Alberto Manguel – Hayali Yerlerden Yemek Tarifleri

Atlantis’i çevreleyen derin denizlerde tuhaf varlıklar dolanıyor, insanı tek lokmada yutacak varlıklar, bir bakışlarıyla toza çevirecek varlıklar. Yemek “Atlantis Balık Yahnisi”, onca büyük balık fırına sığar mı bilmem ama tadı pek olur, insanın ağzında bombaya döner. Toksik bir akıntıyı yesek daha iyidir, tarifte verilen acı cuşka biberini nereden bulacağımız belirsizken büyük balıkların zehirli salgılarından sos yapsak yenir yutulur yanı olur. Atlantis pirincinin nasıl bir şey olduğunu bilmiyorum, bu ileri uygarlıkta pirinç yenmesini yadırgıyorum üstelik, adını bilmediğimiz garip bakliyat piyasaya çıkmamış belli ki. Dünya dışı bir varlığı yemek nasıl olurdu diye düşünüyorum, dünya içi bir varlığı yemek gibidir sanıyorum. Çeşitli maddeleri enerjiye dönüştürerek yaşıyoruz, bu enerjiyi derimizden alsak ne güzel olurdu, eskirse deriyi zart diye değiştirip yenisiyle devam eder, yediklerimizi afiyetle yemeye devam ederdik. Dünya dışı varlıkları yemeyen bir grup insanın etik kaygılarını çok merak ediyorum, Atlantis’i de merak ediyorum, berbat şeylerle daha az berbat şeyleri henüz ayıramadığım zamanlarda Atlantis’le ilgili tuğla bir romanı okumuştum, Karadeniz’de olduğu söyleniyordu kıtanın, araştırma grupları gidip bilmem ne kapısı mı ne buluyorlardı. Binlerce yıldır kayıp olan şehri bulduktan sonra bir de kapıyla karşılaşmak, bu ne, Babil Kulesi’nin inşaatı sırasında gökyüzüne ulaşıp şeffaf maddeyi kazınca ortaya çıkan tünelden yerin derinliklerine, oradan yeryüzüne varmak mı. Yahnimizi afiyetle yiyoruz, önümüzdeki yerlere bakıyoruz. Hayali bunlar, Manguel derlemiş. Ada yemekleri sadece balıklardan oluşmuyor, Kirke’nin mekânında domuzlar var, Kirke usulü domuz yemeği Antik Yunan’ın müstesna bir yemeğidir, feminist okumalara açıktır. Mesela mermer tenli kadınların yaşadıkları Capillaria’da penis şeklindeki Bullpoplar yenir bir güzel, Oihalar bu canlıları buldukları zaman bir kısmını beslerler, bir kısmını lüpletirler. Tereyağı, beyaz peynir, tuz ve karabiber envai çeşit baharat katıldığına göre bu varlıklar öyle pek lezzetli değildir, bir dünya tatlandırıcı olmadan kuru kuru gitmez. Crusoe ne yapar, kavun sosu hazırlar bir güzel, kaplumbağa ve balık yahnilerine katar. Yapabildiği bu kadardır, gerçi malzemesi kıttır ve adanın arka tarafında yamyamların yediği insanlardan bir ısırıkçık olsun almak istemez, onun yerine kurbanlardan birini kurtarıp onu İsa’yla tanıştırır, böylece daha da kurtarmış olur. Sonraları adamımız Cuma da patronunun peşinden gidecek, iyi bir tüccar olacaktır. Hikâyenin bu kısmı pek bilinmez, Crusoe adadan kurtulduktan sonra plantasyon peşinde koşar yine, ticarete kaldığı yerden devam eder, ağalarla silahlı çatışmalara girer. Cuma’yı da para kazanmaya ve insan öldürmeye ikna etmiştir görüldüğü üzere, sıkı bir kurtarış.

