmam. Günde yarım saatten fazla vakit ayırmam bunlara, televizyonum gazetem yoktur, işe gidip gelirim ve bisiklete binerim, hayatım bu. Dünyanın en sıkıcı hayatı. Neyse, toplamam da bırakırım geride, Google orada burada bıraktığım izleri işleyip bana bir dünya reklam çıkarır, ekranımın bir yanını sanat sepet ürünleriyle doldurur falan. Bülent Somay’ın konuyla ilgili hoş bir kaydı var, bu kitabın büyük kısmını özetler. Tembel tenekeler için 11:27’de başlayan kısmı kısaca anlatayım: Somay diş ağrısı çeker, arkadaşlarına WhatsApp üzerinden yaşadıklarını anlatır, telefonla konuşurken de anlatır, ertesi günden itibaren implant, diş çekme, yapay damak ve kerpeten reklamları dönmeye başlar ziyaret ettiği dijital mecralarda. Böyle uygulamaları kullanırken neleri onayladığımızı bilmediğimiz için bütün verilerimizi veriyoruz, yılda 180 saatimizi bilgi metinlerini okumaya ayırmıyoruz çünkü. Gönüllüyüz bir de, 11 Eylül’den sonra çıkarılan, mahremiyeti yerle bir eden yasalardan kurtulmak isteyenlerin oranı %25’i bulmamış. Akademik bir dostumun anket sorularını cevaplamıştım bir süre önce, mevzu Spotify. Razı geldim ya bilgilerimin toplanmasına, eğer Spotify sevdiğim şarkıları önüme çıkaracaksa şarkı tercihlerimi bilebilir de diğer platformlarla paylaşamaz, onu istemedim. Yani bu bilgiler belli amaçlar için toplansın, sonra karşıma tuhaf biçimlerde çıkmasın, sanırım kıstastım bu. Sağlanabilir, zor değil ama hukuki önlemler alınmadığı sürece şirketlerle devletler arasındaki gizli anlaşmalar pinpon topu gibi oradan oraya fırlatıyor bizi, sonuçta tercihlerimizden ibaretiz ve bütün tercihlerimiz internet üzerinden erişilebilir halde. “Tam da bu yüzden, mahremiyete yapılan müdahalelerin gerekçeleri konusunda sıkı taleplerde bulunmak gerekmektedir. Müdahale ne kadar genişse gerekçeler için talebimiz de o kadar güçlü olmalıdır ve her türlü veri kaydı ve saklanması, ‘mümkün olduğunca az, mümkün olduğunca kısa’ ilkesi çerçevesinde yapılmalıdır.” (s. 13) Verimlilik iyidir ama mahremiyet daha iyidir, ne yaptığımızın bilinmesini istemeyiz. Belki bir noktadan sonra. Bir mekanda bulunduğumuzu paylaşırız da o mekandaki görselimizin paylaşılmasını istememek hakkımızdır. Düşünüyorum, süper bir mekanın girişinde “Burada olduğunuz sürece kayıt altına alınırsınız ve paylaşılırsınız” yazıyor. Mekanın süperliğine göre değişir tepkim, kabul ederim veya etmem. Rush konserine gittiysem kabul ederim de pilavımı başka yerde yerim.
