Rahip öksürür, suçların hesabının tutulduğundan bahis kısmı bir türlü tamamlayamaz, suçların hesabı o kadar çoksa rahip öksürür, Lorenzo rahibe bakar, annesini bir süre önce görmüştür ama o haliyle rahibi etkilemekte midir annesi, suçlu mudur, dünyanın en kötü insanı mıdır, aslında malum filmdeki gibi biri olduğunu gösteren çok emare vardır da oğluyla arasındaki mesafeyi büyütünce özgürlüğü, düşünecek bir dünya şey çıkıyor. Hikâyenin başındaki dağınıklık, ilişkilerin süreçte, başka karakterler ortaya çıktıkça belirginleşmesi tekil bir bakış açısından görüldüğü kadar. Epizodik anlatım paramparça hafızanın yanında büyük bir sıçramanın ardından oluşan yeni anlam ağlarının geçmişle bütünleşirken dahi gri alanlar bırakmasına yol açıyor, iki anlatı çizgisinin kesişmediği yok çünkü Lorenzo annesini odağa alarak anlatıyor, kendi kişiliğine dair ne var diye düşününce, belki anlama çabası, merak, yıllar sonra aldığı haberin şokuyla ortaya çıkıp çıkmadığını bilemediğimiz sakinlik. Havaalanında biri elinde kâğıtla bekliyor, Lorenzo annesi oraya ilk geldiğinde onun da aynı şekilde karşılandığını düşünüyor: “Sonra birbirimizi tanıdık, ben ona doğru gittim, o ise elindeki kâğıdı dörde katlayıp cebine koydu. Kâğıtta yazan senin adın ve soyadındı; sanki karşılanacak kişi, oraya kadar seni toprağa vermeye gelen ben değil de senmişsin gibi.” (s. 7) Ani darbelerle açılan hikâye, toprağa verme kısmına kadar karanlık, sonra Lula’nın, Lorenzo’nun annesinin yaşamı. Yakından bakayım, Christian karşıcı, Romanya’ya hoş geldiğini söylüyor Lorenzo’ya, mesafeli, hemen açılmıyor. İlerleyen bölümlerde Lula’nın işini Romanya’dan başka yerde büyütemeyeceğine dair işaretler, mesela ucuz işçilik, mesela komünizmin “mahvettiği” ülkeden geri kalanların kolaylıkla sömürülebilmesi, dolayısıyla Christian’ın sömürgenin oğluna karşı davranışlarındaki soğukluk buradan okunabilir, başta tabii, sonradan yakınlaşacaklar Lula’nın ortağı Anselmi’nin hesaplı kitaplı sinsiliklerini sezince. Christian zaten biliyor, belki Lorenzo’nun fark edip etmeyeceğine göre tavır geliştirecekti, geliştirdi. Romanya’nın yakın tarihinin irdelendiği bölümler, eh, kapitalizmin iyiliğinden hoşluğundan söz açılmıyor ama komünizm gibi korkunç bir canavardan kurtulduklarını düşünüyorlar ki düşünürler, üst sınıfa terfi etmişler zamanla. Çavuşesku’nun yaptırdığı koca binanın kadraja bir türlü sığmaması, Lorenzo’nun o yapıyla zar zor fotoğraf çektirebilmesi, okur nereden okumak isterse artık. Sembollerin yanında eğretilemeler çıkıyor arada, kötüsü: “Otopark, direklere bağlanıp öylece terk edilmiş bisikletleri andıran, sahipleri uzun zaman önce ölmüşçesine orada mahkûm kalmış olan ve yanlarından insanların gelip geçtiği arabalarla doluydu.” (s. 9) Edebî atak. İyisi: “Berbat, diye yanıtladı, vitesi bir köpeğin ağzından çekip alınması gereken bir çubuk gibi çekiştirerek.” (s. 116)
Romanın gücü nereden, başarıyla bölümlenmesi etkili, Lorenzo’nun anılarına değindiği kısımlardaki pus, çocukluğa takılan birkaç kilidin yıllar sonra açılması ama gölgede kalanların hiç açılmayacak olması, anlatımdaki parlaklığın anlatılan zamana ve anlatı zamanına göre değişmesi kısaca. Telgrafı gönderen, cenaze saatini ve yerini bildiren Anselmi çocukluktaki aynı Anselmi, değil, geçen zamanla birlikte iki karakter artık, annenin mutlu zamanlarından ve ölü zamanlarından iki insan. Neden korumadığını soruyor Lorenzo, annesini neden korumadı Anselmi, aynı şeyi Anselmi de soruyor Lorenzo’ya da haksızlık, başta annesinin ailesinden kopmasında payı var. Hisse senetlerini de almak istiyor, Lula’nın hisselerini satarsa orada kalmasına gerek yok Lorenzo’nun, oysa annesinden hiçbir şey kalmamasına razı değil. Ev? Gittiği zaman geçmişinden parçalar buluyor, meraklı komşular gelip Lorenzo’nun “oğul” olduğunu anladıklarında nefeslerini tutup yavaşça dağılmalarında dahi tuhaf bir anlayış var. Lula neydi, Lula’nın boşluğuna hücum etmedi mi atmosfer, oğluyla devam ettirdiği bir tür yalnızlığı mı var, yıllarca yüzünü görmediği