Diego Zúñiga – Camanchaca

Ford’un ve Honda’nın hikâyesi yok, BMW’yle Neno Amca öldürülmüş, son araba yine Ford, Atacama Çölü’nü geçiyorlar. Anlatıcı (bundan böyle A) babasıyla yolculuğa çıkmış, arkada babasının eşi ve oğlu -babasından değil bu oğul- kıtanın bir yerinden diğer yerine gidiyorlar, çok önemli değil. A kadınla konuşmuyor, oğlanla hiç konuşmuyor çünkü dişleri döküldü dökülecek, durmadan kanıyor, babası A’yı uyardığı zaman oğlan bir şey söyleyip kahkahalarla gülmeye başlıyor. Ne söylediğini bilmiyoruz ama kanayan, döküldü dökülecek dişler mevzubahisken kahkaha attığına, Zúñiga sırf böyle küçük şeylerden büyük duygular çıkarmayı bildiği ve öfkeyi tertemiz geçirebildiği için oğlanla konuşmayan A’ya hak veriyoruz. Çocuğun yeni elektronik aletleri başka bir öfke, baba almış. A’ya almamış, pek bir şey almıyor, parası yok. A üniversiteye gidecekken de yoktu, bu yüzden burs kovalamak zorunda kaldı çocuk, buldu, yemek kuponlarıyla idare ediyor ve her ay yatan parayı yemeğe ayırmak zorunda kalıyor, başka bir şey alamaz. Annesi evden çıkmıyor, A dört yaşındayken babayla ayrılmışlar ve Santiago’ya taşınmışlar, baba yeni ailesiyle Iquique’de yaşıyor, iş için yolculuğa çıktığı zaman ara sıra A’yı da alıyor, öyle görüşüyorlar. Bu son yolculukta A’nın yanında bir liste var, marka kıyafetler alınacak. Baba almaya niyetli değil. A istemeye niyetli değil. Anne istiyor, telefonda sorduğu başka bir şey yok, A bu yüzden annesini aramak istemiyor. Dişleri yerinde ama babası dişçiye götürene kadar kanlı diş macununun tadını ezberleyecek. Babasının yeni eşinin adı Nancy, dişleri kusursuz. Annesinin dişleri dökülmüş, üst dişlerini takıyor ama alta bir şey takmıyor, uyutmuyormuş. Amcayı baba öldürmüştü, ne oldu, anneyle baba ayrıldıktan sonra ne oldu, bunları parça parça öğreniyoruz, parçalar birbirine ekleniyor veya eklenmiyor, A bize her şeyi kesinlikle anlatmıyor çünkü sessizliklerle kuşatılmış gizemden başka bir şey yok elinde, ne öğrendiyse bambaşka zamanlardan ve yerlerden çıkıp geliyor, A bunları bir araya getiremediği için metnin kendi bildiği kadar, kendi bildiğince tüm olması makul, mesela Yalova’daki evi nasıl kaybettiğimizi bilirim ve bilmem: Babama evi kiraya verdiğimizi neden söylediğimi bilmiyorum, babamın beni oturtup mevzuyu anlatmamı istemesini hatırlıyorum ve anlatmamı istemesinin nedenini neredeyse otuz yıl sonra öğreniyorum, hemen annemi arayıp bağıra çağıra konuştuğunu neredeyse otuz yıl öncesinden biliyorum, duymuştum, ödüm kopmuştu, annemin şu an oturduğumuz evin payı yerine Yalova’daki evi verdiğini depremden biraz sonra öğrenmiştim, evin tepemize yıkılmadığına şükretmek aklıma gelmemişti, babamın neden öyle ve annemin neden böyle davrandığını farklı zamanlardan biliyorum, farklı duygulardan bilmiyorum çünkü hiç değişmediler, her şeyi bilmediğimi biliyorum ve ötesini sormuyorum, cevaplarla ne yapacağımı bilmiyorsam hiçbir şey öğrenmiyorum, ömre yayılan kinden çok korkuyorum ve bunun ne kadar çürütücü bir şey olduğunu görmüyorum artık, her şey için çok geç, her şeyi bilmek zorunda olmadığımız için o boşlukları doldurmaya çalışmıyorum, babamın oğluna -babamdan değil bu oğul- aldığı Discman’i görünce üzüldüğümü, yemeklerini masada hep beraber yediklerini görünce şaşırdığımı, ailenin ne demek olduğunu bilen insanların yanında ne yapacağımı bilmediğimi anımsıyorum ama bunlar başka bir hayattandı, bir su damlasının diğerinden ayrışması gibi ayrışan hayattan, tesirini hissedemediğim ve anlamını yitirdiğim.