Løkke önce Doğu Almanya’yla Kuzey Kore’yi gömer, Stasi’nin köstebek ağının genişliğine değindiği kısımda her elli vatandaşa bir ajan düştüğünü söyler, böyle bir kıskaçta anonim kalabilmek, izlenmemek mümkün değildir. Kuzey Kore’nin olayı bellidir zaten, orada birey yoktur, devletin dışına taşanın yaşam hakkı elinden alınıverir. Sonlara doğru Oslo’daki 1000 kameradan duyulan rahatsızlığı da aktarır, azın iyi olduğunu söyler de 1000 kamera çoktur ona, sırf Küçükyalı’mda bile bunun iki katı kadar kamera vardır muhtemelen. Çok gözlemleyen çok baskıcıdır, halk binlerce farklı açıdan görülür, takip edilir. “Özel hayat hakkının, ahlaklı davranan kişilere evrilmenin garantisi olmadığı ortadadır, ancak özel hayat hakkı, bireyin bütünlüğünün anlamlı bir şekilde korunmasının, ayrıca başkaları ile birbirimizi anlamlı bir biçimde etkilememizin de koşuludur.” (s. 21) Gözlemlenmediğimiz sürece kendimiz oluruz, mahremiyetimiz kişiliğimizdir. Ayrıca zaman üzerinde kontrolümüzün olmadığı ve olamayacağı da bir konsepttir benim nezdimde. Bundan altmış yıl önce Echelon uydu projesiyle Doğu’yu bir güzel izleyen Batı’nın kitle istihbarat programı yeni teknolojiyle birlikte fezaya çıkarken iş özelleştirilmiş, devlet şirketlerin topladığı verilere ulaşarak vatandaşlarını kontrol altında tutmaya çalışmıştır. Seçimlerle ilgili türlü katakulliler dönmüştür, terör saldırılarından sonra dijital özgürlükler kısıtlanmıştır, günümüzde de gudik yasalar çıkartılarak düşünce özgürlüğümüz darmaduman edilmiştir. Bazı hukuki girişimlerle kişilerin bilgileri dijital ormandan temizlenmektedir de Google’a yapılan 300 binden fazla başvurunun sadece %40’ı kabul edilmiş, uğraşmak isteyenler sonradan dava falan açıp işlerini görmüş olabilirler de bu tür platformlar işi yokuşa sürerler, uğraştırırlar çünkü bir kişinin verileri ortalama 12 dolar etmektedir, 100 bin kişinin verisi 1,2 milyon dolar eder ki daha fazladır bu muhtemelen, yani internete saldığımız bilgiler öyle kolay kolay yok olmayacak. İşin maddi boyutu bu, internetten önce sayısız cadı avı gösteriyor ki ideolojinin tokadıyla karşı karşıya kalabiliriz her an. McCarthy olsun, J. Edgar Hoover olsun, yakın zamanda ortaya çıkarılan insanlık dışı sorgulama tekniklerinin memleketi ABD’de liberal politikaların kolaylıkla patlayabileceğini göstermişlerdir. Snowden’ın başına gelenler son halkadır herhalde, devletin yetkilerinin genişletildiği sıralarda bazı yasa dışı işleri ortaya çıkaran Snowden bugün Rus vatandaşı, ilginç.
Şöyle denebilir: Kayıt altına alınmamız büyük ölçüde bizim suçumuz, eğer suç olarak görüyorsak bunu. Polislerin üzerine yerleştirilen kameralar ABD’de polis şikayetlerini ve polisin işlediği suçları büyük ölçüde düşürmüş, bu işin iyi kısmı gibi gözükse de kameraların amacı değiştirilebilir, elde edilen veriler farklı amaçlar için kullanılabilir, bunun engellenebilmesi için meselenin çok sağlam tartışılması ve sağlam kanunlarla açıklanması gerekmektedir. Norveç’te gizli servisin etki alanını yayma çabaları büyük tepki görmüş mesela, bu servisi kontrol edebilmek için bir komisyon kurulmuş da servisin ve iştiraklerinin bütçesi iki milyar kron, komisyonunki on milyon krondan biraz daha fazla. Haberler çıkıyor işte, şirketler bazı şirketlere, politikacılara, yetkili abilere milyon dolarlar aktararak at koşturmaya başlayabiliyor, rüşvet her kapıyı açıyor. Denetlemek için güç lazım, halkın sesini çıkarması lazım ve has yöneticiler lazım. Para güçlü olduğu müddetçe izlenmemeye dair pek umudum yok ama gelecek nesiller bir şeyleri değiştirecek elbet. Kısacası biz kameramıza bant yapıştırmaya ve telefonumuzla aynı odada bulunmamaya dikkat edelim.
Cevap yaz