Anthony Grafton – Kalpazanlar ve Eleştirmenler

Kanonlaşabilecek metinlerin parodileri yazılırmış hemen, pay kapmaca. O zamanlar kanon falan yok tabii, matbaa sahipleri, türlü türlü girişimci yazar tutup yaptırırmış veya yazarlar kendileri girişirlermiş bu işe, metadan meta çıkarmaca, geçim kaynağı bir açıdan. Yasal sınırlar içinde yapılan bir eylem daha çok, diğer yandan telif hakları ortaya çıkana kadar orman kanunlarının işlediği sanat camiasında iyi bir gelir sağlamış olsa gerek. Şöyle düşünüyorum: 1700’lerde yaşıyorum, parodiden uzaklaşıp başka bir dalavere çevirmek istiyorum, parodi yazamayacak kadar yeteneksizim veya volinin büyüğünü kovalıyorum, o halde Shakespeare’in mektuplarını “bulmalıyım” ve yayımlamalıyım. Detaylara dikkat edeceğim, sayfalar yeterince eskitilmiş olacak, mürekkep o döneminkiyle eş olacak, ele aldığım zaman aralığında Shakespeare’in hangi oyunları yazdığını, nerede yaşadığını, ne yaptığını bilmem gerek, bu bilgileri mektuplara yedireceğim çünkü, yedirirken üslup Shakespeare’in üslubunu andıracak, tabii bu andırmayı sağlamak için -varsa- oyunlarından başka kaynaklara ulaşmalıyım, kısacası bütün detaylara dikkat etmem gerek. Mümkün mü? Grafton’ın ele aldığı örneklere bakıldığında mesele bir yerden patlak veriyor hep, kimse o kadar kusursuz bir kalp metin yaratamıyor. Başarısızlığa rağmen bulunan yöntemler oldukça zekice, bilginler kalp bir metni yüzlerce yıl boyunca baş tacı edebiliyorlar. Teknikler geliştikçe akı karadan ayırmaya çalışan alimlerin yöntemleri de gelişiyor, gerçekle sahte arasındaki farkların ortaya çıkarılması günümüze kadar uzanan bir mücadeleyi ortaya koyuyor, dünya mirasına uyduruk metinlerin karışmasını engellemek isteyenler kadar yaptıkları işe dair kendilerince sebepleri olan kalpazanlar da çalışıyor. Grafton belki de bilinen en eski örneği vererek başlıyor: Platon’un öğrencisi Pontuslu Herakleides’in yuttuğu zoka. Dionysios sahte imzayla bir tragedya yazıyor, metni Sophokles’e atfediyor. Herakleides metnin özgün olduğunu söylüyor. Dionysios tragedyanın aslında bir akrostiş olduğunu gösteriyor, anlamlı iki dize ortaya çıktığı zaman -Dionysios yaşlı bir maymunu tuzağa düşürmenin zor olduğunu söylüyor akrostişte- Herakleides bunun bir tesadüf olduğunu iddia ediyor ve yakıyor kendini, akrostişin devamındaki mesaj: “Herakleides edebiyattan anlamaz.” Kısa ömürlü bir yalan. Belki şaka yapma amacından başka bir şey değil, belki de düşmanın kariyerini bitirmek için girişilen bir oyun. John Payne Collier ve Sir Frederick Madden arasında geçenler bu ikinci kısma giriyor. Collier kendi kendini geliştirmiş bir adam, 19. yüzyılın başlarında gazeteci olarak çalışırken İngiliz tiyatro tarihi konusunda otorite haline geliyor, Shakespeare’in oyunlarıyla ilgili çalışmalarıyla ünleniyor. Ününün zirvesindeyken skandal patlak veriyor, söylenene göre Collier’in kullandığı kaynaklar düzmece. Adamın kariyeri bitiyor falan, sonradan ortaya çıkıyor ki British Museum’un yazmalar bölümünün muhafızı olan Madden kaynakları kendisi yazmış, Collier’dan nefret ediyor çünkü, düşmanının başının yanmasını istiyor. El yazıları karşılaştırılıyor, düzmece metinlerdeki yazılar Madden’ın el yazısına benziyor, böylece yırtıyor Collier. Aslında Dreyfus vakasının aynısı, adamın da başını yakmaya çalıştılar ama komutanı astını kurtardı, tabii çokça bedel ödeyerek.

