En iyi hikâyeler: kasabaya biri gelir, kasabadan biri gider ya da kasaba yıkılır, klişe doğru. Her Şey Kaybolmadan Önce, sular altında kalacak bir kasabanın insanları kişisel tarihlerinin ve kasabanın tarihinin harmanıyla güzeldi. İzole bir mekan, insanların yaşantıları yoğun, karakterler birbirine dolanmış dallar. Erkmen’in tercihi böyle bir yapı, kasaba yerine Sarıyer civarında bir ev, derinlemesine incelenecek bir aile, zamanda geliş gidişlerle ortaya çıkacak hikâyeler, genişleyecek bir anlatı, iyi. Dış katman bu, içerilere doğru ilerledikçe her karakteri ayrı bir katman olarak göreceğiz, bazıları teğet de bazıları çok uzak birbirine, mesafe aşılacak gibi değil çünkü kopukluk ülkenin sosyolojik yapısından alıyor kaynağını, bireyin ekonomik, psikolojik nedenlerden ötürü bir diğerinden kopamamasına dek kişiselleşiyor, atmosfer boğucu kapalılığıyla çıkış imkanı tanımıyor ki evin etrafındaki sık aralıklı ağaçlar iyi bir sembol. Ayla, beş çocuğun annesi araziyi kapamıştır önce, kendine ait bir bahçesi varsa diğer her şey gibi eşine borçludur, eşine borçlu olduğunu düşünür en azından, herhangi bir dayanışma biçimini deneyimlemediğinden gönüllü köleliğe muhtaçmış gibi duyumsar kendini. Erkmen bu ailedeki her ilişkilenmeye değinir, Ayla’yla eşi Nevzat’ın arasındaki şiddet dolu ilişkinin temellerine kadar inecektir de başlangıçta Yaprak’ın kardeşlerini eve topladığı zamanla, annenin yitirilişinden kısa süre sonrasıyla açar sahneyi. Dağınık kronoloji, parçaların birbirine eklendiği noktalardaki kilit olayların bir başka parçayı nasıl etkilediğini gösterecektir, mesela bahçedeki büyük ağacın önemini anlatının sonuna doğru görünce başlara dönüp Yaprak’ın bölümünde aynı ağacı arayabiliriz, belki bir gönderme buluruz da bazı şeylerin neden şey olduğunu anlarız. Gerçi oyuna hiç başvurmamış Erkmen, klasik anlatının dışına bir adım olsun çıkmamış. Uç noktalarıyla dahi tipik bir hikâyenin biçimi, içerikle uyumlu. Sütçü de benzer bir yapıya sahipti, bu yüzden çoğu okur üslubun aşırı tekdüze ve boğucu olduğundan şikayet eder de İrlanda’nın o döneminde kadın olmanın anlatımı öyle bir sıkılığı gerektirebilirdi, gerektirirdi ve gerektirmiş, iyi bir tercih o üslup, Erkmen’inki de benzer bir iyilikte. Hikâye tipik de sert gerçekçiliği, karakter tahlilleri çok başarılı, tansiyon yavaş yavaş yükselirken davranışların altında yatan koşullanmalar açığa çıkıyor da tahtını yitiren Ayla’nın öfkesini, gücü eline geçirmeye başlayan Yaprak’ın annesine karşı duyduğu öfkenin yüzeye çıkmasını hastalık çerçevesinde görüyoruz. Ayla altına yapar, yemek yiyemez, tedaviyi uzun zaman sürdürmesini sağlayan katılığı yitirir de ölümü dile getirir ilk kez, Yaprak “anneciğini” yaşatmaya çalışırken öfkesini bastırmaya çalışır, bazen de çalışmaz. Eleştirilecek noktalardan biri belki, Erkmen buzsoğuk anlatımını hiç değiştirmediği için Nevzat’ın Ayla’yı bir başkasına becertmesiyle Yaprak’ın Ayla’ya duyduğu hisleri aynı sesle anlatır, mesela Yaprak’la kardeşlerinin konuşmaları da bu sesten ibarettir, sanki bir kukla tiyatrosu izlenmektedir de kuklacı da görünmektedir, roman laboratuvar ortamında oluşturulmuştur da o steril ortamın kokusu sinmiştir metne. Müthiş analizlerin yanında müthiş bir kontrol isteği, bu isteğin yol açtığı kalabalık. “‘Ben hangi odada kalacağım hâkime hanım? Uyuyacağım’ dedi. Hâkime hanım diyerek ablasının gönlündeki yerini bir tüzel kişilik personasına alçalttığını belli ediyordu.” (s. 80) Kanımca bu ikinci cümlenin lüzumu Yaprak’a bağlanabilir, Ayla annelik yapmaya, daha doğrusu zaten bilmediği sevgiyi göstermeye pek gönüllü olmayınca annelik rolünü devralan, ailedeki tersliği ve soğukluğu küçükken keşfedip kendini güvenceye almak için insanları çözümlemeye başlayan, ardından bu yeteneğini hukuka aktaran Yaprak bu tür düşüncelerini serbest dolaylı anlatıcıya aktarabilir de aynı tekrarları, açımlayıcı cümleleri diğer karakterlerin anlatıldığı bölümlerde de buluruz, sorun bu.
