Nesneler ve olgular tekrar tekrar öne çıkıyor, bunları saymalı. Yemeğe katılacak biberin çeşidi Hindistan’daki sınıfların göstergesidir, acılık seviyesi arttıkça refah seviyesi de artar. Kullanılan baharatlar ellerden kolay kolay çıkmaz, varsıllar çıkarmak için pahalı ve çok köpüren sabunları kullanırlar da temiz kokarlar, hizmetçileri daha düşük kaliteli sabunlara mahkum etmekle korkuturlar. Hindistan’da cibinlik lazımdır, kapaklı çöp kovası da lazımdır, evi basan sivrisineklere çare yoktur da hamamböceklerine çare bulunabilir belki. Hizmetçiler böcek ilacına maruz kalırlar da efendiler kokudan sakınıp kapağı başka yere atabilirler, kovanın kapağını da atabilirler, böylece hizmetçiler böceklerden yılıp daha çok çalışmak zorunda kalırlar. Banyo ve tuvaletler için temizlikçiler tutulur, yemekler için başkaları tutulur, ortalıkçılar başkadır, Hindistan’da bir aile ne kadar fazla hizmetçi tutarsa o kadar zengin demektir. Hava genellikle çok sıcaktır, hizmetçiler su tedarik ederler, güneşin alnında kavrulurlar veya temizlik yaparken haşlanırlar. Çocukları okula gitmez genellikle, zenginler daha fazla çocuk yapmamalarını ve yaptıklarını da okula göndermeyi telkin ederler, o ne cahilliktir canım, memleketi yoksul çocuklarla doldurmamak lazımdır. Tesisatçılar, elektrikçiler işleri bir türlü beceremezler, ne zaman gelecekleri belli değildir, efendilerinin söylediklerini hiçbir zaman tam olarak yerine getiremezler. Zaten Hindistan’da elektrikler sıklıkla gider, insanlar tekrar ışığa boğulduklarında aynı şekilde şaşırırlar, ilginçtir bu. Daha da çıkar ama kâfi, Chaudhuri orta-üst sınıfın yaşamını anlattığı öykülerde saadet ortamı yaratır, parçası olduğu sosyoekonomik tabakanın pratiklerini gösterir. Bal şeker dünyalarda hizmetçiler genellikle ailenin bir parçası olarak görülürler, anlatı boyunca ortalarda dolanıp sayısız işle uğraşırlar, novella denebilecek ilk metindeki Sandeep’i ve kuzenlerini eğlerler mesela. Öykünün bibloları, esas hikâye az biraz veya çok parası olanlarda. Chaudhuri’nin Akşamüstü Ezgisi de böyleydi, otobiyografik anlatının gösterdiği tek manzaraya tek bakış. O metindeki anlatıcının Oxford’dan önceki yaşamına, çocukluğuna iniyoruz, Hindistan’da en tepeden orta karar bir ailenin düzeyine inen çocuğun tuttuğu ilginçlik kayıtlarına göz atıyoruz adeta. Sandeep on yaşında, İngilizce biliyor, ileride korku öyküleri yazmak istiyor ve tatillerde geldiği dayısının evinde olağanüstü günler geçirmekten keyif alıyor. İlk ve ikinci ziyaret olarak ikiye ayırabiliriz metni, ilkinde Bombay’ın rahatlığından sonra Kalküta’nın kaosunda afallayan Sandeep kendince bilişsel bir yapı çıkarmaya çalışır ortaya, dayısının ailesini ve hizmetçileri gözlemler, sokakların kalabalığına bakıp insanların davranışlarını bir örüntüye oturtmaya çalışır. Bombay’da böyle bir şansı yoktur, oturdukları ev yerden yirmi dört kat yukarıda olduğu için arabaların parlayan tavanlarından başka hiçbir şey görmez. İkinci ziyarette baba bir terfi daha almış, yirmi beşinci kata yerleşmişlerdir çoktan, üstelik o kez baba da ailesini yalnız bırakmadığı için şehirdeki en iyi otellerden birinde kalırlar, ilk ziyaretteki gibi dayı evine razı gelmezler. Burnu büyük oldukları söylenemez ama genel olarak hiçbir şey söylenemez zaten, Chaudhuri sadece toplumsal dinamikleri geneller ve bireyin gündelik yaşamına odaklanır, en ufak bir çatışmaya, gerginliğe yer vermez. Çocukların akılları o kadar başlarındadır ki oyun oynarlar sürekli, mesela dayısının arabasındaki tek koltuğa üç kişi oturdukları zaman yerini hiç yadırgamaz Sandeep, en iyi oturma noktasını kendisine bıraktıklarını laf arasında söyleyip geçer.