annesinin “neye benzediğini” yavaş yavaş unutan Lorenzo’ya kalacak tek şey hisseler. O kadın değil: saçları beyazlamış, bedeni pörsümüş, eski neşesinin biçimlediği yüzünden eser yok, yalnızlıktan yavaş yavaş çürüyüp ölmüş biri. Boşluğu dolmamış bayağı, o yük kaybolmamış, Lula havada gezinen yalnızlığı bedeninde toplamış, sadece Noel zamanı duyurmuş sesini de var olmaya devam ettiğini bildirmiş. Oralar karanlık, da değil, Lorenzo çocukken büyülü bir şekilde yakınlarken annesinin ortadan kayboluşunu nasıl kanıksamış, yılda bire düşen telefon konuşmalarında bir şeylerin ters gittiğini anlamamış mı, yorgunluğu belli ediyor. Annesi vardı, çocukken oyunlar, sonra birlikte zaman geçirdikleri adam, iş ortağı, babanın bir köşede belli belirsiz varlığı, daha doğrusu ancak anne yaşamını paylaşmak istediği ölçüde ortaya çıkan varlığı, sonra işlerin ilerlemesi ve evden son çıkış. Havaalanına baba götürmüyor o kez, önceki gece bağırıp çağırdıktan sonra ötelenmeye sabrı kalmamış artık, Lula o evden son kez çıktığını biliyor. Lorenzo bilmiyor. İş gezilerinden biri, insanları zayıflatmaya gidiyor yine annesi, şişman modelleri yumurta şeklindeki alete sokarak vücutlarındaki yağ dağılımını değiştiriyor, yağı eritiyor mu bilmem, herkes zayıflamış çıkıyor yumurtanın içinden, teknolojinin son harikası, bilimkurgunun hikâyede görüldüğü tek yer. Lorenzo’yu makineye soktuğu da var, ortağıyla birlikte otururlarken hop, oğlan korkmuş halde çıkınca gülüyorlar, sonra sarılıyor oğluna Lula. Kuş Kadın‘daki Kuş Kadın’ın bir benzeri, kıvılcım çaktı mı durdurmuyor kendini, uçlara gidiyor, yaşamak istediğini yaşıyor. Yaşatıyor da, yalnızlığı bundan. Ailesinden. Zenginler, robotlara benzeyen iki abisi gibi aristokrat aristokrat dolanmıyor Lula, babasını sinirlendiriyor, annesini bezdiriyor, adamın biriyle birlikte olup hamile kalınca evden de kovuluyor ve “baba”yla tanışana kadar babasının tuttuğu bir evde yaşıyor. Lula’nın yaşamından geçip giden sayısız insandan biri baba, Lorenzo’yu seviyor mu, Lula’yı belli ki seviyor, her şeye katlanacak kadar. Bir yere kadar. Salıları baba iş gezisindeyken akşamlar, sabahlar: “O gidip kendini televizyonun karşısına atardı, biz ise müziğin ritmine ayak uydurmaya çalışarak dans ederdik, ayağımda bollaşmış çoraplarım ve o pijamalı halimle dans ederken boyum ancak senin beline kadar gelirdi. Adımlarımı takip et, der ve beni kendine doğru bastırırdın, ben de alnımı karnına dayar, ayaklarımın görevini yapıp yapmadığını kontrol etmek için aşağı bakardım. Senin parfüm kokuna karışan o ortağının tıraş losyonu kokusu, sigara ve alkol kokuları Salı gecelerine has kokular olup çıkmıştı. Sonra hep uykuya dalardım, uyandığımda çoktan sabah olmuş olurdu, ben de yatağımda olurdum. Sen mutfakta beni beklerdin, onun arabası ise gitmiş olurdu.” (s. 29) İnsanların büyük acılar çektiklerini söylermiş Lula, gittiği yerlerde, Kolombiya’da, Bangladeş’te, Lübnan’da zulme şahit olur muymuş bilmem, yumurta satışları iyi gitmiş olmalı ki Romanya’da üretim tesisi, İtalya’dan kaçış, bütün bunların ne anlama geldiğini çözmeye çalışan Lorenzo. Dünyanın her köşesinden bir eşya var odasında, annesinin getirdiği hediyeleri koyacak yeri yok, haliyle annesini de.
Romanya’da gezintiler, Anselmi’nin kızı Monica’nın şımarıklıkları, Christian’ın soğuk eşliği fazla mı diye düşündüm, fazla, annenin hikâyesinin yoğunluğunun yanında sıradan bir serüveni andırıyor, özellikle Lorenzo’nun olanlara etkisizliği düşünülünce. Christian’la birlikte Anselmi’nin arabasını anahtarla çizme planı tek başına yeterli aslında, Monica’yla birlikte altın bir alyans aramaları, bir evliliği kurtarmaya çalışmaları çok gerekli değil sanırım, aile içi trajedi Rumen ailelerin yaşadıkları sorunu gösteriyor da Lorenzo’nun durumuyla kıyasa mı zorluyor desem, bambaşka damarlar, zaten Lorenzo öylesi dramatik değil. Hiç değil hatta, usul usul. Unutmanın El Kitabı‘nda anlattıkça unutulan hikâyelerden bahsedilir, onlardan birini anlatıyor. O duygu, bir şeyin anlatıldıkça yitmesi.
Cevap yaz