A’nın annesini tatmin ettiğini biliyorum çünkü anlatıyor bir yerde, ev buz gibi olduğu zaman birlikte yatıyorlar da bir gece annesi A’nın elini uyluklarına götürüyor, A ıslaklığı hissediyor, annesi arkasını dönüp horlamaya başlıyor, A bunu bilmemizi istediği için mi anlatıyor, bunca parçayla ne yapacağımı, parçalar birleştiğinde ve açıyı doğru ayarladığımda kendimden başka bir şey görüp görmeyeceğimi bilmediğim için tedirginim, okumaya devam ediyorum, bir şeylere üzülmem gerektiğini seziyorum, bir şey batıyor ama nereye, hangi kısmın hangi kısmıma denk geldiğini çıkaramıyorum, aile faciasının ansızın belirmesinden korkuyorum ve faciaların ardı arkası kesilmeyince, A iki zaman çizgisinde de apaçık anlatınca yaşananları, apaçık anlatmayınca boşlukları, babamın beni kaçırdığını bu metinde göremeyince huzursuz oluyorum ve olmuyorum, okura bırakılan boşluğa şükrediyorum. Birkaç sır var, Neno’nun ölümünü A’nın dedesi anlatmıyor, mevzu ne zaman açılsa susup konuyu değiştiriyor ve en sonunda konuşmamaya başlıyor A’yla. Yehova’nın en hakiki mürşitlerinden olan dedenin kutsal kitabı okuyanlara derin bir muhabbeti var, başka bir uğraşı yok. Muhabbet, yaşam kaynağı. Torununun kutsal kitabı okuduğunu duyunca -okumuyor- seviniyor, şahitlerden birinin ziyaretiyle havalara uçuyor, onun dışında evde pineklemekten başka yaptığı bir şey yok. Eşi öldüğü zaman gelinini çağırmış, A’yla birlikte geri döner miymiş, dönmezmiş çünkü yemin etmiş bir kere, dolandırma hikâyesini bölümlerden birinde görüyoruz. Babasına sorsun A, o kadar yolculuk yapıyorlar ama kadın ve oğlu bir an yalnız bırakmıyorlar adamı, hiç görmediğimiz büyük oğlan geçmişte A’nın annesini arayıp “kevaşe” demiş, annesini rahatsız etmesinmiş artık. Daha ne yıkıntılar var, maksat hepsini saçıp dökmek olmadığı için devam: A zar zor okur, büyür, üniversiteyi de bir şekilde halletmeye bakar, gazetecilik okumaya başladığı zaman annesinin tepkisini çeker çünkü annesi oğlunun hukuk okumasını istemektedir, gazeteciler ya aç kalmaktadır ya kurşun yemektedir ki ortadan kaybolan insanlar bu metinde de söz konusudur, tıpkı Şili’yle ilgili çoğu metinde olduğu gibi. Bir mikrofon, bir kayıt cihazı, A o çok sevdiği spor spikerleri gibi maç anlatmaya hazır. Birkaç denemeden sonra annesini kayıt altına almaya başlıyor, hikâye burada zenginleşiyor. Anlattıklarının hepsi yalan, hepsi doğru, susmadığı zaman. Neno ailesinden kaçacağı zaman baldızından yardım istemiş, birlikte güneye kaçarlarmış da anne dönermiş sonra. Baba arabayla öldürmüş kardeşini, bu kadarcıktan çıkacak hikâyeler bu metin gibi kaç tanesini doğurur bilinmez. “Benim bilmediğim birçok şey olduğunu, bana yalan söylemenin onun fikri olmadığını, büyükbabam ve büyükannemle bir anlaşma yapmış olduğunu söyledi. Ve bana hikâyeyi anlattı. Ayrıntılarıyla. Sessizliklerle. Sonraki günler Neno Amca’mdan bir daha bahsetmedik. Sonraki günler kimsenin anlatmak istemeyeceği başka bir hikâye ortaya çıkacaktı.” (s. 20) İyi kurulamamış bir yalan, belki sessizlikten sızan gerçeklik, hikâyeyi ne çarpıttıysa metni parçalayan da o. Çocukluğa dair hemen hiçbir şey yok, birkaç fotoğraf hariç. Baba okul parasını vermiyor, aslında hiç para vermiyor, aldığı üç beş kıyafetin yıl boyunca giyilebileceğini düşünüyor. Yemek fişleri birkaç hamburgeri, ıvır zıvırı karşılıyor ancak. A’ya almaya söz verdiği kitaplardan üç tanesini alıyor sadece, eliyle şöyle bir tartıp iyi kitaplar olduğunu söylüyor. Kitabı ele alıp tartmak. A’nın dayısı bir gün ortadan kaybolmuş, askerlerin kaçırdığını ve uzak bir yere -belki yakın, ne fark edecek- gömdüklerini düşünüp peşini bırakmışlar, adam yirmi yıl sonra ortaya çıkmış ve eşini sevince boğmuş ama kısa sürmüş bu, başka bir yerde ailesi varmış. Eşi intihar etmiş o gece, adam bavulunu toplayıp gitmiş. A çok kiloluymuş, abur cubur yediği için dişleri çürümüş, yemek fişleri yüzünden, babasının kayıtsızlığından, annesinin sefilliğinden, Güney Amerika’nın boylamasına yollarından, bildiklerinden, bilmediklerinden, söylenmeyenlerden, söylenenlerden, çöl sisleriyle çevrili yaşamından kendi de çürümüş.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!