Üç kısımda dünyanın sonunun tarihi, Dünya’nın sonunun da tarihi, çocukluktan çıkıp yetişkinliğe erişmek bir nevi über zekâlı insanın gezegen çiftliğinde yetiştirilmesinden ibaret olunca uzaya insanlı seferleri beklemeye gerek var mıydı diye düşünüyorum. Atom enerjisini kullanmayı öğrenmeden önce de düşlere dalardı insan, uzayın boşluğunu düşünürdü, bilişsel yetisi bu noktaya çoktan varmıştı ama bomba, uzay mekiği falan lazım demek ki Hükümdarların gelmeleri için. Nükleer savaşı durdurduklarını söyleyecekler zamanı gelince, ilk bölümde şöyle bir göreceğimiz Konrad’la Reinhold’un uzaya gidebilecek ilk aracı icat etme yarışında savaşa dair bir şey yok ama dönemin iki kutuplu dünyasında gelişmeler o yöne evrilecek belli ki. Clarke bu kitabı 1953’te yayımlamış, bilimsel çalışmalar konusunda SSCB’yle ABD arasında açık bilgi alışverişi olacağını, iki bilim insanının Prusya köylerinden birinde karşılaşıp arkadaş oldukları 1945’in üzerinden otuz yıldan fazla bir zaman geçtiğine göre uzaya 1970’lerin sonlarında gidileceğini öngörmüş, tutanını tutmayanını toptan değerlendirince Soğuk Savaş’ın dostça bir mücadele gibi geçeceğini hayal etmiş de tehlikeye karşı uyarmış yine. Nitekim iki taraf da katakulli peşinde koştuğu kanısı uyandıracak bir gizlilikle yürütürken işlerini, uzaylılar hoş geldiniz. Reinhold hayatında ilk kez çaresizliği hissediyor, Konrad ömrü boyunca verdiği emeklerin boşa gittiğini hissederken içinde en ufak bir pişmanlık yok, yıldızların arasında süzülen devasa gölgelerle kendi yaptıkları gemileri kıyaslayınca paleolitik insanın kütükten kanosuyla uçaklar arasındaki farktan çok daha büyüğünü görüyorlar.
Karakterlerin kişilikleri hikâyelere renk katmaktan öteye geçmiyor, gidişatı değiştirecek ölçüde radikal düşüncelere sahip değiller, dolayısıyla isimlerini anıp geçmek en iyisi. BM Genel Sekreteri Stormgren’le yardımcısı Van Ryberg camdan baktıklarında koca gemiyi ve topladığı kalabalıkla birlikte binaya yaklaşan Wainwright’ı görüyorlar, BM’yle Özgürlük Birliği arasında hoş olmayan toplantılardan biri daha yapılırken elli kilometre tepedeki gemiden muhtemelen izleyecek toplantıyı Karellen, Gözetmen, sesini duyurup kendini göstermeyen Hükümdar. Üç bölümde yüz yıllık serüven var, toplantıda henüz beş yılın geçtiğini öğreniyoruz ilk temastan beri, Wainwright çeşitli milletlerden beş milyon imza topladığını söylüyor ve insan ırkını bekleyen tehlikelere karşı bir kez daha uyarıyor Stormgren’i. Dünya yavaş yavaş değişiyor, Hükümdarlar şiddet uygulamadan “ikna ediyorlar” devletleri işbirliği konusunda, Avrupa Federasyonu hayalken kuruluverdiği için hızlı gidişten memnun olmayanlar çok. İnsanlığın doğal hızını aşarak biçimlendirilmesi kaygılara yol açıyor, savaşların önü alınmış olsa da “Tanrı’nın önderliğinde kendi hayatlarını belirleme özgürlüğü”nden feragat ettiklerinden şikayetçi Wainwright, asıl meselenin din olduğunu bilen Stormgren iki olguyu başarılı bir şekilde tokuştursa da Karellen’in kendini göstermemesi var sırada, gizlilik büyük ölçüde huzursuzluk yaratıyor ki Karellen’le konuşabilen tek insan olan Stormgren dahi rahatsız