“Babamın öldüğü gün, gerçek beni çekmez oldu.” (s. 11) Kaç anlam çıkar bu cümleden bilmem, Alex’in kastettiği ve Tahsin Yücel’in çevirisiyle kastını kastlara çevirdiği anlam babanın yaşama sığmayacak kadar kurgusal görünmesi. Şöyle, diyelim ki Alex ve Zebrail arabayla gidiyorlar, Alex zamanın kıymeti hakkında bir şey soruyor. Zebrail bir telefon kulübesinin yanında durduruyor arabayı, çek defterini çıkarıp bir sayfayı imzalıyor, yırtıyor, sonra kulübedeki fihristin rastgele bir sayfasını açıp çeki koyuyor, arabaya dönüp gaza basıyor. Eğer biri o kuş uçmaz kervan geçmez yerdeki kulübeyi girip doğru sayfayı açarsa Zebrail’in bütün birikimi kuş olup uçar. Ânın bütün heyecanlarının böyle eylemlerle yaşanabileceğini gösteriyor Zebrail, ipin ucunda, kancaya asılı, kafaya namlu dayalı her an. “Ona göre, yaşıyor olmak hiçbir zaman önlemlerle hız kesmeden kendini tümüyle kapıp koyvermekle, kendi gerçeğini haykırmakla eşanlamlıydı; hiçbir zaman isteklerinden korumadı kendini.” (s. 11) Başkaları normlara ayak uydurmak için ter dökerken Pascal Jardin’in öyle uğraşları olmamış hiç, sayısız senaryo yazmış, romanları birkaç dile çevrilmiş, kafasındaki kurmacayı kendi yaşamına uygulamış bir adam. İlkokulu bitirememiş ama o kadar hızlı yazıyormuş ki hemen her yıl en az bir filmin senaryosu hazırmış, seri üretim, uykusuzluk çekmeden yazarmış hep. Üç saatlik uyku yetiyormuş, gerisi olağanüstü bir yaşam. Aslında Jodorowsky’nin Psikobüyü‘de örneklerini sunduğu bir yaşam onunki, korkuları ortadan kaldırmak için Jodorowsky’nin ilginç buluşlarından bazıları: erkeklerden çekinen bir kadını seksi kıyafetler giyip bara gitmeye ikna etmek, farelerden korkan bir adamı farelerin inlerine sokmak, kısacası korkularla yüzleştirmenin yanında yenilmez bir ruha kavuşturmak. Zebrail bu yöntemleri doğal, sezgisel biçimde çözüp yaşamını ona göre şekillendirmiş. Sınır yok, toplumsal normları yık gitsin. Sayısız sevgilisi olmuş, bu sayısız sevgiliyle birlikte yaşamış, tıpkı eşi gibi. Alex’in annesi de en az Zebrail kadar renkli, o da sevgililerini birlikte yaşadıkları eve getiriyor ve hep beraber geçiriyorlar günlerini. Kıskançlık düşük insanların duygusu, çürütücü, gereksiz. Ailenin diğer üyelerini Jardin’lerin Romanı‘nda uzun uzun anlatıyor ama bu metne de sızmış bazı delilikler, örneğin amcası Merlin’in sigara almaya çıkıp üç yıl sonra dönmesi, ninesinin elli yıl önceki aşkını bulmak için yollara düşmesi çılgınlıklardan birkaçı. Babaya, Zebrail’e odaklıyız bu metinde. İp cambazı basbayağı, her an düşebilir ama şeytan tüyü her türlü beladan uzak durmasını sağlıyor. Arkadaşlarının eşlerini ayartabilir, cinsel özgürlüğünün sınırları yok. Gönlünce para harcayabilir ve alacaklılar icra memurlarıyla kapıya dayanınca eve giremesinler diye koridoru ustalara daraltabilir, bir gece oğlunu ve oğlunun İngiliz mektup arkadaşını da alıp striptiz kulübüne götürebilir, oradan kumarhaneye, bütün malvarlığını tek bir sayıya koyup kendini şansın kollarına bırakabilir ve kazanabilir de, sanki şansını sınadıkça şansı daha fazlasını sunuyor ona. Kırk altı yaşında kanserden ölmese büyüsünün gizemlerini Alex’e açar mıydı bilinmez, yeterince gösteriyor ama, nasıl yaşanacağını oğluna anlatıyor sık sık. Alex için uç bir noktada duruyor babası, sanki dünyanın sivri köşeli yapısına bir başına karşı çıktığı için giderek yorulan bedeni aklı yarı yolda bırakıyor, ölümü bu yüzden. “Kolay kolay tasarlanamayacak kadar özgür, yüzde yüz yıkıcı olan bu anlaşılmamış adamda yaşanmazı yaşama yeteneği vardı. Olmayacak alışılmışıydı, çelişki de alanı.” (s. 13)
