Antonio Skármeta – Ateşli Sabır

Tiyatro oyununu bilmem, romanını bildim, filmini izleyeli çok oldu ama kıyaslayabilirim az. Hatırlamak için dönüp bakmadım, bir kısmı uydurma olabilir: Neruda memleketinden sürgün edilmiş, Sicilya’ya gelmiştir, küçücük yerde gitmiş tepede ev tutmuştur. Postacımız eşşek kadar adamdır, babasının işe girmesi yönündeki telkinlerine kulak vermiş, postacılığa başlamıştır, Neruda’ya mektup götürür her gün. Gel zaman git zaman kitaplarla, Neruda’nın şiirleriyle hemhal olur, metaforun neliği üzerinden bir sohbete girer Neruda’yla. Âşık olduğu kadına şairin bir şiiriyle yanaşır falan, gerisini biliyoruz. Neruda memleketi Şili’ye döner, Postacı mutlu olur ama başına işler gelir, hikâye orada biter. Orijinal metne baktığımızda oldukça farklı bir hikâyeyle karşılaşıyoruz, bence daha gerçek. O masalsılığı daha ikna edici kılan sert bir gerçeklik bu, ülkenin siyasal ortamıyla doğrudan ilişkili olduğu için daha geniş bir alana yayılı. Skármeta’nın önsözü anlatıyla ilgili malumat içerdiği için değineyim, bir zamanlar beşinci sınıf bir gazetede kültür sorumlusu olarak çalışan Skármeta ne acayiptir ki yazar olma düşleriyle yatıp kalkıyor. Amirinin verdiği emirle Neruda’nın yaşadığı deniz kıyısına gidiyor bir ara, şairin “erotik coğrafyası”yla ilgili yazılar yazacak, mümkünse bir röportaj. Gündüz işinde gücünde, geceleri romanını yazıyor Skármeta, dediğine göre bu roman Neruda’ya yaptığı başarısız gazetecilik saldırısının bir yan ürünü, o dönemde yazdığı metin değil ki sayısız metni yarım bırakmış, ortadan kaldırmış. “Öteki ustalar, birinci ağızdan anlatılan lirik öykülerin, roman içinde romanların, üst dilin, zaman ve yerleri değiştirmenin uzmanları; bence, gazetecilikte pek zorlama kaçan metaforların, İspanyol kökenlilerin kullandığı dili yaymaya çalışanların toplandığı sıradan yerlerin, Borges’de yanlış anlaşılan göze batan sıfatların tutkunuyum. Üstelik, bir edebiyat profesörünün tiksintiyle belirtmiş olduğu gibi, her şeyi bilen bir anlatıcı olma konusunda ısrarlıyım.” (s. 9) Nedir, Skármeta leş gazetecilik anlayışıyla Neruda’ya salça olmuş, koparmak istediği röportaja arsızlıkla başlamamıştır ama Neruda kısa kesip önceki kadınların soluk bir okyanusta kaybolduğunu, hayatını büyük aşkı Matilde Urrutia’yla paylaşmaktan memnun olduğunu söyler, kesip atar. Buradan bir zafer çıkmaz ama okuduğumuz metin bir zaferse Skármeta’yı oldukça tatmin etmiştir, sonuçta on dört yıl sürmüş bu metni yazması. Llosa’nın o süreçte yazdığı metinlere değinerek kendi yavaşlığını tatlı tatlı iğneliyor, matrak. Son bir bilgi, Mario’yla ilgili: “Santiago mahkemelerinde sürekli boy göstermek zorunda kaldığı sıralarda birlikte birkaç kez yemeğe gittiğimiz Beatriz González, Mario’nun öyküsünü onun için yazmamı istemiş, ‘ne kadar gecikeceğinin ya da gerçeğe uyup uymamasının önem taşımadığını’ belirtmişti. Onun tarafından böylece bağışlanarak her iki kusuru da işlemiş bulunuyorum.” (s. 11) Metnin sonundan başlamam lazım burada, Neruda öldükten sonra şiir yarışmasından beklediği birinciliği o kadar da beklememeye başlar Mario, hatta yarışmaya hiç katılmamış olmayı diler çünkü darbeden sonra yarışmayı düzenleyen dergi kapatılmış, editörler canlarını zor kurtarmıştır. Ülkede başlayan cadı avının kurbanlarından biri de şiirine ulaşılan Mario olur, hikâyenin sonunda bıyıklı ve güneş gözlüklü adamlarca sorgulanmak üzere götürülür, araçlardan birinde hikâye boyunca karşımıza çıkan darbeci vekil de vardır. Bu adam Allende seçildiği zaman kasabaya gelip demokrasilerde kaybetmenin de olduğunu söyleyen, kazananları tebrik eden, Neruda’yla aynı masaya oturan ılımlı biri gibi görünürken maskesi düşer sonda, muhtemelen hızla derinleşip balıkçıların, çiftçilerin, kentlilerin gırtlağına çöken ekonomik krizin de tetikleyicilerinden biridir çünkü grevlerle, nakli yapılamayan gıdalarla doğrudan bağı vardır. Sembol iyi işlenmiş, hayatın olağan akışı da bir o kadar başarılı, Marksist yönetimin seçilmesiyle havalara uçan halkın katakullilerle yoksulluğa mahkum edilmesi adım adım gösterilir, sabotajların ardındaki gücün darbeyle yönetimi ele geçirmesiyle de insanların çanına ot tıkanır. Arka planda işler kötüye giderken Neruda’nın son günlerini yaşaması hüzün verir, Mario’nun beslemesi gereken boğazlar yüzünden zor günler geçirmesi kederlidir, nihayetinde kapkara bir manzara kalır geriye. Oysa Allende seçilene kadar rüya gibidir her şey, o mücadele, birlik ruhu ne canlandırıcıdır, Mario’yu âşık ve şair edip Neruda’yı Paris büyükelçisi ve cumhurbaşkanı adayı yapar, insanlara umutlarının peşinden gitmeleri için güç verir.