Kalp bir metin neden yazılır? Kalp metinlerin tarihçesi nedir? Grafton anlatıyor, İsa’dan önceki son yüzyıllarda Yahudi yazarlar peygamberlerin gelmeyişiyle doğduğuna inandıkları boşlukları doldurmak için apokaliptik veya sıradan metinler yazmışlar, Grafton bu metinleri yalan söyleme, aldatma amacı güdülmediği için sahteyazım olarak görmeye meyilli ama karışık bir konu tabii, karışık olduğu kadar da önemli, zira dinler tarihinin doğrudan bir parçasını oluşturuyor bu mesele. Grafton sıradan kalp metinlerle ilgilenmiyor, tarihteki en mühim örnekleri ele alıyor, örneğin Homeros’un destanlarına eklemeler yaptığından şüphelenilen Solon’u ve Pisistratus’u anıyor, Atina’nın yüceliğini, önemini büyütmek için bu işe giriştikleri söyleniyor. Tabii şöyle bir durum var, Homeros’un zamanı için bir şeyler uydurulacaksa Hesiodos’a bakmak, varsa kalıntıları incelemek, kısacası bir sürü iş yapmak lazım, yoksa özgün metin pırıl pırıl parlarken uydurulanlar çamur gibi görünecektir, iyi bir yalan söylenecekse gerçeklerle beslenmeli yani. Bu da iyi bir kalpazanlık tekniği, Ortaçağ zamanlarında sıklıkla kullanılmış. Neyse, Helenistik dönemde edebi ürünün belli bir yazara mal edilebilmesi için ayırt edici bir üslup aramaya başlamışlar, ilk teknik buymuş gibi gözüküyor, kolaylıkla üstesinden gelinebilir tabii. “Her türün en mükemmel yazarı, taklitlere model oluşturan yazar biçiminde tanımlanıyordu. Retorik okulları ise öğrencilerini antik yazarların kusursuz birer kopyası olmak üzere yetiştiriyorlardı.” (s. 19) Katakulliler çok daha büyük ölçülerde sürüyor o dönemde, Mısır’ın zenginleri rulo kovalıyorlar, binlerce papirüs toplanıyor, en sonunda büyük bir depozito ödeyerek Atina’dan Aiskhylos, Sophokles ve Euripides’in yazmalarını getirtiyorlar. Maksat kopyalayıp geri göndermek ama adamlar el koyuyorlar, geri yollamıyorlar metinleri. Büyük bir piyasa var, dolayısıyla kalp metinlerin üretimi de artıyor bir yandan. Atina’da eleştirel kılavuzlar çıkıyor ortaya, araştırmacılar Kallimakhos’un önderliğinde sahte metinleri ayırmak için mücadeleye girince kılavuz hazırlıyorlar, hangi metnin hangi bölümü kalp, hangi bölümü özgün, böyle şeyleri kayıt altına alıyorlar. Roma’da bunu Cicero yapıyor, adamın evindeki yazmalar dillere destanmış zaten, bir dizeye bakıp o dizenin orijinal olup olmadığını söyleyebiliyormuş. Bunlar biraz daha sıradan kalpazanlıklar, Yahudiler ve Babil’le Mısır’ın rahipleri çok daha ileri giderek kendi geleneklerini korumak için en eski yerel tanrıları ve evliyaları Yunan kisvesine sokarak Yunanca metinlere mal etmişler. Yahudiler, Eski Ahit’in Yunanca bir versiyonunu hazırlayarak Yahudi olmayanları kendi dinlerine çekmeye çalışmışlar, böylece İbranice Eski Ahit’in Yunan felsefesinden çok daha eski olduğu, felsefenin Yahudilerin tanrısından geldiği fikri yayılmış bir süre. Bir sürü kalp metin çıkmış ortaya, iyi eğitimli insanlar zamanlarını ayırıp kalp metinleri ayıklamaya çalışmışlar. Grafton örnek olayları detaylarıyla anlatıyor, oralara girmiyorum ama hoş bir örneği anlatayım, Roma’nın sokaklarında dolanan Galenos üzerinde kendi adının yazdığı bir metnin satıldığını görüyor, merak edip şöyle bir bakınca anakronizmden geçilmeyen bir kalp metinle karşılaşıyor. Aslında çoğu metnin kalp olup olmadığını anlamanın bir yolu bu, örneğin Seneca’nın mektupları olduğu söylenen metinler ortaya çıkıyor, Latince yazılmış ama muhatapla Yunanca konuşurmuş Seneca, patlıyor metin. Tersini de düşünebiliriz, Platon’a ait olduğu düşünülen bir metinde Latince sözcüklere rastlandığı an bitiyor mevzu. Böyle çok sayıda detay var, bu metin müthiş bir tarih dersi sunuyor aynı zamanda. Kendisi Princeton Üniversitesinde öğretim üyesi. İki çocuğu var ve İngilizce biliyor. Hehe.

Kalpazanlığa göz yumulan örneklerle de karşılaşıyoruz, bazı bilginler kendi inançlarına uymayan metinlerin ipliğini pazara çıkarırlarken söz gelişi Hristiyan yaşam biçimini öven, peygamberlere dair kalp bir metni yayabiliyorlar. Bu durumun Tanrı’yı memnun ettiğini düşünmüşler. Bu tür metinler genellikle antik bir kütüphanede bulunuyor, Erasmus bulmuş bir tane mesela, De duplici Martyrio nam metnine önsöz olarak eklemiş, sonradan anlaşılmış ki Erasmus yazmış bunu, başkası yazdı diye kakalamış. Başka bir teknik de kılavuzlarda yer alan ama o güne kadar gelememiş metinlerin “yazılması”. Kaynakça taramalarının savsaklandığı zamanlarda metinlerin orijinal olup olmadığına bakılmadığı gibi yeterli özen de gösterilmeyince antik metinlerin dolaşıma çıktıkları olurmuş, tabii işi bilen biri el atınca akla kara çıkarmış ortaya.

Rönesans sonrasının hikâyeleri bambaşka, daha teknik, daha ayrıntılı incelemeler ve kalp metinler çıkıyor ortaya. İlginç bir mesele bu, meraklılarına duyurulur.

Ek: Grafton’ın bir metnini daha okumuşum ben, Yeni Dünyalar Eski Metinler. O da şahaneydi, antik metinlerin yazılış aşamalarını, içerdikleri bilgilerin hangilerinin doğru, hangilerinin üfürme olduğunu ele alıyordu. Bulan onu da alsın.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!