bu durumdan. Her şeyin bir nedeni olduğunu söylüyor Karellen, doğru zamanın gelmesi için elli yıl geçmesi gerekebilir, bu arada insanlar yeni düzenin tadını çıkarabilirler. Altıncı günde -kıps- bütün radyo frekanslarını kapsayan bir yayın yaparak kendini tanıtmış Karellen, kısaca ve kibarca değindiği üzere dünyanın kontrolünü genel olarak devraldıklarını belirtmiş. İnsan da durur mu, hangi taraf bilmiyoruz ama yapıştırmış füzeyi. Ne olduğu bilinmiyor, füze ortadan kaybolmuş sadece, saldırıyı yapan hükümet kendi içinde yaşadığı çatışmalar nedeniyle birkaç hafta sonra tümden çökmüş. Şiddete başvuranlar, şiddete meyli olanlar yeni dünyaya uyum sağlıyorlar hemen, mesela Güney Afrika beyaz azınlığa tüm medeni hakların tanınacağını(?) duyuruncaya kadar tek bir kez uyarılmış, iç karışıklık devam edince yıkıma hiç başvurmayan, başvurmaya da niyeti olmayan Karellen’in ne yaptığına bakalım: “Tek gelişme, güneşin Cape Town meridyeni üzerinden geçerken bir anda sönüvermesi oldu. Yerini ışık ya da ısı yaymayan, solgun, mor renkli bir hayalet almıştı. İki adet çapraz alan kullanılarak bir şekilde uzaydaki günışığı polarize edilmişti. Hiçbir ışımaya geçit yoktu. Beş yüz kilometre çapında bir çember bütünüyle etki altında kalmıştı.” (s. 22) Güzel numara, dünya ayak uydurmaya hazır artık, Hükümdarlar ne derse onu yapacaklar. Gerisini özetleyip hikâyenin zayıflıklarına geçeceğim: Stormgren görevi sona ermek üzereyken çok güçlü bir fener alır eline, son görüşme biterken ışığı Karellen’le aralarındaki cama tutuverir varlığı görmek için, göremez, otuz yıl sonra ölümü yakınken bu olayı öğrenen habercilere hiçbir şey göremediğini söyler. Tek tesellisi arkadaş olarak gördüğü Karellen’in mezarına gelme ihtimalidir. İkinci bölümde Jean ve George çiftini görürüz, Jean metafiziğe acayip düşkündür, George sanatçıdır ve metafiziğe hiç düşkün değildir, kodaman bir arkadaşlarını ziyarete gittiklerinde bir Hükümdar’ın da partide takıldığını görürler ve hep beraber ouija tahtasının başına otururlar? Kodamanın yeni eşinin kardeşi Hükümdarların geldikleri yıldızı sorma cüretinde bulunur, şaşırtıcıdır ki cevabı da alır, o sıra Jean bayılınca anlarız ki bu kadının başına gelecek vardır, daha doğrusu Hükümdarların bu kadın ve çocuklarıyla bir işleri vardır. Kardeşin adı Jim’di galiba, Hükümdarlar dünyadan hayvan örnekleri toplarken ölü bir balinanın içinde malum yıldıza, uzaylıların merkezine gitme planı yapar. Partideki Hükümdar Rashaverak bu planın hayata geçeceği tesise sürpriz bir ziyarette bulunur, her şeyi ayarlayan Jim’in arkadaşına Yunus’la balina hikâyesinden bahseder, yani her şeyden haberi vardır. Kaçak yolcunun yakalandığını bildirir radyodan, bir daha öyle şeylerin yaşanmayacağını garanti altına aldığını söyler falan. Üçüncü bölümde Jean’in hayal dünyası geniş çocuklarına geliyor mevzu, küçüğüne. Bu çocuk rüyasında çok acayip şeyler görmeye başladığında Hükümdarlar görevlerinin tamamlanmak üzere olduğunu anlıyorlar, insanlık tekamül noktasına vardı artık, ışık hızını aşamayan uzaylılar bir çocuğun rüyalarında aldığı inanılmaz mesafeyi heyecanla