*Spoiler!*
Mesafelerin gerekçeleri çok sağlamdır, genelden özele gidelim yine. Ayla tam bir Cumhuriyet projesidir, misyonu bellidir, aydın kadınlardan birine dönüşüp sorumluluk alacak ve çalışma alanlarında en iyisini yapacaktır. Fakültede kalarak profesörlüğe doğru ilerlerken çocuklarını da kaskatı bir tavırla yetiştirmeye başlar, çocukluğundan itibaren sevgiye dair bir şey görmediği için görevden fazlasını bilmemesi köksüz, kolaylıkla zehirlenebilir ilişkiler kurmasına yol açar, çocuklarına annelik yapamaz da rolünü Yaprak’a verir. Toplumsal baskıyı derinden hisseder Ayla, annelik rolünü devretmesindeki bir diğer etken Nevzat’ın sadistliğidir. Bir başka eleştiri: Yaprak’ı doğumundan itibaren tanırız, Ayla’yı gençliğinden beri biliriz, diğer çocuklar ara ara ortaya çıksalar da nasıl bir ortamda yetiştikleri malumdur da Nevzat’ın psikolojisine dair nüveler eksiktir. Giresun’un köyünde doğar, babasını yitirir, Darüşşafaka’da okur, kaptanlığa başlayıp ülke ülke gezer de Ayla’yla tanıştıkları gençlik yıllarındaki eril nazikliğinin korkunç bir gaddarlığa nasıl dönüştüğü perde arkasında kalır. Kadınların çarpık ilişkileri tamamdır da Ayla’yı mahveden adamın dönüşümüne veya gizinin açığa çıkmasına nelerin sebep olduğu muammadır. Nevzat karakterliğe terfi edemez, tip olarak kalır çünkü Ayla’nın sevgi olarak görmeye teşne olduğu yakınlığının nedeni de belirsizdir. Olumsuz anlamından muaf olarak düşünelim, hayvanlık. Zümrüt yaban arısı adeta, bu hayvan boğuştuğu hamam böceğini hacamat eder, kuytuya çeker, yumurtasını avının bedenine yapıştırıp arazi olur. Larva yapıştığı bedeni içten dışa doğru yiyerek bitirecek, büyüyecektir o sıra. Nevzat işi gereği aylarca yoktur, ortaya çıktığı zaman Ayla’yı hamile bırakır ve tekrar yollanır denize, döllediğinin kendine ait olduğunu tasdikler. İlkel düzenin yürüdüğünü gördükçe gülen yüzüne aldanır Ayla, eşinin kendisine şefkat ve sevgi gösterdiğini düşünür. Yanlış değerlendirmeleri yüzünden Yaprak dışındaki çocuklarının yaşamlarını da kötü yönde etkileyecektir, neyse ki bir ikisi Nevzat’ın ölümünden sonra kişiliklerine kavuştukları için kurtulurlar denebilir. Yaprak’la kardeşleri arasındaki tartışma bu yüzden çıkar çoğun, en büyük kardeş olan Yaprak’ın anneliğini hiç düşünmeyen veya kabul etmeyen kardeşler dul kalan Ayla’nın görece neşeli zamanlarında büyürler, o sıra Yaprak yatılı okula yollanmış, ardından Ankara Hukuk’ta okuyup evden yıllarca uzak kalmıştır, travmalarını yaşadığı zamanda çakılı kalması normaldir zannediyorum. Geçmişler bir noktadan sonra farklılaşmıştır, kopuşa bunu da eklemeli.
Açık sayılabilir belki, ipin koptuğu gece Nevzat yine seferden dönmüştür de bir iş çevirmektedir, bahçeye dikilecek olan ağacın toprağına gizlice getirdiği ve ne olduğunu Ayla’ya söylemediği birkaç zımbırtıyı gömecektir. Dediğine göre yasa dışı işler çevirmiş, ortaklarıyla birlikte bir şeyler yürütmüştür veya kaçırmıştır, olan olduktan sonra -spoiler vermemek için elimden geleni yapıyorum, yine de verirsem yazıyı okuyan kusura bakmasın- ortaklar hiç mi aramamıştır saklanacak şeyleri? Muallak, aile uzun bir süre o evde yaşamaya devam eder, çocuklar büyüyüp kendi yaşamlarını kurarlar, bir Ayla ve Yaprak kalır evde ki sağlığı bozulan Ayla’nın son yılları hapishaneye dönüşecektir o ev. Kendi kurduğu hapishanede hapsolmuştur Ayla, nadiren hissettiği yakınlıklar da o evle birlikte yıkılacaktır. Aynı geceye dönelim, Ayla bütün uzaklığı aşıp Yaprak’a sarılmak ister de yılların yükü ağırdır Yaprak’a, annesinin ani yakınlığından ürker, kadını itiverir. Sarılacak kimsesi yoktur annenin, cılız çabalar da kâr etmez. Bir kez çarpık kurulan düzelmeyecektir, aslında hikâye bu açıdan Nelyubov‘a çok benzer. O sevgisizlik. İtme, sağlıklı ilişki kuramama, yaşamın uzunca bir çürümeye dönüşmesi. Ayla onca ağaca gözü gibi bakar da onlara zincirlendiğini bilmez, çocuklarına bakmadığı halde nihayet onlara zincirlendiğini anlar üstelik.
Eleştirilir, tartışılır, her iyi roman gibi. Erkmen’in metinleri sayısız iple bağlanmış sanki, çözmenin çekiciliği var.
Cevap yaz