Filmde de yer alan mevzulara değil de farklara bakayım, mesela diyaloglar filmde makaslanmış. Neruda anlatıda çok matrak, tatlı bir ihtiyar, filmdekinden daha renkli. “‘Yavrucuğum, Şili’de herkes ozandır zaten. Postacılığı sürdürmen daha ilginç. Hiç değilse çok yol yürür ve şişmanlamazsın. Şili’deki tüm ozanlar davul gibi.’” (s. 22) Dostluk ilerlerken adaylık meselesi çıkıyor, Neruda hemen toparlanıp politik yaşamın hayhuyuna atlıyor, o sıra Marksizm’i durdurmaya niyetli vekil Labbé geliyor ve halkla konuşuyor seçimden önce. Mario’ya verdiği afili defter bir süre sonra dolacak ama önce Neruda’nın şiirlerini okumalı Mario, Sosyalist Parti’nin toplantılarında masalara çıkıp halkı coşturmalı. Sempatizanlar, militanlar, köylüler, kasabalılar, herkes hazır, seçimler geliyor, Allende’nin adaylığı kesinleşince Neruda geri dönüyor ve seçimi bekliyorlar. O sıra Beatriz’le işi biraz ilerletmiş Mario, mevzu kaynananın kulağını gidince kıyamet kopuyor çünkü kadının yaşam görgüsü engin, şairlerle birlikte olan kadınların başına nelerin geldiğini biliyor, hele çalıntı şiiri de öğrenince hemen Neruda’ya bir mektup döşeniyor. Mario tutuştu şimdi, Neruda’ya rica ediyor ki kaynanayı arasın, yangını dindirsin. Aşırı komik: Metaforlarına çok güvenen Neruda evine davet ettiği kadının kaskatı zihniyle güreşince atasözlerine karşı şiirinin hiçbir güce sahip olmadığını biraz da çaresizlikle fark ediyor ve Mario’ya sabırlar diliyor, koca ozanın kaya gibi sağlam duran kadın karşısındaki yenilgisi çok hoş anlatılmış. “Ozan o anda, evreni maddeci doktrinle yorumlamayı kabul ettiği güne lanet etti, çünkü Tanrıdan acele bağışlanmasını dilemek ihtiyacıyla kıvranıyordu.” (s. 64) İş olacağına varıyor nihayet, Beatriz’le Mario’nun sevişecekleri kısma geliyoruz ve o nesi, cinsellik böylesi bir şenlikle, düşsellikle anlatılmamıştır yahu, bedenler arasında dolanan bir yumurtanın devinimi harikulade, dudakların birleşmesi şiir gibi, kaykılmaları muazzam. Skármeta gerçekten de metaforlara gömülmüş ama olabildiğince başarılı bir şekilde kalkmış altından, saygı duyulası. O sırada Neruda Paris’te, Nobel’i kazanmış, kasabada bayram havası! Kutlamalardan bir sahne, bayıldım, Beatriz ve Mario sevişiyorlar: “Ve ardından, öyle gürültülü, barbarca ve sarsıcı bir çığlıkla doyuma erişti ki, horozlar sabah olduğunu sanarak alevli ibikleriyle ötmeye başladılar, köpeklerse Mario’nun haykırışını güneye doğru süzülen bir geminin sis sireniyle karıştırarak nedense aya doğru hep birlikte bir ulumadır tutturdular. Öyle ki Gardel’in bir tangosu eşliğinde üniversiteli bir kızın kulağını ıslatmakla meşgul olan Yoldaş Rodriguez boğazına giren havayı bir mezar taşının kestiği duygusuna kapıldı.” (s. 105)

Mutlu günlerin sona ermesiyle her şey hızlanıp uçuruma yuvarlanıyor, anlatı da hızdan payını alıyor. Neruda’nın memlekete dönüşü, hastalığı, Mario’nun kollarında son kez denize bakması ve Mario’nun tutuklanması arka arkaya geliyor. “O can çekişirken, başkentte, San Cristobal tepesi eteklerinde bulunan evi yağma ediliyor, camları kırılıyor ve açık bırakılan musluklardan evi sular basıyordu.” (s. 124) Neruda’nın cenazesi gözlerimi doldurur ne zaman izlesem. Çok hüzünlü, okunmasını dilerim bu metnin. Sonda Skármeta’nın eklediği bir not var, metnin gerçekliğe başka nasıl iliştiğini görüyoruz. Ah Mario. Bu arada on yedi yaşında bir çocuk Mario, filmdeki gibi yetişkin değil.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!