1980’den hoş bir metakurmaca örneğidir, 1970’lerin kaotik ortamının tam kalbine konuşlanmıştır, Duygu Asena’nın da esinlendiği bir metindir sanıyorum. Kadının erkle mücadelesi toplumsal bataklıkta pek bir parlaktır, zaferi de öyle. Yenilgisi veya, bağımsızlığını kazansa da bağlarından kurtulamaz bir türlü, kadınlığı hemen her yerde hatırlatılır, her başarısı erkeklerin dünyasında ölçülüp biçilmiş, değeri hemen belirlenmiş ve istisnalığa indirgenmiştir. Sezeriz, kodaman adamların yanında söz hakkı verildiği zaman ondan tek beklenen şey gösteridir, belki de alaşağı etmek için kadınlığı bir şekilde savunmasıdır. Oyunu oynamaz, bulunmak zorunda olduğu yerlerden hemen uzaklaşmaya bakar. Önce evini bırakır, sonra romanının kazandığı ödülü almak için gittiği törende durmaz pek, şehir değiştirmek olağan bir eylemdir onun için. Nuray birey olmaya çalışırken “çok temiz kan harcar”, çokluk hangi anlamlara geliyorsa. Ödül kazanan romanını kaleme alırken yarattığı personasını da kendi yaşadığı serüvenin bir benzerinden geçirir, hatta eski eşini olduğu gibi romanına almıştır, yaşamındaki problemlerin kaynağını kurmaca dünyasının ortasına yerleştirmiştir. Kurguda da kurtuluş yoktur, ödül töreninde “bilen abilerin” eşleri uyumlu kadın tipini sürdürürken Nuray’ı sıkıntılar basar, erkek egemen dünyanın boğuculuğunu düşünür. Biraz fazla düşünür gerçi, anlatıcı karakterle arasındaki mesafeyi kaldırarak karakterin savunuculuğunu üstlenir bir noktada, serbest dolaylı anlatıcının serbestliği görmezden gelinir, anlatı bir yerde belli bir tezi savunur hale gelir ve kurgunun atmosferini bozar. Her şey bir an için karikatürleşir, erkekler acıdan başka bir şey vermez, kadınların bu dünyada kendi halleriyle var olma hakkı yoktur. Bunların bodoslamadan anlatılmadığı bölümler iyidir, Nuray’ın kızı Seçkin’le çatıştığı bölümler başarılıdır. Seçkin devrimci bir üniversite öğrencisidir, örgütle kurduğu sıkı bağlar babasından tırtıkladığı paraların bir işe yaramasını sağlar. Afişler, eylemler arasında bir yaşam onunki, Cemil uzaktan uzağa mektuplaşmakla yetinirken Nuray kızını ara ara görür, romanı hakkında tartışır. Seçkin’e göre “bir küçük burjuva kadınının acıları”nı anlatır roman, değerli değildir. Ursula K. Le Guin’in aydınlanma ânı geliyor akla, yanlış hatırlamıyorsam feminizmle devrim arasındaki ilişkiyi görmediği için kadın hareketlerinin alevlendiği yıllarda hareketle arasına mesafe koyuyor ve eleştirilere karşı kendi argümanlarını sunuyor, sonraları iki hareketin aslında aynı yozluğa karşı çıktığını anlayarak fikir değiştiriyor. Seçkin o günün Türkiye’sinde daha acı gerçeklerin olduğunu söyleyerek mücadele edilen cephelerden öncelik verdiğini anlatmaya çalışsa da annesinin mücadelesinin haklılığını görmezden geliyor, iki kadın birbirini dönüştüremiyor ve ortak zeminde sürdürebilecekleri eylemleri başlamadan bitiyor böylece. “‘Tek başına acılar duymanın ve bu acılara tek başına çözüm yolları aramanın ne anlamı var anne? Romanında hep ne kadar haklı buluyorsun kendini?’” (s. 44) Kadının ketleyici her türlü bağdan kurtulması gerektiğini anlatıyor roman, bireyin özgürlüğü diğer alanlardaki mücadelelerin temelini sağlamlaştırmaya, iktidarın her türlü baskısına karşı koymaya yarasa da tek tip bir mücadeleyi destekleyen Seçkin’e göre romandaki kadının mücadelesi dudak bükülen bir sınıfa ait zavallı kadının uğraşından öteye gitmiyor. Latife Tekin’in Gece Dersleri nam metni Seçkin’in aydınlanmış halinin isyanını anlatıyor diye düşünüyorum, hoş. Bu Kadın Hareketleri ve Feminizm‘de de kadın haklarını elde etmek için uğraşan oluşumların işçi sınıfı başta olmak üzere toplumun diğer ezilen kesimleriyle işbirliği içine girdikleri zaman oldukça güçlendiklerini görüyoruz, dönem dönem belli öncelikler ortaya çıksa da despotizme karşı çıkan hiçbir hareket değersiz değil, ötelenmemeli. Diğer tarafta davetteki kadınlar var, tamamen basmakalıp düşünceleri dile getirerek erke uyum sağladıklarını gösteriyorlar. Tüketim toplumunun yılmaz neferleri, ikinci planda olmaktan son derece memnun ve kadının yerini kadına öğretmeye çalışan insanlar, umut yok, eşlerinin kanatları altında son derece mutlular. Kaba çizgilerle çıkmıyorlar ortaya da bir ekşilik var, tek yönlü karakterler, belli bir görevi yerine getirip ortadan kayboluyorlar. Nuray’ın kaç gündür gazetelerde adı geçiyor, televizyonlarda haberi yapılıyor, yazar ürünleştiriliyor ve tüketilecek hale getiriliyor, insanlar da kısa sürede tüketiyorlar yazarı. Kadınıyla erkeğiyle toplumdan rahatsız Nuray, basmakalıp sözlere karşı çıkmak istese de garipsendiğini, beklenenden farklı şeyler söylemeye meyli anlaşılınca dışlandığını seziyor ve diğer dallarda ödül alan diğer sanatçılarla etkileşime girmeden ayrılıyor mekândan, umduğu ortamı bulamayacağını oraya gelmeden içten içe biliyor, romanındaki karakterin huzursuzluğu bu konuda yeterli veriyi sağlıyor.