Çocukluğun sıradan haşarılıklarını, yetişkinlerin anlaşılmaz hallerini, gereksiz odaklanmaları çıkarınca metinden geriye ne kalır, Sandeep’in şahit olduklarını havai fişeklerle dolu zihnine büyüyle sokuşturma çabası. Sırf bu yüzden okunur bu metin, bir parçamız o sihirli dünyayı taşımaya çalışırken yıprandığı için tazelenmeye ihtiyaç duyuyoruz, ben duyuyorum, duydukça da Ülkü Tamer’in Alleben Öyküleri‘ne dönüp çocukluğun nasıl bir şey olduğunu hatırlıyorum. Bu metinde Hindistan’ı yakından görmemiz iyi, çocukluk da iyidir, gereksiz odaklanmaya bir örnek: “Yetişkinler dişleriyle ikiye ayırdıkları acı biberlerin (biberler parçalanırken âdeta alaycı bir biçimde çıtırdardı) ufacık ama ölümcül çekirdeklerini yemeklerine serptiler.” (s. 14) Daha yakından bakılan sahnelerde besleyici hiçbir şey yok, doldurma dize gibi çıkıyor bunlar karşımıza, yavan. Ülkeyi tanıyalım bari, Kalküta’nın toz tepeleriyle şekillendiğini, evlerin günde iki kez süpürülmesi gerektiğini bilelim. Toz bulutlarıyla çevrelenmiş şehir yalıtılmış gibidir, içeriyi keşfetmek Sandeep’in meselesi haline gelir. Pazar akşamları gezmeye çıktıkları zaman sinemaya gidebilirler, nehrin kenarında yürüyüş yapabilirler, ailenin eğleneceği çok yer vardır. Araba başlı başına eğlencedir bir kere, beyaz yakalı dayının parasının yettiği külüstürün göstergeleri bozuktur, motoru havaya uçmak üzeredir, bir kezinde mahallenin gençlerince itilerek çalıştırılır, ucube bir varlıktır kısacası. Sandeep babasının aracından sonra buna bindiğinde yeni bir yaşamı yaşar gibidir. Kuzenleriyle evin balkonundan baktığında da aynı şeyi hisseder, sokağın karşısındaki balkonların her biri kişilik ve yaşam sahibidir, o evlerde yaşayanlarla balkonları özdeşleştirmeye çalışmak başlı başına bir oyundur. Dayısını dinliyor mesela, şu: “Dayısının işten bahsetmesini dinlemeyi severdi, çünkü dinlediği küçük iş dünyası, ona hayal gücünü körükleyen müthiş kahramanlarla dolu heyecanlı bir hikâye, mit ya da peri masalı gibi gelirdi; üçkâğıtçılar, katı yürekli ahlakçılar, zeki strateji uzmanları, kahraman savaşçılar, girişimciler ve kâşifler. Yeni iş atılımları, askeri saldırılarmış gibi anlatılıyor; yeni ürünlerden, dünyayı ele geçirmek için yapılmış yeni silahlarmış gibi bahsediliyor, Sandeep de söylenen her söze inanıyordu. Aslında onu inandıran şey sözlerden ziyade dayısının müthiş ikna kabiliyeti ve sesinde hissedilen güven duygusuydu.” (s. 32) Eh, şu alıntıda iyi bir kurmacada bulunması gereken bütün özellikler sıralanmış aslında. İleride güzel güzel metinler yazacak çocuğumuz steril yaşamından kopup alt sınıfın mıntıkalarını keşfe çıktığında bambaşka bir dünyayı anlamaya çalışır. Anlatılan zamanla anlatı zamanının ayrık olduğu malum, Sandeep’in düşüncelerinde dolaşan serbest dolaylı anlatıcının klasik vazifesine döndüğünü de görürüz, mesela dayının külüstürü yola çıktığı zaman motordan gelen patlamaların kavgalı çiftleri barıştırdığını, dövüşlü kardeşlerin araba konusunda aynı fikirde buluştuklarını, agulayan bebeklerin patlama sesleriyle birlikte nihayet mantıklı bir şeyler söylediklerini aktarır anlatıcı, metne şöyle azıcık peri tozu katar. Hikâyeyi bilgi adacıklarına yanaştırdığı da görülür, karakterlerin dinî hassasiyetleri, eylemleri ara sıra malumata varır ve olay örgüsü kesilerek tanrılar, ibadetler anlatılır. Bu novellanın ardından gelen öykülerde bir iki örneğine rastlarız bunun, Londra’da bir başına yaşayan amcanın evini pek temizlemediğini, buna rağmen ibadet köşesini ve eşyalarını tertemiz tuttuğunu görürüz. Dindarlar dikkat eder böyle şeylere, Hindular bu konuda hassastırlar. Tarih konusunda da benzer bir duyarlılığı görürüz, Britanyalıların Kalküta’dan kovulmalarının hikâyesi ara sıra karşımıza çıkar, bunun yanında Subhas Bose’yle Gandhi arasındaki çatışmanın toplumsal yüzü Bombay’la Kalküta arasındaki farkı ortaya çıkarır. Pek bilgim yok gerçi bu konuda ama mevzu şu, Sandeep okulda öğrendiklerini bir oyun sırasında dayısına söyler, Mahatma Gandhi’nin yerine geçmiştir oyunda. Dayısı kızarıp bozarır, Gandhi’nin özgürlük savaşçısı falan olmadığını, ekonomiden zerre anlamayan yalancı bir yogi olduğunu söyler. Sandeep şaşırır, Gandhi’nin ulusun babası olduğunu söyleyince dayı iyice sinirlenir, Gandhi’ye sövmeye ve Subhas Bose’yi övmeye başlar. Çatışma sebepleri metinde yer almıyor, dipnot da düşülmemiş, Google elinizden öper.
Çok sıcak ve aşırı kalabalık bir ülkenin ortalarından kesitler, çocukluğun sihri. Chaudhuri’nin metni aşağı yukarı bu ikisinden ibaret.
Cevap yaz