Douwe Draaisma – Düş Dokumacısı

Düşlerle ilgili kitaplardan uzak dururmuş Draaisma, denk geldiği iki tür kitaptan ilki rüya tabirleri, diğeri uykunun dinamiği hakkındaki bilimsel kitaplar. İlki zaten rüya tabirleri, “osur osur ipe diz” tarzındadır, ikincisinde REM olur, EEG’deki dalgalar olur, düşün başlayıp bitmesiyle ilgili süreç olur, düşlerle ilgili pek bir şey olmaz. Draaisma kendi düşlerinden de etkilenmemiş pek, kısa süre önce körlerin gördüğü düşler soruluncaya dek. Görsel imgeler bulunur mu, koklama ve dokunma mı ağırlıktadır, neydir? 1838’de Alman bir hekim körler yurdunda kalanların anlattığı düş deneyimlerini toparlamış, şöyle özetlenebilir ki sandalyenin rengi değil, şekli var düşlerde, şekiller var, REM denen hızlı göz hareketlerinin körlerde olmayacağı düşünülürmüş ama onlar da gözlerini oynatıyorlar. Draaisma bulduğu bilgileri arkadaşına verdikten sonra düşünmeye başlamış, zaten böyle metinlerin ortaya çıkmasının yollarından biri zekice sorularla karşılaşmaktır, hemen araştırmaya başlayıp çeperi genişleterek düşlerin, düşlemenin önemli bir bölümünden oluşturmuş metnini. Freud var elbet, onun ayarındaki Frederik van Eeden’ın bulguları var, düşlerin 1953’ten itibaren bilim dünyasının gerçekten ciddiye aldığı bir alan haline gelmesinde bu iki bilim insanıyla birlikte onların yollarından giden araştırmacıların da emekleri büyük. Düşlerle ilgili bilimsel veriler tamam, bunun yanında neyin düşlendiği, uyku felcinin ne olduğu, erotik rüyaların derinlikleri araştırma konusu olarak değerlendirilmemiş o kadar, Draaisma el atmış. Her bölümde, beyin ve düşler üzerine genel bilgilerin yer aldığı “Düş Dokumacısı”nda olduğu gibi konuyla ilgili hikâyelere de yer veriyor, 1932 yılı Nobel Ödülü’nün sahibi nörofizyolog Charles Sherrington emekli olduktan sonra araştırmalarını sürdürmüş, uyuyan kişinin -“uyur” diye çevrilmiş- uyanma anında beyninde ve omuriliğinde bol ışıklı işlerin döndüğünü görüp “bol mekikli bir dokuma tezgâhı”na benzetmiş görüntüyü. Ölümünden bir yıl sonra, 1952’de Eugene Aserinsky ortaya çıkarmış ki uyurun beyninde de ışıklar yanıyor sanki uyanıkmış gibi, düşler işi devralıp yine çalıştırıyorlar beyni. Freud araştırmalarında gizli düşle görünür düşü ayırıyor, birini diğerine dönüştürürken bilinç devreye girerek filtreleme yapıyor, sansürcü çalışıyor, böylece düşler unutuluyor veya yorumlanabilir ögelere bulanarak işlenmiş halde hatırlanıyor. Freud 1911’de Düşlerin Yorumu‘nun erotik düşlerle ilgili bölümüne bir paragraf daha ekleyerek düşlerin çoğunun cinsel bir dileği vurguladığını belirtmiş, analiz pratiğinde sabit ifade aracı olarak merdiven var, kravat var, suyun bulandığı nokta. “Gerçi simgelerin listesi ne denli kapsamlı olursa olsun analitik yorumlamanın yerini alamıyordu. Bunlar düşün yalnızca bir kısmını aydınlatıyordu; gerisinin, o zeplinin bu bireyin gizli erotik düşü mü yoksa zeplinle ilgili görülmüş bir düş mü olduğunun saptanması içinse yine bir uzmanın yardımına gerek duyuluyordu.” (s. 27) Zahmetsiz, mutlak değil, en kısa yolu sembolize eden “kral yolu” yok bu konuda, zaten Freudcu düş yorumlarının formülizasyonuna “uyan” rüyalar da görmüyor uyurlar çünkü bu formülü bilip rüya görmekle bilmeyip rüya görmek arasında da fark var, Draaisma’ya göre çıplaklık ve sınav düşleri psikanalitik düş kuramının gerçekten doğru olup olmadığını ortaya koyan en önemli iki düş grubu. Çeşitli yöntemler deneniyor tabii, denenirken simyacıların kimyayı inşa etmeye başlamasıyla benzer bir durum çıkıyor ortaya, Hans Berger’in ruhsal enerjiyi araştırırken ilk EEG kaydını alması misal. Berger süvari olarak orduya yazılıyor, talim sırasında attan düşüyor, hemen yanından geçen bir arabanın altında kalmaktan kıl payı kurtuluyor. O güne kadar hiç telgraf almamış, o akşam babasından telgraf alıyor, iyi olup olmadığını merak etmişler. Ablası kazanın olduğu anlarda huzursuzlanmış, işkillenen Berger hemen “bir çeşit beyin aynası” bulmak için çalışmalara başlamış. 1924’te beyinden ilk kez elektrik sinyali almış, sonra tümör, epilepsi, narkoz ve uyku gibi etkenlerin EEG’de değişikliklere yol açtığını bulmuş ama aynayı bulamamış bir türlü, çalıştığı üniversitede marjinal bir tip olarak görülmüş. Dünyanın öbür ucunda Eugene Aserinsky’nin aklına bütün gece EEG kaydı almak gelmiş, deneğinin gözlerinin fıldır fıldır döndüğü sırada grafik kâğıdında hışır hışır gidip gelen kalemlerin sesini duymuş, böylece REM’i keşfetmiş ve hareketlerin düşlerle ilgili olduğunu çıkarmış ortaya. Uykunun sırf bu sürecinde rüya görülmese de düşlere giden “kral yolu” REM süreci. Draaisma düş araştırmacılığının tarihçesini de tutuyor görüldüğü üzere, nitel araştırmaları da es geçmiyor. Rüyada görülenlerle ilgili bir araştırmanın sonuçları: “Kadınların düşlerinde renklere atıf erkeklerinkinin iki misliydi. Erkekler kadınlara göre iki kat daha fazla parayla ilgili düş görüyordu. Kadınların düşlerinde genelde daha fazla kişi oluyordu.” (s. 42) On yıllık aralıklarla yapılan araştırmalardan ilginç sonuçlara ulaşılabilir, deneyde kullanılan grupların niteliği olabildiğince sabit tutulursa 1980’lerde görülen düşlerle 2030’da görülen düşlerin kıyasından ilginç sonuçlara varılabilir ama işler giderek zorlaşır sanıyorum, beslenme alışkanlıklarıdır, hava kirliliğidir, önemli farklara yol açabilir.