Adanın nerede olduğuna göre değişen yemekler arasında değildir kuş yemekleri, kuşlardan da yemek yapılır. Altın horoz yahnisi, bu tür hayvanların mutlaka yahnisi yapılır zira kalabalığı doyurmak için yahni birebirdir, yahnisi yapılmayan bir hayvanın beslendiği görülmemiştir. Bu tarifte horozun organları ayrı ayrı pişirilir, durmadan savaşan iki krallığın askerleri uzuvlarını kaybettikleri için horozun da orasını burasını koparırlar, öfkelerini zavallı kuştan çıkarırlar. Ejderha bir kuş değildir ama omleti yapılır, bir ejderha yumurtası yerine beş tavuk yumurtası kullanıldığı olmuştur ama bu yemeğin lezzeti ejderhasındadır. Yerdeniz’in ejderhası etlidir de yumurtası değil midir, bilinmemektedir, yumurtayı balıklarla birlikte pişirdikleri için yine çorba edilmiş bir yemek çıkar ortaya. Ejderha yumurtasını ejderha ateşinde pişirmek, işte meydan okuma buradadır, Manguel tarifini verdiği bütün yemekleri fırına atmaktadır da bir an olsun düşünmemektedir diğer pişirme yöntemlerini. Vegan yemek yoktur ayrıca, illa et olacaktır, garip hayvanların etlerini yemek istemeyenler için hayalî yerlerin sebzesi meyvesi vardır da nerededir, Zümrüt Şehir’dedir desem yoğurt bozar bu kez, illa hayvansal bir gıda. Hogwarts’ta ne yenir, büyücü parmakları? Domuz veya tavuk sosislerini sağlam ısınmış fırına atarız, tabii yumurtaya ve türlü zımbırtıya bulamak lazımdır öncesinde, neden parmak yediğimizse belli değildir. Hyperborea’da kurbağa bacağı yenmektedir mesela, İskoçya’nın kuzeyindeki bu tuhaf ülkeden Yaşlı Plinius bahsetmiş, Robert E. Howard buradan savaşçılar yetiştirmiştir, bu savaşçılar güçlerini kurbağa bacağına borçlu değildirler bence. Yine de bakalım nasıl yapılıyor: una bulanıp, sürpriz, fırına atılıyor. Canavar gibi insanların bunlardan yüz beş bin tane yemeleri gerekir ki doysunlar, gereksindikleri enerjiyi edinsinler. Plinius burada kederin olmadığını, nehirlerin kurbağalardan geçilmediğini söylemiş, Doğu’daki topraklarda ejderha kıçlı keçilerin falan da yaşadığını söylemişti, o zamanların bilginleri hayal güçlerini pek sıkı çalıştırırlar. Çok derinlerde ama sismik hareketler sonucu ortaya çıkan kemikleri gören bilginleri hayal ediyorum, mesela Sokrates dolanırken dinozor kemiğine rastlıyor, iyi korunmuş bir kemik bu, Sokrates şöyle bir kavrayıp zor kaldırıyor kemiği, masasına koyup incelemeye başlıyor, ne olduğunu anlamadığı için yarığa geri atıp bildiği sularda yüzmeye devam ediyor. Jurassic Park’ta dinoburger, dinozor etinden yapılmıyor da normal etten yapılıyor, dinozor etinin kolay bulunmadığını düştüğü notta belirtiyor Manguel. Biraz detaylı anlatıyor, onca malzemeyi üst üste koyup tepesine son parça ekmeği koymayı belirtmek işin şanındandır diyeceğim, herkes bilir ki ekmekle başlayan ekmekle bitmedikçe burger olmaz, haliyle fazlalık bu.

Shangri-La’da elbet erişte yeniyor, müthiş besleyici bir erişte bu, dağ geçidindeki manastırda yaşayan keşişler her gün iki tabak götürür. Yağın tuzun yanında Çin lahanası da konuyor erişteye, oysa Shangri-La lahanası daha düşsel, kullanılabilir. Ömrüm boyunca dağda yaşayacak olmasam da kalan günlerimde aynı yemeği yiyebilirdim, erişte olabilir. Anka Kuşu Adası’nda yaşadığımı düşünüyorum mesela, malum kuşu tekrar tekrar yemek nasıl olurdu, ilginç. Calvino’nun Zenobia’sı, nasıl inşa edildiğini kimse bilmiyor, Venedik’in bir yansıması olduğuna göre kanallar üzerinde olduğu düşünülebilir ama hayır, mekânın çeşitlemesi gibi yaşantının da çeşitlemesidir bu şehirler, insanın çeşitlemesidir, dolayısıyla mutlu balık börekleri her zaman mutlu olmak zorunda değildir çünkü insan nedir, huzursuzluk. Bernhard’ın Weng’i, Bernhard metnine en benzemeyen Bernhard metnindeki köy sosisleriyle meşhur, bunları pişirirken eserini tamamlamak için hayatını olabildiğince küçülten, tek bir mekâna kazıyan karakterleri, yaratıcı nefreti düşünmeliyiz, sosislerin her birini sarmallar haline getirip öyle yemeliyiz bence, hele Tsalal’daki siyah sümsük kuşu kızartması bizi dehşetlere düşürmeli zira orada ne gibi varlıkların hüküm sürdüğünü biliyoruz. Lovecraft’in karakterleri de Poe’nunki gibi duyarlar o sesi, “tekeli-li” yankılanır, bu durumda oranın yemekleri nasıl yenir bilmem, antik canlılara tapanlara baka baka gastronomi olmaz. Son olarak Anduin’in yerel lezzeti var, tatlı, ballı Beorning kurabiyeleri. Denir ki elf gözlerinin gördüğüne inanamamıştır Legolas, kilometrelerce öteden bu kurabiyeleri görünce kardeşliği peşinden sürükleyerek mekânı basmış, sihirli sadağına bu kurabiyelerden de atmış, çektiği her okun yanında bir kurabiyeyi de hüpletmiş. Ayrıca bu yazının sonu çoktan gelmiş, can sıkıntısından boş boş yazmışım öyle, gece de ilerleyince hiçbir şey yapmak istemeyenlerin boşluğuna düşmemek için uçağa bakmışım. Tepemden geçti, güneye bir yere gidiyor, Sabiha Gökçen’den kalkan uçaklar 1 santimetre boyutunda görünüyor buradan. Işığı yanıp sönüyor uçağın, yolcular uykuda, uyumayanlar ayı görmeye çalışıyorlar. Bir kezinde derinliği yitirmiştim ben, fırtına bulutlarının arasına girince yerin nerede olduğunu kestirememiştim, değil ki ayı bulayım. O korku çok keyifliydi, kaybolmak öyle bir şey.

Liked it? Take a second to support Utku Yıldırım on Patreon!
Become a patron at Patreon!