Barry Strauss – Spartaküs

Satır ve şişelerle silahlanmış 74 kişinin çıkardığı basit bir hapishane isyanı Roma’nın en büyük köle ayaklanmasına dönüşmüş. O sıralar 1,5 milyon köle var İtalya’da, Spartaküs’ün ordusu en kalabalık zamanında 60 bin kişiye ulaşmış. Gladyatörler, şehirlerdeki, kolonilerdeki köleler, denizlerdeki korsanlar, Roma’nın düşmanları bu ayaklanmaya çoğunlukla katılmamış, nedenlerden biri yükselme arzusu zannediyorum. Köleler bağımsızlıklarını elde edip kolay yoldan para kazanarak unvan satın alabiliyorlardı, bunun hayaliyle maceraya atılmak istememişlerdir ki gıda naklini kesintiye uğratan “barbar” isyancılara sağlam laflar hazırlamışlar. Sonlara doğru İtalya’nın güneyinde Kilikyalı korsanlarla pazarlık yapan, onlara rüşvet veren Spartaküs’ün planı işleseydi korsanlar isyancıları Sicilya’ya, kısa süre önce en büyük köle isyanlarının patladığı yere geçirecek, Roma’nın morali iyice bozulacak, aylardır Spartaküs’ü kovalayan Crassus’un işi iyice zora girecekti, olmadı, Sicilya valisi Gaius Verres’in daha fazlasını vadetmesiyle korsanlar basıp gittiler. Trakyalılar, Keltler, Germenler uzakta, İspanya’daki savaş kaçak bir hükümet kuran komutan Sertorius’un tepelenmesiyle bitmek üzere, Roma’nın dört cephesi kapandı kapanacak, üstelik demire karşı tahta ve deri, nasıl olacak? Cicero, Varro ve Iulius Caesar değiniyorlar, aynı dönemde yaşadıkları için en azından Spartaküs’ün gerçek olduğunu biliyoruz, efsane değil. Sonraları Plutarkhos ve Appianos da yazmışlar, gerçi yazdıklarından çok azı bugüne ulaşabilmiş ve metinleri tamamen gerçeği yansıtmayabiliyor, Strauss’un ayarları düzeltiyor biraz. Tahta ve derinin demire üstün geldiği durumları anlatırken savaşların yapıldığı topoğrafyayı, coğrafyayı aktarıyor, savaş taktiklerinden bahsediyor, Spartaküs’le birlikte savaşan askerlerin, dönemin insanının psikolojisini açıklıyor. Spartaküs’le ilgili doğrudan bilgi azsa o dünyaya dair bilinenlerin ortasına oturtuyor karakterleri, karanlık dağılıyor. Koestler’ın Spartaküs’le ilgili romanını okurken aklıma yatmayan iki şey vardı, baldırıçıplakların kazandığı zaferler büyüdükçe bu adamlar özgürlüklerine biraz daha yaklaşıyorlardı, sonuçta amaçları Roma’nın bütün kölelerini özgür bırakmak değil, kendi özgürlüklerini kazanmaktı, öyleyse fırsat varken Alpleri neden geçmediler? Strauss’a göre bütün mevzu Roma’yla ilgiliydi, bağımsızlıkla ilgili değil, bu yüzden isyancıların önemli bir kısmı tekrar güneye dönmek istediği için evine dönemedi Spartaküs, adamlarını bırakamadı. Kontrolü zar zor sağlıyordu, hayatını kaybedeceği savaşta saldırmayı düşünmediği sırada hücuma geçen askerlerini yalnız bırakmamak için bütün ordusunu Roma’nın gördüğü en düzenli ordulardan birinin üzerine salmıştı, kardeşleriyle beraber ölmek kahramanlıkların en büyüğüydü. Yıllardan beri kaçındığı kafa kafaya savaşa nasıl girdiği ikinci mesele, burada Crassus faktörü devreye giriyor. Deneyimli komutan güneyin dağlarını tepelerini biliyor çünkü hem gençliğinde oralarda dolanmış hem de yatırımlarını korumak isteyen eski kölelerin, yeni sahiplerin yardımına başvurmuş, böylece Spartaküs’ü sıkıştırıyor. Strauss’un verdiği ayrıntılar Spartaküs’ün hikâyesinden daha zengin, Romalı komutanların savaş sırasındaki konumlarından bahsediyor ki Crassus’un ön saflarda yer alması garip karşılanmasın, Trakyalı, Cermen ve Kelt komutanların ordunun en önlerinde yer almasını açıklıyor ki Spartaküs’ün düşmana kafadan girmesi ve doğrudan Crassus’u hedef almasının mantığı gölgede kalmasın. Komutanı öldürünce ordunun dağılacağını bildiği gibi Crassus’a ulaşamadan öleceğini de biliyor Spartaküs, yine de çat çut koşturuyor çünkü ölümden sonrası bayram, canı onuru kadar önemli değil, Koestler da bir iki diyalogla veriyordu bunu. İki senaryo var, etrafındakiler kaçışınca öldürülüyor Spartaküs, diğerindeyse fırlatılan bir mızrakla kalçasından yaralanıyor, dizlerinin üzerine çöküyor, ölene kadar savaşmayı sürdürüyor. Ordusunun dağıldığı, adamlarının kaçtığı kesin, gerilerdeki kadınların bütün aşağılamalarına, gazlamalarına karşın birkaç bin kişi hayatını kurtarıyor. On küsur yıl sonra dağlara dönüp son isyancıları öldüren Augustus’tan biliyoruz, böylece Spartaküs’ün isyanı son buluyor. Bedeni bulunamamış, muhtemelen toplu mezarlardan birinde. Ölenlerin