Düşte görülenlere gelirsek, eh, kabusların unutulması daha zor olduğu için oraya gidiyorum. Korku filmlerindeki sisli puslu ortamlar yok kabusta, berraktır, en azından gördüğüm tüm kabuslar öyleydi. Atın teki çıkıp baktı mı gardıroptan, üstüme bir iblis oturdu mu bilmem, sanmıyorum, oysa Fuseli’nin meşhur tablosundaki manzara gerçek gibi geliyor bana. Halk hikâyelerinden gelmiştir o figürler, bizde muadilleri vardır, at gelmez de keçi gelir mesela, ne bileyim. Araştırmalar yapılmış kabuslarla ilgili, mustarip olanlar laboratuvar ortamında mışıl mışıl uyumuşlar, yalnızca bir hasta kabus görmüş yine. Mekân o kadar önemli, yastık önemli, çevre faktörü önemli kısaca. Uykudan uyandıran kabusun gerçek kabus olduğuna dair iddialar tartışmalı, kurtulamayabiliriz, uyku felci olabilir mevzu, karışık. “Uyku terörü”nden mustarip olanlar feryat figan fırlayabilirler yataktan, kendilerine gelemezler. Şu da var, felç akut bir tehlike hissini doğurduğu için muhtemelen düş kaynaklı sanrılar çıkıyormuş ortaya, yaklaşan ayak sesleri duyabilirmişiz, yatak odasının kapısı açılabilirmiş, yaklaşan bir karaltı görebilirmişiz, korku filmlerinde bunların gerçek olabilme ihtimali yüzünden ele geçirilen çok karakter gördüğümüz için kafamız iyice karışabilir ama bilimsel açıklama ortada. Uyurgezerlik tuhaf bir fenomen, bir iki saatlik uykudan sonra kritik bir eşik geliyor, REM evresi esnasında hareket sistemimiz büyük oranda devreden çıkıyor ama oraya varamadığımız sırada, uykumuz da uzun ve derinse yallah ayağa. Çoğu erkek olan uyurgezerler babalarından alıyorlarmış bu özelliği, dört kuşaklık araştırmalar yapılmış. Uyurgezerlerin ileriki yaşamlarında ruhsal ya da duygusal bir sorun yaşama olasılığı uyurgezer olmayanlarınki kadar. Alkol, kaygı, gerilim, aşırı yorgunluk ve REM uykusunu bastıran ilaçlar uyurgezerlik olasılığını yükseltiyor. “Yataktan kalkmalarına yol açan, bir öykü değil, her seferinde düş görenin mağdur olduğu, çoğun saldırganlık içeren kopuk bir görüntüdür. Başkaları da girmişse düşe, bunlar hemen her daim tanımadıklarıdır. Düşünde haykıran bir kadın, elindeki ölümcül virüslü bir tüpü düşürüp kırmış olduğunu; uyuyan sevgilisini sürüklemeye koyulan bir adam kadının tehlikede olduğunu; odadan kaçmaya çalışan bir kadın düşünde duvarların birbirine doğru gelmeye başladığını gördüğünü söylemiş; bir delikanlı oturma odasına koşup elindeki tereyağ kabını bomba olduğu düşüncesiyle pencereden atmıştır. Ne var ki düşle eylem arasındaki böylesi bağlar istisna olarak kalır ve böyle düşleri olunca, bellek kaybı uyurgezerler için büyük bir nimettir.” (s. 192)

Düş nedir, nerede bulunur, meraklıları kaçırmasın. Televizyonun renkli yayına geçmesiyle düşler de renklendi mi, bakın mesela.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!