Fransa’nın yakın tarihinde yer etmiş Jardin familyası, Sarı Cüce nam dede devletin kara para aklama mekanizması olarak çalışmış, hem sağ hem de sol partilere finansman sağlamış, derin devletin kasası gibi bir adam. Evlerine bürokratlar girip çıkarmış, büyükelçiler nineyle ve anneyle zaman geçirdikten sonra giderlermiş, aynı şekilde bürokrat eşleri de Zebrail’le takılmaktan keyif alıyorlar. Çok ilginç, babasının ölümünden yıllar sonra çok önemli bir sırdan haberdar oluyor Alex, her yıl Zebrail’in öldüğü gün bir kilisede toplanan otuz kadın Zebrail için dua ediyorlar, ortalarında Alex’in annesi. Dadısından duyuyor bunu Alex, ölüm yıldönümü gelince kiliseye gidiyor ve kadınları dua ederken buluyor. Başlar çevrilip gözler kendisine dikildiğinde korkuyor bu kez, babasına ne kadar benzediğini hatırlayınca onca kadınla ne yapacağını bilemiyor bir an, o kadar çılgın olmadığı için tekeşliliği seçmesinde bu kadınlardan uzak durma çabası var. Çaba sadece, öğreniyoruz ki babasının izinden gidiyor Alex de. İki kadının babasıyla ilişkilerinin detaylarına inerek Zebrail’in ne kadar hassas, duygusal bir insan olduğunu da gösteriyor. Kadınlardan biri fahişe örneğin, bir gün Zebrail’in evine gidiyor ve adamın sevişmeyip sadece okumak ve yazmak istediğini görünce erkek doğasının tuhaflığını bildiğinden adamla birlikte oturup çalışmaya başlıyor kadın. Sonra telefon kulübesinde yaptığı gibi çılgınlıklar yapıyor Zebrail, sevgiye dair çılgınlıklar, çoğu kadına ilk kez sevildiğini hissettiriyor. Bu yüzden kötü anan yok, herkes ona âşık, en azından hayatlarının bir döneminde yer aldığı için mutlular. Unutmuyor hiçbirini Zebrail, aradan yıllar geçtikten sonra birinin evinin önünden geçerken camdan içeri atlayıveriyor, cam kapalıysa kırıyor, giriyor içeri. Aile geleneği bu, nine eski âşığını aramaya gittiğinde de benzer bir şey yapıyor, hatta Alex de eskiden sevdiği bir kadının evinin önünden geçerken eşi bir an aklından çıkıyor, Jardin deliliğine kapılıp giriveriyor içeri. Hatırladığı kadından eser kalmamış, kanserin yıkıcı etkisi hüzünlü bir karşılaşmaya yol açıyor ne yazık ki, aşklarını anıyorlar ve üzüntüden yıkılmış bir şekilde çıkıyor evden Alex, babasına öykünmenin bedelini daha fazla ödeyemeyeceğini düşünerek kurmacaya sığınmaya başlıyor böylece. İyi de yapıyor, Zebrail’in kopyası olmaya çalışan üvey kardeşinin en sonunda kafasını tüfekle uçurduğunu öğrenince doğru karar verdiğini anlıyor. Ne kadar uyabilirse kararına, damarlarında Jardin kanı aktığı müddetçe deliliklerine devam ediyor.
Bir iki olayı daha anlatıp bitireyim ama biçimden de bahsetmeli, Jardin babasına dair anıları belli olayların çerçevesine çıkmadan anlatıyor, babasının davranışlarını değerlendiriyor ve ailenin diğer üyeleriyle babasını kıyaslıyor, kendisini de tabii. Mesela babası ansızın coşkuyla dolmasa yüzlerce kilometre ötedeki şehre gidip sevdiği kızı görmeye çalışmayacaktı, aralarındaki fark bu. Alex Sırp bir kızla aşk yaşadıktan sonra kızın memleketine döneceğini öğreniyor, kahroluyor, oğlunun o halini gören baba hemen araba kiralıyor, biletleri ayarlıyor ve yola düşüyorlar. Kızın bindiği trenden çok daha önce varmalılar istasyona, bu yüzden rüzgâr gibi sürüyor arabayı Zebrail, oğlunun büyük aşkını diri tutmaya çalışıyor, maceralı bir yolculuktan sonra varıyorlar nihayet. Tam zamanında, tren istasyona yanaşıyor, kız trenden iniyor ve Alex koşup sürpriz yapacakken kızın yarma gibi bir adamla öpüştüğünü görüyor. Mutsuz sonlar böyle serüvenci ruhları öldürmüyor neyse ki, yaşamı olduğu gibi kabul ediyorlar ve bir sonraki serüvene dek güç topluyorlar.
Başka nasıl anlatmalı Zebrail’i, hangi çılgınlıklarını anmalı? Öldüğü zaman ardında bıraktığı dağ gibi vergi borcunu anmalı bir kere, yaşamının bedelini çocuklarına ödetecek ama büyülü bir yaşamın nasıl yaşanacağını gösterdiği için ödeşmiş sayılırlar. Yaşlı bir çiftin sönmüş aşklarını tekrar diriltmesini de anmalı, evine çiçek yolladığı komşuları bir süre sonra tekrar yakınlaştıkları zaman mutluluktan havalara uçacak bir adam bu, metinde pek çok uçarılığını görüp kızarsınız veya kızmazsınız, yine de keyifle okursunuz öylesine nadiren rastlanan bir insanın yaşamını.
Cevap yaz