bedenleri üç kat, her yer kan, Strauss’a göre ortalama bir savaş beş saat sürdüğüne, savaş alanı 1,5 kilometreye yayıldığına göre binlerce ölü arasında Spartaküs’ü bulmak çok zordu, bu yüzden zaferini düşmanının bedeniyle taçlandıramadı Crassus. Düşmanlarının yardıma gelmek için yola çıkmasıyla parıltısını yitirmişti, Roma’ya dönüşte en itibarlı zafer yürüyüşünü gerçekleştiremediği için iyice yitirdi. Köleler düşük insanlar olarak görüldükleri için onlara karşı kazanılan zaferler Galyalılara karşı kazanılanlar kadar önemli değil. Crassus biraz boşlasaydı da korkudan çiçek olanların ödü iyice kopsaydı, belki kıymeti anlaşılırdı. Sevilmiyor gerçi, Spartaküs’e doğrudan saldırmayıp kontrgerilla taktikleri uygulayarak rakibini zayıflatıyor ama beklenenden daha uzun sürüyor tabii serserilerin mahvı, politika askerî stratejiden daha kuvvetli olduğu için Crassus’un yıldızı sönüyor. Capua’dan Roma’ya dek diktiği çarmıhlara rağmen. Dizide bizim tayfanın alayını çarmıha geriyorlardı, aslında hiçbiri gerilmiyor. Spartaküs’ün ölümü malum, Crixus kendi tayfasını toplayıp Spartaküs’ten ayrıldıktan sonra kıstırılıp öldürülüyor, Gannicus’un sonu da Crixus’unkiyle aynı. İkisinde de Spartaküs’ün stratejik dehası, savaşçı yetiştirme yeteneği ve Roma formasyonu yok. Spartaküs gençliğinde Roma’nın rütbelilerinden biri, düşmanının nasıl savaştığını iyi biliyor, üstelik dürtüleriyle hareket etmiyor, duruma göre pozisyon alıyor. Hani daha sert bir komutan olsaydı, aklı yerine silahını kullansaydı sonunu geciktirebilirdi belki, adamlarının fevriliğini engelleyebilirdi. Daha erken ölürdü haliyle, Roma’ya karşı uzun süre direnemeyeceğini bildiği için tek çaresi kaçmak ve baskın düzenlemekti en fazla, plan yapmadan mümkün değil bunlar. Kırılma noktası o karlı dağlara bakıp geri dönmesi olsa gerek, ötesi için de askere ihtiyacı var ama yaşama şansı artacaktı öyle. Şanssızlığından da bahsetmeli, korsanların satışından sonra Adriyatik kıyılarına geliyor, maksadı Brundisium’dan gemiye binip Küçük Asya’da karaya çıkmak. Limana savaştan dönen gemiler yanaşmış oysa, bir iki hafta önce gelse yırtabilirdi. Zamanlama işte, misal Crassus’un soluk aldırmadığı sırada dağlara çıktıklarında mevsim kış, baharın güneşli günlerinde ortalıkta dolanan hayvanlardan eser yok, kıtlık baş gösteriyor da Romalı esirlerden birini çarmıha geriyor Spartaküs. Romalılar kışkırır da düzeni bozup kuşatmayı berbat ederler diye düşünüyor, eh, sonuçta o cendereden kurtulmayı başarıyor ama her kurtuluşta askerleri biraz daha azalıyor, zaten pek kimse de katılmıyor isyancılara, işler iyice çetrefilli hale geliyor. Yani Spartaküs neyle karşı karşıya olduğunu biliyor, tehlikelerden kaçınmaya çalışıyor ama beraber savaştığı, Crixus ve Gannicus’un adamlarından görece daha sakin, aklı başında gibi görünen askerleri çatlıyor bu sefer, oradan oraya sürüklenmektense şerefleriyle ölmek istiyorlar resmen. 2100 yıl öncesinin delifişekleri, Cermenler ve Keltler. Savaş öncesi ritüellerinden anlıyoruz, savaş bunların düğünüdür, kendilerine özgü haykırışları, küfürleri vardır, Cermenler kalkanlarını boru gibi kullanıp acayip sesler çıkarırlar mesela, Keltler kılıçlarını kalkanlarına mı vururlar artık, ne yaparlarsa düşmanı sindirmeye çalışırlar.

Ordusundaki en güçsüz adamı kadar güçlü Spartaküs, yapabileceğinin en iyisini yapmış. Vezüv’den üzüm bağlarını uç uca ekleyerek inmesi müthiş, Roma’yı Roma gelenekleriyle aşağılaması akıllıca. Crassus’un rakibi Pompei ordusuyla birlikte yaklaşınca teslim olmayı teklif ediyor Spartaküs, bir nevi teslimiyet gerçi istediği, tam tutsaklık değil de bütün şerefini korumasını sağlayacak bir tür statü. Crassus kabul etmediği gibi tiksiniyor da, nasıl bir köle ancak çok önemli insanlara verilen statüyü isteyebilir? Diğer mevzu gladyatör savaşları, Crixus ve binlerce askeri öldüğü zaman Spartaküs hemen Romalı esirleri alıyor, dövüşler düzenliyor, böylece Romalıların şanına el koyuyor. Diplomasi alanında ehil, sıkı dövüşüyor zaten, tam bir lider. Başarısız olması kaçınılmazdı. Strauss da ne biçim anlatmış, gladyatörlerin savaş sırasında kılıçlarını nasıl kullandıklarını, askerlerin sefer sırasında ne yiyip ne içtiğini öğreniyorsunuz, her şey var. On numara araştırma.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!