Cemil’le karşılaşması sürpriz, adam yıllar sonra karşısına çıkıyor. Heyecan. Romandan ve Nuray’ın düzleminden parçalar arka arkaya sıralanmış, bölümler belli bir bütünlüğü sağlıyorsa da Cemil’in tekrar ortaya çıkmasına dair bir şey yok romanda, bu yeni. Geçmiş önlerine akıp geliyor. Camus muhabbetleri, belli bir duyarlılığı paylaşmaları Nuray’ın Cemil’e tutulmasını sağlasa da yetiştirilme biçimleri en baştan duvar örmüş aralarına, evlendikleri ilk gece Cemil’in saldırırcasına sevişmesi Nuray’ın geleceğe dair umutlarını ortadan kaldırıyor. Gerisi sürükleniş, Seçkin doğduktan bir süre sonra Nuray evden ayrılıyor, mutsuz olacağını söyleyen Cemil’in sesini duymayacağı bir yere gitmesi yeter. Geçen yıllar, yazılan roman, her şey Cemil’le tekrar karşı karşıya gelmesi için. Cemil ilk geceyi kendi açısından anlatıyor, aslında ikisi de iletişimsizlikten şikayetçiyse de konuşmayı hiç düşünmemişler, korkularını paylaşmak akıllarından bile geçmemiş. Cemil’in pişmanlığı ortada, Nuray her şeyi kabullenmişse de yarası daha derinde, bu yüzden o geceyi konuşarak ve son kez sevişerek geçiriyorlar. Nuray ertesi gün yoluna devam etmek istiyor, Cemil’in beklentileri başka ama ikna edemiyor yine, Nuray’ın arkasından ne kadar vicdansız olduğunu söyleyerek uzaklaşıyor. Bedel bu, Nuray vicdanıyla baş başa kalınca acı çekiyor, diğer yandan ödül çekiyle uzun bir süre çalışmak zorunda kalmayacağını ve yeni romanına başlayabileceğini düşünmek oldukça rahatlatıcı. Cemil bir ihale almak, zengin olmak için gelmiş oraya, işleri yolunda gitmeyip Nuray’la da takışınca yıkıntıya dönerek ayrılıyor otelden. Dostça ayrılmak istiyor, elini uzatıyor ama havada kalıyor o el, belki de öncesi de yoktu, Nuray belli bir hayale tutulmuş da uyanmış gibi düşünüyor, çokça belirgin anların dışında detaylara hiç inmiyor, aralarındaki mesafeyi hep göz önünde tutuyor. Bütün o yaşananların üzerine oradan ayrılamıyor da Cemil, otelin önündeki boğuşma sırasında göstericileri döven polislere karşı çıkıyor, yaka paça götürülüyor oradan. Nuray’ın Cemil’i son görüşü çalkantılı dönemin her an ortaya çıkabilen kaosuna kapılarak yitiyor, biçimlenmemiş duygularla sona eren anlatı romanınkinin tersine penceresiz, karanlık bir noktada sona eriyor: “‘Sis kurşuni ağaç gövdelerini sarmıştı. Cebimdeki anahtarı çıkardım. Bir kavağın gövdesini çizdim. Açtım. Burnumu kavağa dayadım. Kavağın gövdesinde açılan ve bir süt çocuğunun ağzını andıran bu pencereden dünyayı görmek istedim.’” (s. 205) Başlangıç imlenir, tersinde sona varılmıştır aslında, belki iki kurgunun tek zıtlaştığı noktadır bu.
Özakın’ın özgün buluşları pek güzel, dili incelikli, meselesi irdelenmeye değer. Yer yer didaktik bir tona bürünse de anlatıcının sesi dinlenesi. Son metni 2006’da basılmış Özakın’ın, bir sitede İngilizce yazdığı metinlerin Türkçeye henüz çevrilmediği yazıyordu, en kısa zamanda çevrilir umarım. Gurbet Yavrum çok çok iyi bir metindi, gizli hazine, okurunu bekliyor. Bu romanı da denk gelirseniz okuyun bence, Özakın iyi bir yazar.
Cevap yaz