karşılıyorlar. Hikâyenin en iyi bölümü burası, çocuk bilinen evrenin dışına çıkarak iki boyutlu canlıların olduğu, tuhaf gök cisimlerinin akla hayale gelmez biçimlerde göründüğü bir noktaya gelir, üstelik evrimini henüz tamamlamadığı için daha başlangıçtır bu. Nedir, Hükümdarlar kendi türlerinden çok çok daha farklı ve yaşlı efendilerinin verdikleri görevi yaptıklarını söylerler, ışık hızının kısıtlayıcılığından kurtulmak isteyen bu efendiler bir nevi teleskop yetiştirmişlerdir aslında, bütün insanlık bir teleskop icat etmek için var olmuştur ve yok olacaktır artık, kalanlar türlü biçimlerde cortlayacak, en sonunda vahşiliğe geri dönecek ve Dünya çözünene kadar salya akıtarak dolanacaktır. İnsan teleskop. Londra Papazı Charles Haddon Spurgeon 1857’de meşhur bir vaaz vermiş, meleklere seslenirken sonsuzluğun bir çocuk formunda dünyaya geldiğini, omzunda evreni tuttuğunu söylemiş, hikâyenin özüdür. Değildir. Hikâye böyledir.
Şimdi öyle arızalar var ki hangisinden başlamalı, mesela 1980’lerde radyo frekanslarını kullanıyor Karellen, televizyonu kullandığını da anlıyoruz da yüz yıl geçtikten sonra insanlığa seslendiği son konuşmasını yine radyodan dinliyor insanlar? Karellen ve Rashaverak arasındaki iletişimi düşünmek bunların biyolojisini düşünmek aslında, diyaloglar halinde verilen “konuşmalar” aslında anlık veri iletimi yoluyla gerçekleşiyor sanıyorum, eh, bu durumda Rashaverak evine gittiği kodamanın onca kültle, zihin bilmem nesiyle, düşünce gücüyle ilgili kitaplarını eline alıp okumak zorunda mı, yani bilişsel gelişmişliği arşa ermiş bir tür var karşımızda ve oturup kitap okuyor? Saniyede yirmi sayfa okumasının falan önemi yok ki, bizim hızlı okuma şampiyonu insanımız bundan çok daha zeki o zaman. Bunların düşüncede insandan hallice olması o teknolojiye uymuyor, bu bir yana, bizim süper zekâlı insanlarımızın aptallıkları da az değil. Stormgren’i Özgürlük Birliği’nden radikal bir grup kaçırıyor, cehennemin dibine indiriyorlar ki Hükümdarlar bulamasın yerlerini. E tabii buluyorlar, bu ne eminlik, senin güneşini kapayacak teknolojiye sahip varlıklar bir zahmet bulsunlar da Jim’in profesör arkadaşına ne demeli: balina işini okyanusun dibindeki bir tesiste konuşuyorlar, profesör onca ton suyu Hükümdarların bile aşamayacağını düşünüyor. Karşında kudretinin nereye ereceğini bilemediğin varlıklar var, entrika peşinde koşuyorsun, süper. Çok not aldım da yeter, Clarke’ın ilk dönem eserlerinden biri bu, okumaya değecek kadar iyi. Minority Report var bir yerde, dünyadaki suç oranının aşırı azalmasındaki sebep bir tuşun yardımıyla hoop, suçun öncesinin görülebilmesini sağlayan icat. Bilimkurgularda gördüğümüz bazı zamazingoların ilklerine rastlıyoruz sıklıkla. Diyeyim ve kişisel bir notla bitireyim: 2016’da okumuştum bunu, kafamda toparlayamadığım için yazamamıştım, ikinciye okuyunca o kadar etkilenmeyip yazdım. Dünya’nın “çözünmesi”, geride kalan son insan olan Jim’in her şeyin kaybolduğunu izlemesi o kadar da sarsmadı beni bu kez, sanırım bir tür yok oluşa hazırlamışım kendimi. Dünya da hazırladıysa belki, final o kadar etkilemeyecektir.
Cevap yaz